Ali Duran Topuz
Anti-hukukun yargı ve bilgi rejimi: Tutuklanacaklar, tutuklanmayacaklar
Abdurrahman Gök, Sedat Yılmaz, Dicle Müftüoğlu ve arkadaşları tutuklu. Merdan Yanardağ tutuklandı, hapse atıldı, yakın zamanda bırakıldı. Tolga Şardan dün tutuklandı. Şardan vakası sürerken eski HDP milletvekili Hüda Kaya da tutuklandı. Cezaevinde tutulan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen tahliye edilmedi. Haftanın özeti: Medya tutuklu. Siyaset tutuklu.
KANUNA GÖRE TUTUKLAMA İMKANSIZ
Şardan niye tutuklandı? Yöneltilen suçlamanın yazıldığı kanun maddesi tutuklamayı gerektiren bir madde olmadığı gibi, maddede yazılanla Şardan’ın yaptığı/yazdığı haber arasında hiçbir bağlantı yok gerçekte. Doğan Akın yazdı, tekrar edeyim, önce madde:
“Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”
Evet, Şardan’ın yazısı genel sağlık ya da iç ve dış güvenlikle değilse de “kamu düzeni” ile ilgili, yargıda rüşvet bir başsavcının elinden çıkma tafsilatlı bir mektupla en üst yargı kuruluna (HSK) iletilmişse kamu düzeni ile ilgilidir. Peki ne yazmıştı Şardan:
“Cumhurbaşkanının talimatı ile MİT yargıdaki iddialar hakkında rapor hazırladı.”
Velev ki böyle bir talimat ve inceleme/rapor olmasın, buradan “korku ve panik” mi çıkar? Velev ki cumhurbaşkanı da istihbarat birimleri de meseleyle hiç ilgilenmemiş olsun, “kamu barışı” nasıl bozulmuş olur? Kamu barışını bozmaya hiç mi hiç elverişli olmayan, “korku ve panik” yaratmayla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir yazı/haber, bu maddeye dayanılarak nasıl “tutuklama gerekçesi” olabilir?
Tolga Şardan bildiği gazetecilik yöntemleriyle ulaştığı kulis bilgilerine dayanarak bir haber kaleme aldı; kulis bilgilerinin eksik, hatalı ya da isabetsiz olması nadir bir hal değildir elbette fakat kanun, “Hatalı kulis bilgileri de tutuklama gerektirir” demiyor. Öncelikle, “endişe, korku veya panik yaratma saiki” arıyor, yani “yanlış haber” değil mesele, kasti olarak yanıltıcı olmalı. Sonra “kamu barışını bozmaya elverişli şekilde” yazılmasını/yayılmasını arıyor; bunun iç/dış güvenlik, kamu sağlığı, kamu güvenliği ve kamu düzeniyle ilgili olmasını arıyor. Var mı? Yok. Varlığı yokluğu tutuklama kararında yer alıyor mu, yani tutuklama kararı gerekçeli mi? Değil, sadece “katalog suçlardan olduğundan” diyor! Oysa değil, “katalog suçlar” kanunda yazılı ve bu onlardan değil.
GEREKÇEYİ İLETİŞİM BAŞKANLIĞI AÇIKLADI
O zaman, Tolga Şardan nasıl tutuklandı sorusuna tek cevap kalıyor: Hukuka tamamen aykırı biçimde. Hukuka aykırı ise geriye bir soru daha kalıyor: Neden tutuklandı peki? Merdan Yanardağ, Abdullah Öcalan’a uygulanan infaz rejimi konusunda oluşan “konsensus”a aykırı hareket ettiği için tutuklanmıştı, Tolga Şardan hangi “uzlaşma”yı bozmuş olabilir? Yazdıkları yanlış olsa bile tutuklama mümkün değilken tutuklanmışsa bunun bir sebebi olmalı. Ki yazdıklarının yanlış olduğuna dair hiçbir bilgi/belge yok, sadece tutuklamadan 10 dakika sonra, “Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” böyle bir raporun olmadığını, dolayısıyla dezenformasyon yapıldığını açıkladı. Yani? Yargı kararının gerekçesi, karardan sonra başka bir makamdan açıklanmış oldu. Oldu ama dedik ya “yazdıkları doğru olmasa bile” tutuklama mümkün değil. Başkanlık, mahkemenin yazmadığı çünkü olmayan gerekçeyi kamu nezdinde varmış gibi göstermek üzere devreye girdi anlaşılan. Demek ki “tutuklama” merci, mahkemeden çok Külliye bürokrasisinin iradesi.
