Ayrılığın inkârı: Özlemek

Yaşam koşullarının zorlaştığı, sadece umuda tutunarak insanların var olabildiği olağanüstü koşullarda özlemek realiteden kaçış, sığınma alanına dönüşüyor. Özlemek çoğu kez bir sığınak ama aynı zamanda regresyon da.

“Özlemek dostluktandır”

A. Telli

Bazı duyguların ne zaman başladığını bilmeyiz. Bir insanı nereden ve nasıl sevmeye başladığımızı bilmeden severiz. Özlem duygusunun doğum günü ve yeri bellidir. Bir duyguyla nasıl baş edebileceğimizi çoğu kez bilmeyiz. Nefretten, öfkeden, utanmaktan nasıl kurtulabileceğimizi bilemeyiz, ama bu özlem için geçerli değildir.

Özlemek, psikolojide ve psikanalizde ihmal edilmiş, üzerine çok az yazılmış bir konu. Her insanın tanıdığı bu duygunun görmezden gelinmesi bile aslında dikkat çekici. Her insanın tanıdığı bir duygu diyorum, zira yaşanan reel hayat ile kurguladığımız hayat arasında oluşan derin fark, özlemden konuşmaya başlamamızı sağlar. Hayal, reel olandan daha idealdir çoğu kez. Bazen bir şeylere ya da birilerine ulaşamadığımızdan, bazen ise bu duygunun yarattığı eksiklikten dolayı özleriz. Bir yitiğe arzudur yani. Özlem yetersizliğimize, beceriksizliğimize bulduğumuz bir tür ilaçtır. Kazanamadığımız sınavı hayalimizde kazanmak, kendimizi ulaşamayacağımız bir durum/konumda hayal etmek gibi. Bu bağlamda özlem bir yanıyla hayal kurmamızı da sağlar.

Bir yanıyla özlemek ayrılığın inkârıdır. Özlem duygusu üzerinden uzaktaki o insanla/nesneyle birlikteliğiniz sürer. Uzakta olana yakın olma çabası. Bu anlamda özlem bir uzlaşmadır: en uzağımızdaki birinin en yakınımızda, canımızda olması. Burada mesele özlediğiniz insanın uzakta olması değildir – yokluğunun yarattığı eksikliktir. Gidenler değil, ardında boşluk bırakanlar özlenir. Ötekine, özlenene kavuşunca tam ve yeterli olabileceğimiz kurgusu, özlemi yaratır. Ötekinin eksikliği "yaşamı anlamsızlaştırır." Ötekini özlemek, ötekine kavuşmak isteği hayatı anlamlaştırma isteğidir aynı zamanda

ÖZLEMEK BAZEN HAYALİN HİÇLİĞE TERCİH EDİLMESİDİR

Özlemek bazı bazı bir tercihtir. Kötü giden bir ilişkiyi bitirmek bir seçim, bir karardır. Bazen ulaşılacak "son"un tarafı, tanığı olmaktan kaçınmak, güzele dair bir şeyleri koruyabilmektir amacı. Sürdürmek, buluşmak, kavuşmak çeşitli korkular yaratır. Korkulan olmasın diye seçilir özlem. Hüzün ve bu hüzne bağlı şekilde mazoşist bir haz verdiğinden, özlem bazen tercih edilir. Bu nedenle bazen özlemeyi de özleriz.

Özlemin etrafında kurulan duygulardan bahsetmek mümkün. Kavuşmak bazen hayal kırıklığıdır, çünkü hayali "kırar" ve yok eder. Kavuşmaktan, hayalin ortadan kaldırılması anlamına geldiğinden kaçınılır. Özlem, hayali yaşatmak demektir ve güzeli, yüceltmeyi içerir. Kavuşma gerçekle yüzleşme, hayalin yok olması anıdır. Hayalin artık hayal bile edilememesidir. Kavuşma aslında hayalin ortadan kaldırılması, katledilmesidir. Kavuşma ardında kocaman bir boşluk bırakır. Bu boşluk ürkütücüdür, çünkü boşluk "hiç"tir. İşte özlem bu yüzden bazen hayalin hiçliğe tercih edilmesidir.

