Alp Altınörs
Bahçeli’nin sözleri ve kayyumun anlamı
Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerine İçişleri Bakanlığınca kayyum atanmasının üzerinden dört gün geçti.
Dört yıla bedel dört gündü. Büyük bir zorbalık altında dahi olsa itirazını en gür sesle sokaklarda haykıran Kürt halkı ve Batı’dan onun sesine ses veren oldukça geniş bir kesim gördük.
Ülkenin bütün siyasi gerçekleri en geniş yığınların gözü önünde canlı bir portre gibi duruyor işte.
Bu arada ‘tarihi’ bir laf etti Devlet Bahçeli: "Diyarbakır, Mardin, Van Büyükşehir Belediye Başkanlıklarının idaresi egemenliğin yegane sahibi Türk milletinin doğrudan kontrolündedir."
Demek ki neymiş?
Bu ülkede egemenliğin yegane sahibi Türk milletiymiş.
Kayyumlar da bunun için atanmış.
Yani bırakın demokratik özerkliği, 12 Eylül anayasasının getirdiği belediye yetkilerini bile Kürtler, Çerkesler, Araplar, Ermeniler vd. kullanamazmış.
Kürtlere muhtar bile seçemezsiniz deniyor
Geçmişte 28 Şubat’çı generallerin Erdoğan şahsında politik islamcılar için attırdığı "muhtar bile seçilemez" manşeti geliyor insanın aklına. 19 Ağustos darbesiyle Selçuk Mızraklı, Bedia Özgökçe ve Ahmet Türk şahsında siyasallaşmış Kürt halkına da aynı şey söyleniyor.
Bahçeli’nin sözü ne kadar da tanıdık!
1930 yılında dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt da şöyle demişti:
"Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı".
Yine aynı yıl, Başbakan İsmet İnönü şunu söylemişti:
"Bu ülkede sadece Türk ulusu, etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur."
Her ikisi de bu sözleri Kürtlerle ilgili olarak, Kürt isyanları hakkında söylemişlerdi.
İşte aradan geçen yaklaşık 90 yıllık sürenin ardından Devlet Bahçeli de aynısını söylüyor:
"Egemenliğin yegane sahibi Türk milletidir".
Bahçeli’nin zihnindeki yersiz-yurtsuz Türklük
Devlet Bahçeli, kendi zihnindeki (farazi) bir Türklük adına konuşuyor aslında. Ülkedeki bütün Türkleri temsil etmiyor. Hatta Türklerin küçük bir azınlığını temsil ettiğini söylemek daha doğru olur. Fakat devletin çelik çekirdeğini oluşturan JÖH, PÖH, ÖKK, MİT gibi örgütlerdeki kadroların büyük çoğunluğunun kendisine bağlı olmasının özgüveni ile konuşuyor.
Aslında, Nihal Atsız'dan Alpaslan Türkeş'e, oradan Devlet Bahçeli'ye devrolunan Türklük kurgusu; yerli olmayan bir Türklüktür, göçebe ve yerleşimci bir Türklüktür. Yerli olamayan, yerleşemeyen, birlikte yaşadığı halklarla ortak bir vatan oluşturamayan, eşitlik hukuku kuramayan bir Türklük kurgusudur bu. Onlara göre, aslolan Anadolu toprağı değildir, aslolan ezel-ebed Türklüktür, Türk kavimleri nerede ise yurt orasıdır. Eğer Türk, birlikte yaşadığı halklarla eşitlenirse bitmiş demektir. O yüzden yerleşemez, yerleşimci köklerini her daim akılda tutmak, kendi kimliğini mutlaka Uzak Asyalı genleriyle birlikte tanımlamak zorundadır. Aslında, bu zihniyete göre, Türk halkı yersizdir. Yurtsuzdur. Mutlaka bir yurdu zor yoluyla elde tutmalı, mutlaka başka halklara zor yoluyla boyun eğdirmelidir, onları kendisine köle etmelidir. Nihal Atsız’ın evladına bıraktığı vasiyetin bir düşman milletler listesi olması rastlantı mıydı?
Demokratik ulus mümkün
Oysa başka bir Türklük düşüncesi de vardır. Bu, demokrat, sosyal demokrat ve sosyalist Türklerin bilincinde giderek olgunlaşan bir Türklük düşüncesidir. Türk halkı, birlikte yaşadığı halklarla, başta da Kürt halkıyla bir demokratik ulus içinde kaynaşarak bir eşitlik hukuku kurar ve birlikte yaşamı kökleştirir. Bir eşitler sözleşmesi çerçevesinde bütün halklar ve inançlar eşit temelde yeniden birleşir. Ortak bir vatan, bütün halkların eşit siyasal katılımıyla yoğrulur. Bu tutumun anlamı, tam da yerleşmektir aslında, Türk halkının artık bu toprakların bütün halklarıyla gerçek anlamda kaynaşmasıdır, bir eşitler hukuku içinde birleşmesidir. Gerçek anlamda "yerli" olan da bu tutumdur.
MHP içinse bu bir beka sorunudur! Eğer hakim millet olamayacaksa, diğer halkları kölelik durumu içinde zorla tutamayacaksa, Türklük bitmiş demektir. İşte bu marazî düşünce iklimi içindedir ki, MHP ve Bahçeli kayyum hırsızlığını alkışlamaktadır.
Kayyum hırsızlık demektir
Oysa kayyum yönetiminin gerçekte bir hırsızlık, yolsuzluk, talan çarkı olduğunu 3 yıllık kayyumlar pratiği defalarca gösterdi. Halkın kolektif kaynağı olan belediye kasaları har vurulup harman savruldu. Milyonlarca lira devlet erkanının ‘ağırlanması’, onlara onbinlerce liralık ‘hediyeler’ alınması için hoyratça harcandı. Belki de Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzlukları kayyumlu dönemde bölgede yaşandı. Kayyumlar Van, Diyarbakır ve Mardin büyükşehir belediyelerini 3 yılda yaklaşık 3 milyar lira borçlandırdılar. Adeta soyup soğana çevirdiler. Herhalde bu yüzden olsa gerek, Diyarbakır’da kayyum atama hazırlıkları daha oylar sayılırken, 1 Nisan’a başlatıldı.
Daha da önemlisi, AKP bölgedeki kayyum atamalarından aldığı güçle, İstanbul seçimlerini iptal ettirebildi. İstanbul’a dahi kayyum atayabildi. Ankara’da belediye başkanı aleyhine açtırdığı uyduruk bir davayla belediyeye el koymanın hazırlıklarını yaptı. Bu hazırlıkların rafa kaldırıldığı söylenebilir, ama kayyumcu AKP’nin bundan tümden vazgeçtiğini herhalde kimse söyleyemez. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun her yönüyle hukuksuz ve tümüyle gerekçesiz kayyum kararı iptal edilmedikçe, bu ülkede ne zaman hangi belediyeye kayyum atanacağını kimse bilemez.
Bütün bu gelişmeler, Türk halkını da bir yol ayrımına getirdi. Marx’ın da dediği gibi, "başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamaz." Kürt halkının ezilmesi, Türkiye’de haramilerin sömürü ve soygununu sürdürmesinin en önemli sığınağı haline gelmiştir. Kürt meselesinin demokratik çözümü, sadece Kürtlerin değil, ekmekten, işten, hürriyetten yana dertli bütün Türklerin de meselesi haline gelmiştir.