“AKLINI ALIRIM SENİN” HUKUKU
Tolga Şardan, yanlış ya da doğru yazdığı için tutuklanmadı o zaman, yazdığı için tutuklandı. İnşaası süren “ikinci yüzyılın cumhuriyeti” devletinde yargı ve bilgi rejiminin niteliği billurlaşıyor bu kararlarla: Yargı, sadece iktidarın planlarına uygun kararlar alır ve uygular, adaletin ya da yasal mevzuatın gereklerine uygun kararlar değil. İlan edilmiş kanunlarda ne yazarsa yazsın, ilan edilmemiş kanunlar, talimatlar, yorumlar esas alınır. Yasada yazanlar geçerli değilse, muhakeme yoluyla yani akli melekelere uygun biçimde karar almak söz konusu değilse nedir söz konusu olan?
Bahçeli açıkladı esasen: “Aklını alırım” hukuku bu. Anti-hukuk çalışacaksa, anti-muhakeme, anti-akıl da iş başında olmak zorunda. Bunlar iş başındayken, bilgi rejimi katı denetim rejimi olmak zorunda: Tolga Şardan, doğru ya da yanlış yazdığı için değil, “devlete” sormadığı için tutuklandı. İletişim Başkanlığı açıklaması bunu ilan ediyor: Doğrunun ve yanlışın en olduğuna kimse kendi başına karar veremez, verirse ömrünü alırız, aklını alırız.
YARGININ KENDİSİ SUÇ FABRİKASI GİBİ
Hal böyle olunca, “suçu soruşturma ve kovuşturma” mekanizması olan “yargı”nın bizzat kendisi bir suç mekanizmasına dönüşmüş olur: Hukuksuz sebeple insan alma suçtur. Tolga Şardan’ın tutuklanması suçtur. Gültan Kışanak’ın yedi yıldır tutulması suçtur. Hüda Kaya’nın tutuklanması suçtur. Can Atalay’ın tahliye edilmemesi suçtur.
Rejimin niteliğinin belirdiği bir yer de bizzat Adalet Bakanı’nın Can Atalay kararı hakkındaki yorumu oldu. Malum, Anayasa Mahkemesi kararı gereğince Atalay derhal tahliye edilmeliydi; fakat mahkeme dosyayı Yargıtay’a yollayarak (AYM kararındaki açık hükümle oluşan) tahliye görevini yerine getirmedi. Bakan, bu hukuksuzluğu “memleketteki bütün hukukçular”ı şahit göstererek alkışladı sözleriyle. Böylece Atalay hapiste kaldı. Bir kişi hukuksuz hapiste ise işlenen suçun adı “hürriyeti bağlama”dır, eskiler “adam kaldırma” derdi ya o suç.
Buraya kadar olan faslı toparlarsak: “Anti hukuk” bütün hukuk imkanlarını yok eden bir suç stratejisidir. Bakan örneğin, anayasadan aldığı görevle inceleme yapıp hüküm kuran Anayasa Mahkemesi’ni “anayasada yazılı olmayan bir yetkiyi kullanmak”la suçluyor; yani Yargıtay’a talimat veriyor. Yine bakanın sözlerinden anlıyoruz ki dosyayı Yargıtay'a yollayan ağır ceza mahkemesi de aynı biçimde hareket etmiş, yani bir “hata” yapmamış, yeni rejimin talimatlarına uygun davranmış.
VARTİNİS DAVASI
Elbette bu “hukuksuzluk rejimi” bugünün icadı değil, bugün sadece eskiden de var olan hukuksuzluklar daha sistematik, daha organize ve daha aleni biçimde yoğunlaştırılıyor. Bu yazıda şimdiye kadar “tutuklananlar”dan bahsettik, bir de “tutuklanmayanlar” var, onlar eski ve yeni rejim arasındaki sürekliliği iyi anlatıyor; son olarak Vartinis davasına bakarsak bu daha iyi anlaşılır.
Bundan otuz yıl önce orada uzaktaki bir köyde bir evin içinde dokuz kişi yakılarak öldürüldü. Hane halkından yakılmayan tek kişi, “Askerler yaktı” diyerek suç duyurusu da yaptı, dinleyen olmadı. Aradan 10 yıl geçti, yeni bir suç duyurusu üzerine 2003’te “işlem” başlatıldı; o zamanlar iktidar, “eskinin suçlarını temizlemeye kararlı”ymış pozu yapıyordu. Başlatılan bu işlem ancak 10 yıl sonra sonuç verdi, 2013’te dava açıldı. Dosya geldi gitti, o oldu bu oldu, 2021’de tek kişi hakkında, insanları eve koyup yakma emrini veren komutan hakkında tutuklama kararı verildi. İki yıldır yakalanamıyor, bulunamıyor. Emekli maaşını tıkır tıkır alıyor ama...
Ne diyor bu dosya bize? Bazen insan yakmak suç değildir. Mesela Vatrinis’te olduğu gibi devlet görevlileri yaktığı zaman. Önce suç başkasına atılır, mesela Vartinis’te olduğu gibi PKK’ye. Gerçekler örtülebilir, ama örtülemezse başka numaralar da vardır: Bürokratik dehlizlerde belgeler, deliller, ifadeler, evraklar, talimatlar gider gelir, zaman akar gider ve zamanaşımı mekanizması işi halleder. Siyaset sahip çıkmazsa, medya ilgilenmezse, toplum ideolojik nutuklarla uyutulur ve uyuşturulursa insan yakma suçundan bile zamanaşımı mümkün olur. Buna cezasızlık politikası diyorlar, daha anlaşılır bir ifadeyle “devletin öldürme hakkını” elde tutma politikası.