Özlemek özleneni kısıtlamak, sınırlamak, indirgemektir. Özlenen olumlu yanlarıyla anımsandığı için özlenir. Yani özlenenin (burada özneyi de düşünebiliriz) olumsuzu yok edilir. Özlenen güzel ve olumludur sadece. Özlenende kötü ve olumsuz yok sayılır ve bu nedenle özlemek nesnel olamaz, çok özneldir. Özlemek hafıza kaydedildiği gibi bir anımsama olmaz. Kötüden arınmış, güzele boyanmış taraflı bir anımsama vardır özlemde. Özlem "kötü"nün üzerini kapatan iyilik örtüsüdür.

Asimetrik bir duygudan bahsediyoruz. Özlediğiniz aynı şekilde sizi özlemeyebilir. Bazen karşılıklıdır özlem, simetrik gibi görünür. "Ben onu (obje veya süje) özlerken, o beni özlüyor olabilir." Özlemimiz aynı ama özlediklerimiz farklıdır. Özlemek üzerinden benzeşirken özlemenin farklı şeyler/kişiler olmasından ötürü de ayrışırız. Karşılıklı özlemde aynılıkla örtüşen bir farklılık da vardır: Özlem başkasının özlemiyle aynı gibi görünse de çok bireyseldir. Özlem de ulaşıl(a)mayan, yüceltilen, pozitif bir obje vardır. Özlemek bazen sahip olduğunuzun yitimiyle oluşurken, bazen sadece hayal edilen ama hiç yaşan(a)mamış olanadır ya da oraya doğrudur.

Özlemek içinde taşıdığı "güzel"den ötürü tatlı/olumluyken ulaşılamadığı için de bir sızıdır (yukarıda bahsettiğimiz "yüce"yi de düşünebiliriz burada). Özlem, melankoliyle komşudur. Depresyondaki en önemli sorun hissedememektir, yani içimizdeki kocaman bir boşluk... Depresyonda özleyebiliyorsak umutsuzluk yoktur, çünkü içimizde ölmeyen arzular vardır hâlâ. Özlem umutsuzluğun/imkânsızlığın hayalimizde aşılması, görmezden gelinmesi, yani realitenin reddidir. Özlem bazen tek kişilik, bazen karşılıklı, bazen ise kolektiftir. Bir grubun özleminin ortaklığı özlenen şeye ulaşma arzusunu da teşvik eder. Özlemden ortak amaçlar, ortak ulaşma çabaları doğar. Dinler, ideolojiler uğruna mücadele edilen ortak özlemlerdir.

ASIL ÖZLENEN BABAYLA BÜTÜNLEŞMEKTİR

Doğum, ilk yaşam alanından, anne karnından çıkıp yeni bir yaşam alanında (dünyada) varlığın sürdürülmesidir ve bunun deneyimi henüz yoktur. İşte bu, bebekte şok etkisi yaratır. Doğan her çocuk buna ilk tepkisini ağlayarak gösterir. Yeni yaşam alanı her şeye yabancı, her şeye acemi olma halidir. Soluk almayı, yemeyi, içmeyi bilmez bebek. Ağlamayı dahi bilmez. Ağlamak eski yaşam alanımıza dönme isteğini, korkuyu, sonsuz çaresizliğe tepkiyi içerir. Ağlamak kovulduğumuz cennete geri gitme isteğimizi ifade eder belki de.

"Birincil özlem" diyebileceğimiz ilk özlem burada başlar: Eski durumun yeniden oluşturulması, eski halimize, yani ana karnına dönme isteğidir burada özlem. Bunun özlem olduğu doğum sonrası bilinmez, bu dönem sonradan adlandırılır ve sonradan oluşturulur, kurgulanır: Hiçbir bebek bebekliğinde yaşadıklarını yaşadığı anda anlamlandırmaz. Çocuğun yaşadıklarını anne adlandırır ve böylece çocuğa yaşadıklarını, hissettiklerini öğretir. Çocuk bu dönemde vücudunun tepkilerini anlamlandıramaz, bu tepkilere ağlayarak, huzursuz olarak tepki gösterir – bunları anlamlandıran annedir. Bu deneyim ayrıca bilinç ötemizde saklı kalır. Daha sonra ana karnındaki halimiz "ideal durum" ve "cennet" olarak adlandırılır. Ve insanın ilk özlemi ilk deneyimin öncesine, doğum öncesine duyulan arzudur. Bu arzunun geleceğe projeksiyonudur cennet biraz da. Hiçbir çaba göstermeden yemek, içmek, sevişmek… Her arzunun anında giderildiği yerdir cennet.

