Ali Duran Topuz
Bahçeli’nin ısrarı ve hegemonya sorunu
MHP lideri Bahçeli, “Israrlıyım” diyor. Nede ısrarlı? Öcalan’ın örgütünü tasfiye etmesinde ısrarlı, ama bundan ibaret değil: Öcalan’ın bu tasfiyeyi TBMM çatısı altında ilan etmesinde de ısrarlı.
Başka ısrarları da var: Kürt sorunu yok demekte. DEM Parti ile “terör” iltisaklıdır fikrinde. Kürtleri “Türk milleti”nin içinde görmekte. Federasyona zaten olmaz diyecek elbet ama “özerklik” diye bir şey olmayacağında. Mozaikte değil mermerde. E bunları da biliyoruz, toka cephesinde yeni bir şey yok sanki.
‘İMRALI TÜRK TOPRAĞI DEĞİL Mİ?’
Yeni bir şey yok ama hâlâ bir şeyler var, konuşmadaki bazı ipuçlarına, ifadelere bakarak adım adım gitmeye çalışalım, ilk olarak girişe aldığım “ısrar”ına bakalım. Malum, Bahçeli ilk olarak Öcalan’a, “Gelsin, TBMM çatısı altında DEM Parti grubuna seslensin” dedikten sonra iktidar saflarında bir koro başlamıştı:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözden haberi yoktu, ona bilgi vermeden söylemişti. Öyle veya değil, bugün itibarı ile artık Erdoğan’ın bilgisi dahilinde bu sözü tekrar etti. Yani Bahçeli’nin projesi her ne ise onun içinde Öcalan’ın TBMM’de konuşması yer alıyor, bu bir metafor ya da uç örnek kabilinden söylenmiş bir söz değil. Dahası, bu söze yönelik eleştirilere kendi retoriği çerçevesinde çok ilginç bir cevap verdi Bahçeli: “... İmralı adası Türk toprağı değil mi? (…) Türkiye Büyük Millet Meclisi DEM Parti grubuna gelmesine itiraz ediliyor da İmralı’da kalmasına niye tepki gösterilmiyor?”
PARLAMENTO’DAKİ 339 BÖLÜCÜ
Bu sözler, Öcalan’ın Parlamento çatısı altında konuşmasına hiç olur mu öyle şey kabilinden itiraz edenlere söyleniyor, biraz da “Erdoğan’ın haberi yoktu” yollu açıklamalara, özetle “Bal gibi olur” diyor. Fakat bu sözlerin parlamento bahsinde deşilebilecek başka yönleri de var: Konuşmada, bugüne kadar TBMM’ye girmiş “bölücü”lerin sayısını veriyor:
“Cesetlerinin çiğnenmesinden bahseden aslan parçaları, 1965 yılından bugüne kadar; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ters bakan 339 bölücü milletvekilinin Meclis çatısı altında görev aldığını size nasıl anlatalım? Bu sarih gerçeği daha nasıl açıklayalım?”
TBMM’DEKİ ÖCALAN GÖLGESİ
Keza bu “tarih”sel bilginin yanı sıra güncel bir fotoğraf da veriyor: “Öcalan İmralı’da yatıyor, fakat DEM Grubu’nda 57 Öcalan gölgesinin ayakta olduğunu niye görmüyorsunuz? Neden itiraf edemiyorsunuz?”
İmralı ile TBMM arasında kurulan bu koşutluk, bu mekânsal eş değerlilik, aslında Türkiye’de 2015’ten sonra parlamentonun neden geri plana itildiğinin açıklamasını da içeriyor: Parlamenter sistem, Kürtleri egemenlik paylaşımından uzak tutma işlevini artık yerine getiremediği için değersizleştirildi, mevcut “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” bu sebeple kuruldu. Öcalan’ın “57 gölge”siyle zaten etkili ve etkin olduğu bu mekânda şahsen de bulunması kendi başına niye dert oluyor size demeye getiriyor Bahçeli.
Böylece nutkuna hakim bütün otoriter tona, anti-Kürt cümle serilerine, Kürtsüz sistem tasavvuruna rağmen, Öcalan’ı mevcut sistemin egemenlik/hegemonya sorununa bir çözüm için davet etmiş oluyor gerçekte.
Bu noktaya döneceğiz ama arada başka üstünde durmamız gereken noktalar da var:
AHMET TÜRK’E ÖVGÜ, CHP’YE ÖFKE
Konuşmada somut öfkenin ana hedefi olarak CHP var, tüm eleştirilere rağmen DEM Parti değil. O kadar ki Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk hakkında sitayiş ve hürmet dolu cümleyi CHP’ye öfke ile bitirdi:
"Özellikle ciddi sağlık sorunları olan, yaşı kemale ermiş bulunan ve köklü bir aileye mensup Kürt ağası Sayın Ahmet Türk'ün istismar edilmesi, İmralı'yla DEM Parti arasına çomak sokma sinsilikleri, CHP'nin başını çektiği kara kampanyanın dış bağlantılı mahsulüdür.”
Cümledeki “İmralı ile DEM Parti arasına çomak sokma sinsilikleri” ibaresi, Bahçeli’nin 22 Ekim konuşmasında mevcut girişime ilişkin kafasında kurduğu sahneyi iyi anlatıyor: Bu süreç, her ne ise, Öcalan ile DEM Parti dışında aktörleri ortalıkta istemeyen bir süreç. O konuşmada Kandil ve Edirne (yani Selahattin Demirtaş) zaten dışlanmıştı, bu konuşmada CHP’ye yönelik kızgınlık bu sahneyi bozucu etki yapmasında. Sanki CHP sürece toptan karşı çıksa Bahçeli daha çok memnun olacakmış gibi. Kayyım sürecinin DEM-CHP kent uzlaşısının sembol mekânı Esenyurt’tan başlaması da bunun bir işareti. Şu da son not olsun: Sanki Bahçeli, DEM Parti’yi yeterince Öcalancı olmamakla eleştiriyor gibi!
GÖREVDEN ALINANLARA SABIR
Dünkü konuşmada dikkat çekici bir nokta da Ahmet Türk övgüsünün yanı sıra, yerine kayyım atananlara “sabırla hukuki süreci bekleme” önerisiydi. Öyle anlaşılıyor ki Bahçeli, kayyım atamalarının, gözaltıların, tutuklamaların “sürece” (o her ne ise) engel olmaması gerektiği fikrinde; sadece belediye başkanlarına değil, meseleyle yakından ilgili herkese “sabır” öneriyor gibi. Sabır? Niye? Ne olana ya da neyi görene kadar? Öcalan’a çağırıyı yinelediğine göre, Öcalan’ın tekrar konuşmasına kadar. Bu durumda, Ahmet Türk’ün kayyım atamasından sonra söylediği, “Bazı yerlerde yaptıkları görüşmelerde istedikleri sonucu alamadılar” tahmini hayli güçlü bir gerçeklik payı içeriyor olmalı.
O zaman toparlayalım: Bahçeli hâlâ Öcalan’ın gelip TBMM’de DEM Parti grubuna seslenmesinde ısrarcı. İstek biliniyor: Örgütü tasfiye etmesi. Fakat süreci “siyasallaştırmak” istemiyor, yani DEM dahil, CHP başta, kimsenin sürece herhangi biçimde müdahil olmasını istemiyor. Süreci hukukileştirmek de istemiyor, “hukuk” ancak Öcalan konuştuktan sonra işlemeye başlayacak, yani işte umut hakkı devreye konulacak, “sabır” tavsiye edilen belediye başkanları belki göreve geri dönecek filan.
ERDOĞAN’IN YENİDEN ADAYLIĞI SORUN MU?
Bu şekilde tamamına ermiş bir sürecin ana meyvesi olarak da Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmesini, bunun için gerekil anayasa değişikliğinin yapılmasını istiyor. Gerekli anayasa değişikliği? Bahçeli muhtemelen mevcut anayasa ile Erdoğan’ın tekrar aday olamayacağını düşünüyor!
Böyle bir “süreç” olabilir mi? Olursa adı, sanı, özelliği ne olur? Onu da söyledi: Osmanlı barışı gibi bir Türk barışı. “Pax Ottomana”nın devamı olarak “Pax Bahçeli.” Yani galibin temin ettiği barış. Yani otoriter bir yapının devamını riske sokmayacak bir “çözüm.”
ÖCALAN NEYE GÜVENECEK?
Peki bu türden bir barışı Öcalan neye güvenerek temin etmek üzere Meclis’e gelecek? Büyük ihtimalle sürecin en önemli düğüm noktalarından biri bu: Öcalan’a bu güvence nasıl verilebilir? Hukuk önceden değişmeye başlasa, siyasal mekanizmalar önceden kurulmaya başlasa, mesele önceden toplumsallaştırılarak yürütülse bu güvence anlaşılır yollarda mümkün olabilir, böyle olmadığına göre nasıl? Mümkün tek ihtimal görünüyor: Öcalan’a verilen sözler tutulmadığında yaptırım uygulayacak bir üst gücün devrede olması. Şu anda buna aday bir güç var mı? Tanrı bu işlere karışmadığına göre yok. Olsa olsa, “sınırları yeniden çizme” arzusuna ve gücüne sahip bir güç olabilir bu ki o zaman ABD’den başka bir aday görünmüyor. Tabii “ABD devrededir o zaman kesin” filan demiyorum, imaen bile demiyorum, fakat Bahçeli’nin ısrarlı göründüğü “çözüm”ün işlemesi için ne gerekir sorusuna cevaben ihtimalleri ele almaya çalışıyorum. Yine de eklemek gerek: Bahçeli’nin, “ABD ile ilgisi yok” mealindeki ifadeleri ise “Kürt sorunu yok” derken olduğu kadar anlamlı, yani mefhumu muhalifiyle.
Son olarak, egemenlik meselesine dönerek bitireyim: Öcalan, mevcut sistemin egemenlik/hegemonya sorununa bir çözüm için davet edilmiş durumda. Çünkü manzara şu. Parlamenter sistem çözüm olmadı yeni rejim oluşturuldu.O da çözüm değil, Kürtler “iç cephe”de hangi tarafta duruyorsa o taraf, “dış cephe”de hangi aktörle beraberse o aktör ağır basıyor. Kriz bundan da ibaret değil, ekonomideki sıkıntılar çekirdeği proleterya olan geniş toplum kesimlerini sisteme itiraz noktasına sürüklüyor. Hepsiyle baş etmek için baskıyı, şiddetin her an hazır ve hatta devrede olduğu bir düzeye kadar yükseltmek gerek. Böyle bir durumda İmralı’nın kapıları, Öcalan’ın önü TBMM’ye geleceği kadar açılacaksa sonuç ya egemenlik paylaşımının yeniden düzenlenmesi olacak ya da 1920’den beri sürekli şahit olunan “Osmanlı oyun”larından biri daha sergileniyor olacak. Göreceğiz.