Dokuz kişiyi bir eve kapatıp yakarak öldürmek zamanaşımına tabi olabilir mi? Anayasa’ya göre “insanlığa karşı suç”larda zamanaşımı işlemez. İşkenceyle katliam yapmak zamanaşımına giriyorsa, geriye ne kalır “insanlığa karşı suç” işleyebilmek için?
Yeni rejim, yeni yargı ve bilgi rejimi, bir daha “Vartinis” vakası olmasın diye böyle davranıyor: Yok kimse kimseyi, görevi, gücü, titri ne olursa olsun yakamasın diye değil, gerekmişse ve yakmışsa, kimse bir daha resmi açıklamaların emrettiği gerçek dışında bir gerçek var diye ortalığa çıkamasın, yargı bu görevlileri yargılamak, haklarında tutuklama kararı vermek zorunda kalmasın diye. Abdurrahman Gök, Sedat Yılmaz, Dicle Müftüoğlu bu nedenle tutuklu zaten.
Tolga Şardan ile bitirelim: Şardan’ın hakkında yazdığı mesele, yani yargıda rüşvetin, kayırmanın bir başsavcıyı (ki hukuka uyması ile ünlü değildir) bile üzecek kadar ayyuka çıkması meselesi, yargı ve bilgi rejimindeki yeniliğin doğal bir sonucu: Siyasi nedenlerle elcağızınızla ürettiğiniz hukuksuzluk, hukuk süreçlerinde kadro, yöntem ve ilişki biçimi olarak ağır yozlaşmalara yol açar. Sadece MİT’in değil, bütün devlet kurumlarının ilgilenmesi, raporlaması, düzeltmeye çalışması gereken durumdur bu. Yok, mühim olan rüşvet değil, siyasettir diyorsanız, Kışanak’ı, Demirtaş’ı tutma, yanına Hüda Kaya’yı katma gücümüz elde kalsın, AYM kararına rağmen milletvekilinin hürriyetini bağlayalım diyorsanız, Tolga Şardan’ı tutuklamak yetmez, herkesi tutuklamak gerekir en sonunda.
1 - Doğan Akın’ın yazdıkları Tolga Şardan hakkında verilen “karar”daki tuhaflıkları gayet iyi ifade ediyor, buradan buyurunuz:
2 - Vartinis dosyasının serencamının etraflı bir anlatımı için, buradan buyurunuz:
3 - Adalet Bakanı’nın Anayasa Mahkemesi’ne isim vermeden çattığı açıklamaları şöyle.
"Anayasa Mahkemesi kararından sonra ilk derece mahkemesi, bireysel başvurunun Yargıtay sürecinde sonuçlandığı ve Yargıtay 3. Ceza Dairesinin verdiği karar neticesinde olduğu düşüncesiyle dosyayı Yargıtay Ceza Dairesine gönderdi. Yargının önündeki bir konuyla ilgili olarak Adalet Bakanı'nın yorum yapması tabii ki mümkün değil. Yargı bağımsız, tarafsız en doğru kararı verecektir."
"Hiçbir kimse ya da hiçbir organ, bağlı olduğumuz Anayasa'dan almadığı bir yetkiyi kullanamaz. Yorum farkıyla Anayasa'nın bazı maddelerinin yok sayılması da Anayasa'ya aykırıdır. Hep beraber yargı sürecini bekleyeceğiz. Yargı süreci sonucunda verilecek karara da saygı duyacağız. Anayasa'mızda yüksek mahkemeler, bu mahkemelerin yetkileri ve görevleri vardır. Yargıtay, adliye mahkemelerinden verilen kararların son inceleme merciidir. Kararları kesindir. Dolayısıyla kesin hükmün nasıl kaldırılacağına yönelik hukuk sistemimizde değişik yorumlar yapılmaktadır. Kaldırılıp kaldırılamayacağı noktasında... Yine özellikle Anayasa'mızın dokunulmazlıkla ilgili 83. maddesinin birçok fıkrası vardır. Bu fıkralardan sadece birini okuyup diğerlerini okumayarak kamuoyunu da yanlış yönlendirmemek lazım."
"Özellikle Anayasa'nın 14. maddesinde belirlenen durumların kanunla düzenleneceği de Anayasa'nın kesin, açık hükmüdür. Dolayısıyla belirlenen durumların neler olduğunu ve o durumlara aykırı yaptırımların nerede düzenlendiğini Anayasa Mahkememiz de biliyor, Yargıtayımız da biliyor, bütün hukukçularımız da biliyor."