Cennet özlenen ama aynı zamanda özlemin olmadığı yerdir. Cennet ideal mekândır ve ideal de özlemsiz yerdir. Burada özlemin geçmişteki yaşanmışlığın gelecekte de yaşanma arzusu içerdiğini görürüz. Çünkü özlem geçmişteki güzelliğin anımsanması ve onu yeniden yaşama arzusu da vardır. Özlem geçmişi gelecekte yeniden yaşama isteğidir bu bağlamda. Cennet de ana karnı gibi içinde bize aitmiş gibi yaşadığımız ama asla bize ait olmayan yerdir. Ana karnı da geçici olarak bulunduğumuz bir yerdir. Geçici olarak bulunduğumuz yerlerle duygusal olarak ilişkilenir, bağ kurarız, işte bu yüzden bu yere sonradan özlem duyarız.

Asıl özlenen ve imkansız olan ise babayla bütünleşmektir. Bebek anneyle "bir" olmayı bilir. Doğum sonrası da anneyi kendisinin bir devamı gibi gördüğünden bebeğin yaşadığı deneyim, anneyle "bir"liğin sürdüğü şeklindedir. Bu deneyim bebekte babayla da bütün olma, bütünleşme, "bir" olma arzusunu depreştirir. Bu imkansızdır çünkü bebek babayla "bir" olmamıştır, ondan doğmamıştır. Anneyle yaşadığı "bir" olma deneyimini de bütünüyle buraya aktaramaz. Babayla bütünleşmek bu imkansızlıktan ötürü bir arzu ve özlem olarak kalmak zorundadır. Babanın sadece dölleyici, dolayısıyla duygusal ilişkinin sınırlı olduğu durumlarda babalar uzakta, ulaşılmaz ve sadece özlenen olarak kalırlar. Babaya özlem daha sonra baba figürüne bağlılık, ona itaat etmek olarak ortaya çıkar. Liderler, reisler, başbuğlar, devlet-babalar, peygamberler ve onlara duyulan sonsuz itaat ve yüceltme, bu özlem duygusu nedeniyle insanların hayatında etkin olurlar. Babanın eksikliği hem bireye hem de topluma sorun olur.

Büyümek ayrılmak, terk etmektir, bazı dönemleri bir daha geri dönmemek üzere bitirmek, bir şeyleri bir daha yaşamamak üzere geride bırakmaktır. Geri dönüşün olmaması, tekrarın imkânsızlığı özleme alan açar. Yaşamak mümkün değilse, bir şeyler geride kalmış, o şeyler sembolik olarak ölmüştür de. Çocukluk artık ölmüştür, gençlik de... Özlem bu ölüme, geri dönülemeze itirazdır. Özlem ölümü kabul etmeme, ölüme direnmek, yani bitmiş olanı bitir(e)memektir. Reel olarak dönülemeyene kurgusal dönmek ve o halleri hayal ederek o ana ait duyguları yeniden yaşamaktır. Bu bağlamda özlem duygusunun içinde hem eski hem de yeni mevcuttur. O biricik ana geri dönmek, bir şekilde zamanı es geçmek veyahut durdurmak demektir.

Özlemek bir şeyi geçmişteki olduğu haliyle gelecekte yaşama arzusudur bazen. Bu hayalde geçmişe dönüş var, bugünde geçmişi yaşamak gibi bir şey. Ama yaşandığı an tek boyutludur sadece o an vardır; gidip gelmeler, bir yerden, bir zamandan geriye dönüş yoktur. Kısacası yaşanan ile özlemi duyulan arasında fark vardır. Yaşanan anda olmayan yüceltme ve özlem daha sonra oluşan kurguda "o an"a eklemlenir. Kurgu bu bağlamda yaşanandan başkayı ve fazlayı da içerir. Aynı olmayanı, belki de hiç olmayacak olanı aynıymışçasına yaşamayı arzulamaktır biraz da. Yaşanırken sadece o an varken, kurguda geçmiş ve şimdi vardır ve iki zamanlıdır.

Özlem üç zamanı aynı ana taşıyabilir: Geçmişte yaşanmış bir şeyi gelecekte yaşamayı arzuluyor ve özlüyorsam, o özlem anı üç zamanı birden kapsar. Özlemek özlenen şeyi saklar, yüceltir, muhafaza eder, arşiv işlevi vardır. Bu bağlamda da tutucudur. Geçmişe ait bir albümdür ve o albüme bakmak üç zaman arasında sarkaç olmaktır. Özlem, düş kırıklığının tedirginliğini de beraberinde getirir. Gerçek ile hayal arasındaki farkın ürkütücülüğünde de bu tedirginlik vardır. Özlemde bu tedirginlik görmezden gelinir, çünkü özlemin yarattığı duyguları gölgeler.

Zamanla her şey değişir, dönüşür. Hatıra zamanda değişmeyen, zamana rağmen yaşandığı andaki gibi kalan şeydir. Hatta özlemin içeriği olan hatıra negatiften arınmıştır, sadece "güzel"dir. Bu yüzden özlemek haz ve hüzün içerir.

Özlem üç zamanı içerir ve bunların iç içe geçtiği bir anda yaşanır. Hiç sahip olamadığımız, ulaşamadığımız bir şeyi dahi özleriz. Kurgusal zamanda geçmiş ve şimdi vardır. Ama asıl olan, gelecekte olabilecektir, yani tek zamanlıdır ve sadece gelecek vardır. Bazı özlemler ise sadece şansa bağlıdır ve özlemi var eden bu belirsizlik ve ihtimaldir. Bu tür şansa bağlı özlemler reel hayattan kaçış, hayatın acımasızlığına karşı kurgulanan, iç dünyada yaratılan paralel bir hayata işaret eder. Gerçekten kaçıştır. Hiçbir şey hissetmemek yerine hayal kurarak özlemi hissederiz, yani özlem antidepresan gibidir.

Arzu ile arzunun hemen doyurulmaması arasındaki zamanda oluşur özlem. Bu anlamda arzunun hemen gerçekleşmemesi, biraz ertelenmesi tahammül etmeyi ve sabretmeyi öğretir. Tehir edilen ya da yaşanamayacak olan arzu özlemle ilişkilidir. Yoksulluğun, yaşam için gerekli olan gereksinimlerin giderilmesinin mümkün olmadığı/az mümkün olduğu yaşam alanlarında arzular çok yoğun yaşanıyor. Bu arzuların doyurulma isteği de aynı derecede şiddetlidir. Narsistik çağda çocuk merkezli kültürlerde ekonomik olanakların çoğalması ve çocukların arzularının derhal ya da kısa sürede giderilmesi özlemi azaltıyor olabilir diyebiliriz. Arzular ve özlemler çok ama bunu giderecek olanaklar yokken günümüzde bazı toplumsal gruplarda özlem ve arzu yok. Objelere ulaşmanın doygunluğu... Özlemek özleniyor ve arzulara özlem duyulabiliyor.

ÖZLEMDE BÜTÜNLEŞME ARZUSU VARDIR

Özlemek bir isteği içerir ama her istek özlem değildir. Mesela büyük kentlerdeki yeşil alanların çoğaltılmasını, köyümüze asfalt yolların yapılmasını isteyebilirim ve bunun için mücadele edebilirim. Mücadelenin yoğunluğu ve benim duygudaş katılımım burada bir tutkuya dönüşür ama burada özlemeden söz edemeyiz galiba. İsteklerimi mantıksal gerekçelendirsem de içsel duygusal bir mesafe vardır. İşte bu mesafe sanıyorum isteğin ve arzunun özleme dönüşmesine mesafe koyuyor. Bu duygusal derinliğin eksikliği özlemin eksikliği de demek. Özlemde bütünleşme arzusu da vardır. Bütünleşeceğim, özlediğim şeye katılmak ve kendimi katmak onunla "bir" olma arzusu da vardır. Freud’un "okyanus olma duygusu" dediği gibi.

Ben çocukken sinemalara giderdim. Film kopardı sıkça. Eğer film kısa süre içinde yapıştırılabilirse izlemeye devam ederdik. Süre uzarsa makiniste birkaç laf saydırır, sonra evimize dönerdik. Yani film yarıda biterdi. Bazen hızlıca gündelik hayata döner, bazen ise yarım kalan filmi kafamızda tamamlardık. Kopan filmler sürdürülmek istendiğinde yapıştırmak için çok beklememek gerek, çünkü seyirciler başka filme ya da evlerine giderler. Beklemenin yarattığı tahammülsüzlük, usanmışlık bitirebilir özlemi. Özlemekten vazgeçeriz, tüketiriz özlemi bazen. Sıkıcı hayatlar bazen özlemeyi bile özlenir kılabilir. Bazen makinist filmi koptuğu yerden değil, bazı sahneleri atlayarak yapıştırır, filmi erken bitirmeye çalışırdı. Gene küfür ederdik. Bazı filmler kendiliğinden kopar, bazı filmleri ise katılımcılar koparır. Kopan filmler ise sorun olur.

Mesela okulunu yarım bırakmış birinin yıllarca okuluna devam etmeyi hayal eemesi, kafasında kopan filmi devam ettirmesi bu anlamda özlemin yabancı, yaşanmamış bir duruma yönelik olması gibi. Bilinmezi özlemek, hayalde bu bilinmezi tanıdık hale getirmek ve bu sahneleri sevinçle boyamak. Gerçekte bitmiş bir şeyi hayal filminde bitirmemek ve bu yaşanmamış, imkansıza özlem duymak... Filmler koptuğunda ya da izlenen filmler arzuladığımız gibi bitmiyorsa, kopan filmin koptuğu yerde başka bir film ilave ediliyorsa, özlem kendine akacak kanallar buluyor. Bazen aynı filme bakmak, baktığın filmden sıkılmak, filmlerin birbirine karışması özlem duyma gereksinimi doğurabiliyor... En çok da izleyici olmak özlemi artırıyor. Filmdeki oyuncularla özdeşleşerek onlarla bu şekilde yakınlık kurarak haz alıyoruz, ama özlediğimiz izleyici koltuğundan kalkıp o filmi oynamak. Özlem kafamızda o filmde kendimizin oynamasıdır biraz da. Kafamızda oynana filmdir özlem.

İlişkiyi yaşayan, ama yaşadıkları ilişkide birbirlerinden uzaklaşan insanlar yan yana ve/veya beraberken birbirlerini, daha doğrusu geride bıraktıkları o "altın çağ"a özlem duyarlar. Onları bu kadar yabancılaşmaya rağmen bir arada tutan bazen bu çağı yeniden yaşayabilme umududur. İlişkide birbirlerinin eski hallerini özleyerek yaşarlar. Hatta bazı durumlarda ayrılık sonrası birbirlerini özleyenler kavuştuklarında düş kırıklığı yaşarlar. Çünkü ayrılık süresince birbirlerinden uzağa giderken, aksi yönlerde gelişirken hayallerinde birbirlerini dondurduklarından eski halleri özlediklerinden kavuştuklarında daha önce duydukları özlemi kaybederler. Burada kavuşmayla özlem bitmez, burada hayallerin ve umutların, yani özlemin tükendiğini deneyimlerler. Böylece özlenenin beraber yaşamayı istediğimiz, özlediğimiz şeyin yaşanamayacak realitesiyle karşılaşılır.

Ayrılık süresince insanlar birbirlerine paralel senkronize gelişmemiş farklı ve uyuşmaz bir şekilde gelişmişlerdir. Bu özlenenin artık yaşanamayacağı realitesini hatırlatır ve böylece özlemeyi ve özlem duymayı bırakırız.

Yaşam koşullarının zorlaştığı, sadece umuda tutunarak insanların var olabildiği olağanüstü koşullarda özlemek realiteden kaçış, sığınma alanına dönüşüyor. Özlemek çoğu kez bir sığınak ama aynı zamanda regresyon da. Geçmişi anarak geleceğe kaçmak sanki... Özlemek bir teselli, bir telkin gibi...


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi