Barış Atay’a yöneltilen sorulardaki kıskançlık ve haset

MHP’yle çatışma yaşayan ülkücüler, ‘anneye’ de kızgın olduklarından İYİP’e de yönelemiyorlar. Annesiz ve babasız kalmışlardır. Burada ağabey öne çıkar, kendi ağabeylerini yaratmayanların Barış Atay’a, ‘bize geç ve ağabeyimiz ol’ yaklaşımı bu nedenledir.

Geçtiğimiz aylarda katıldığı programda Barış Atay’a yöneltilen sorulardaki suçlamaların altında sitem var, çaresizliğin verdiği bir tür öfke, kıskançlık ve haset var. Sorulardaki öfkede bu da saklı. Neden sen bizim ağabeyimiz değilsin. Büyük ağabeyle koalisyona yapabilenler otoriter (devlet) babaya karşı çıkabilirler. Ama bu ağabey ötekinin ağabeyi değil, bizden öz ağabey olmalı. Dışarıdan, düşman ağabey, grubu kenetler, bütünleştirir. Güzel olan neden öteki tarafta? Hoşlandıklarının Kürtlere yakınlığı… Kürtlere olan öfkelerinin ardında da bu haset yok mu?

Ödipus karmaşası ailedeki ilişkileri, anne/baba/çocuk arasındaki ilişkiyi anlamlandırma girişimidir. Kutsal aile, Türk aile yapısı gibi söylemlerin gizlediği konuya dikkat çeker: Aile üyeleri sadece birbirlerini sevmezler, ayrıca aralarında ölümcül bir mesele de vardır. Habil-Kabil kardeşler arası ilişkideki ölümcüllüğü gösterir. Baba ve oğulları, anne ve kızları arasında da düşmanca bir yan vardır. MHP/Ülkücüler meselesi bu anlamda baba pozisyonundakilerle çocukları arasındaki ilişkidir. Erkekler arasındaki ilişki annenin/dişinin yokluğunda çok gerilimli ve düşmancadır da.

Ödipus karmaşasının bir başka anlamı da kuşaklar arası çatışmanın nasıl organize edileceğine dairdir. Kuşaklar arası devir teslimi ve gücün yaşlı kuşaktan genç kuşağa aktarımı. Birçok kültürde gözlemlenen ve kuşaklar arası güvensizliğin yarattığı kuşak çatışması. İşte bu ilişkinin genelde kendi kültürümüzde özelde de kültür fetişizmi yapan ülkücülükte (bu bağlamda kültürel ırkçılık yapan) nasıl düzenlendiği.

Batı toplumunda kuramsal olarak genç kuşağın babayı geçerek ve yenerek iktidarı babadan devralması. Türk kültürü ise otoritenin ölene kadar iktidarı bırakmaması. İşte burada MHP ve ülkücüler arasında çatlak oluşturuyor galiba. Önceden töre, anane diyerek tartışılamayan bu ödipal durum artık tartışılır halde ve genç kuşak (ülkücüler) gücü elinde tutan otoriteden (MHP) gücü almak, en azından güce ortak olmak istiyor. Genç kuşağa güvensizlik babalardan (yaşlı kuşak) daha eğitimli ve dinamik genç kuşakla soruna neden oluyor. Genç kuşak çeşitli kontekslerde bu durumu dile getiriyor. Erdoğan’ın diploma tartışması sadece bir belgenin eksikliği meselesi değil, aynı zamanda Erdoğan’ın cahil olduğuna, eğitimsizliğine vurgu da (dil bilmemesi de benzer gerekçeyle yapılıyor). Artık yaşlılık semptomları belirginleşenlerin (unutkanlık, yürüme, oturma kalkma zorluğu) oturdukları koltukta kalmalarına duyulan bir öfke de var.

İletişim çağında edinilen bilgi, başka kültürlerdeki deneyimleri de bilen genç kuşaklar itirazlarını dile getiriyorlar. Töre, itaat, emir anlatıları etkili değil sanıyorum. Çünkü başka kültürlerde otorite gücünü yitirirken ona sembolik bir güç verilerek, onore edilerek, narsistik incinme azaltılarak iktidardan uzaklaştırılıyor ve daha genç ve dinamik olanlar iktidara geliyorlar. Partilerde onursal başkanlık unvanı verilerek iktidardan uzaklaştırmalar buna örnektir... İşte ülkücüler ile MHP arasındaki çatışma bu, hâlâ çocuk görülmeler, genç kuşağa güvensizlik ve onu eşdeğerde kabul etmeme... Meral Akşener “başka” gibi görünse (iktidarı kullanma biçimi anlamında) de benim için aynı ve değişmez kalan bir yanı da var. Bu bağlamda torunlarına masal anlatır gibi bize eski bir masalı “yeni” diye anlatıyor yani.

BİR TOTEM OLARAK ASENA

MHP’de anne yok edilirken totem (Asena/Bozkurt) olarak duvara asılmıştır. Cansız ama yüceltilendir. Yüceltmek çok hoş görünse de yücelten ile yüceltilen arasına mesafe koyarak birbirlerinden uzaklaşmaları demektir. Anne artık cansız, yüceltilen bir totem olarak etkisiz bir figürüdür. Reel bir Asena (Meral Akşener) yaratma projesi baba (MHP) ve oğulların (ülkücüler) koalisyonuyla engellenmiş ve anne sürgüne (ocağın dışına) çıkarılmıştır (partiden atılmıştır). Anneyi/dişiyi yok etmek babalar ve oğulların ortaklığı ve aynı zamanda suçudur. Aralarında anneyi yok etme koalisyonu (ve suçu) var biraz da. Totem olarak asılı duran Asena bir annenin olduğunu ama ortadan kaldırıldığını da sürekli hatırlatır.

Asena anlatıda da zaten Türklere önderlik ederek Ergenekon’dan çıkışın yolunu göstermiş ve misyonunu tamamlamıştır. MHP’den ayrıldıktan sonra (Ergenekon’dan çıkış metaforu) Akşener belki de mitolojik figür gibi işlevini tamamladı. Uygun bir kaanın/başbuğun henüz bulunamaması süreyi uzatıyor belki de. Baba MHP’de terk edildi, iktidarı isteyen oğullardan henüz kimse iktidarını sağlamlaştıramadı da (bazıları ayrıldı, bazıları kovuldular). Baba ve oğulların iktidar çatışması kanlı olur ve biri iktidarı alır. Anne ve oğullar arasında iktidar çatışması çok yaygın değildir. Anne bir çocuğunu babanın yerine oturtur ama gücü vermez... Baba ve oğullar ilişkisi töre üzerinden oluşturan bir hiyerarşiyle organize edilir ve çatışma önlenir. Burada çok katı bir hiyerarşi dikkat çeker. Töreye herkes bağlı kalır ve bu ölümcül/cani çatışma önlenir. Töre gruptaki herkesin koşulsuz uymasıyla yaşatılır ve geçerlilik kazanır. Birileri uymadığında çatışma kaçınılmazdır (Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan Ateş töreye aykırı davrandığı için, mutlak otoriteyi sorguladığı için de öldürülmüştür. Cinayete karşı çıkanlar da töre üzerinden gerekçe ararlar: başkanın öldürülmesi töreye aykırıdır. Mertçe öldürülmemesi=uyuşturucu satıcılarına öldürtülmesi töreye aykırıdır. Bu tartışmada modern devlet kuramlarının izi ve terminolojisi yoktur.

SUÇ VE SUÇLULUK BİLİNCİ

Töreye uygun ölümler ve öldürmeler kesinlikle suçla ilişkilendirilmiyor. Gözümüzün önünde bu tartışmayı bu düzeyde yapıyorlar... Akademisyen olarak sunulan ve katledilen kişi silahını çekerek katilleriyle çatışmaya girerek ve "mertçe" ölüyor. Bir insanın öldürülmesini ve yani bir iğrençliği, en ağır bir suçu konuşuyoruz... Ama bu konuya ilişkin kullanılan dilin ve kavramların akademiden çok düello kültürüyle ilişkili... Demokrasi, hukuk, suç, suç bilinci, faillerin bulunması, cezalandırılması... Yarınları bu ülkücülerle kurmak mümkün değildir aslında. Töreye uymayanın cezalandırılması grupta suçluluk bilinci/duygusu oluşturmaz, hatta töreye uymadığı için cezayı hak ettiği düşünülür. Arlanma kültürlerinde gördüğümüz arlanma yaratan konunun ortadan kaldırılması suç olarak görülmez. Düelloda öldürmek/öldürülmek, onurunun incindiğini düşünen samurayın onurunu korumak için insan öldürmesi de suç olarak görülmez. Mafyacılık oynayanlar da racon derken bu ahlaki koda gönderme yaparlar.

Babanın yok olduğu yerde anne çocukların sorumluluğunu üstlenir. Ama anne figürü de zaten daha önce babayı (MHP) terk etmiş, babayı ortada bırakmış kişidir. Bu durumlarda anneden beklenen otoriteye itaat etmesi, şayet ayrılık olacaksa annenin çocuklarının başında “namusu ve şerefiyle” durması ve babaya vefalı ve bağlı kalmasıdır. Saçını süpürge etmesi ve fedakâr anne olmasıdır (süpürge saçlı anneler/kadınlar sevil(e)mezler. “Süpürge saçlı kadınlar”a acınır, minnet borcu hissedilir işte bu duygu sevgi sayılır. Süpürge saçlı kadınlar sevilmezler ayrıca çekici de değillerdir. Batı anlatısında da “tesadüfen” cadılar süpürgeyle uçabilen kadındır).

Annenin başka otorite/güç/babayla ilgilenmesi erkek çocuklarda ödipal rekabet nedenli düş kırıklığı ve aldatılma hissi yaratır. İşte üvey baba anlatıları başlar burada ve üvey baba sevilemeyen, sevilmemesi gereken babadır da. Babaya kızan ve küsen çocuklar anneye sığınırlar. Ayrılık sonrası da babayla gerilim sonrası çocuklar anneye giderler. MHP’yle çatışma ve gerilim yaşayan ülkücüler ayrılık sonrası anneye de kızgın olduklarından İYİP’e de yönlenemiyorlar. Çünkü anne düşman bilinenlerle babayı aldatmıştır ve koalisyonu babanın rakipler/düşmanlarıyla yapmıştır. Bu aldatmayı, annenin başkalarıyla yakınlığını kendilerini aldatılmış olarak algılayan bu gençler artık hem annesiz hem de babasız kalmışlardır. İşte burada ağabey öne çıkar (kendi ağabeylerini yaratmayanlar Barış Atay’a ‘gel bizim tarafa geç ve bizim ağabeyimiz ol’ çağrısı yaptılar adeta). Ağabeyin çıkmazı anne/babanın hâlâ yaşıyor olmalarıdır. Güce/iktidara ulaşmak için onların geçilmesi gerekmektedir. Çocuk olsalar anneye gidebilirlerdi. Genç olunca anneden de uzaklaşmaları gerek ayıca.

BELKİ EMPATİ UMUDU VARDIR

Seçim ortamına giriyoruz. Bu yazdıklarımın bir bakıma karşılığı yok, biliyorum. Önemli olması gereken ise muhalifleri öz, üvey ve öteki olarak ayrıştıran, her gün şunu kabul ederim, şunu kabul etmem pozisyonundaki Akşener’in bu ülkedeki jüri üyesi gibi üstenci, kolonyalist bir tavırla konuşurken kendisinin de çok istenmeyenler listesinde olduğunu unutmaması gerek galiba.

Kendi mahallesinde bile analık yapamamış/becerememiş, reddedilmiş ve ayrıştırmış annenin ülkedeki herkesin annesi (başbakan olmak istiyormuş) olacağı (her yurttaşı koruyacağı, kollayacağı, kısacası birincil annelik özellikleri olmadığı gibi zalim yanıyla bilinmesi/anılması) konusunda umudumuzun olmadığını bilmesi gerekiyor.

O da geleneğini sürdürüyor ve dünyasını biz ve ötekiler üzerine kuruyor. Ötekiler öteki olmaktan kaçınamazlar. Bir gün gelir öteki olmakla özdeşleşirler ve böylece ötekileştirilenler ötekileştirenleri öteki olarak ilan ederler. Ortak yaşam projesinin sonu olur bu... Birincil annelik duygusu gelişkin anneler çocuklarının küskünlüğünü kendilerine dert edinirler. Küskün çocuklarını barıştırırlar, yaramaz ve haşarı çocuklarına anlayışlılardır. Çocukları arasında ayrım yapmazlar. Aslında toplumda anacan tutuma çok ihtiyaç var. Bizde ana yok ve otorite (devlet) küçük çocukla koalisyon yaparak (paramiliter güçler, ülkücüler, tarikatlar) kardeşler (öteki kardeşler Kürtler, solcular, son yıllarda da "Fetö"cüler) arasındaki düşmanlığı körüklüyor. Otoritenin bir tarafa yakınlığının dinamiğinde canice bir şey var, çünkü sonunda şiddet üretiyor. Ben/biz sadece iyi değiliz, her insan ve toplum gibi "kötü"yü de içimizde, tarihimizde, kültürümüzde barındırıyoruz. Aynı zamanda kötüyüz de yani... Atalarımız da sadece iyi insanlar değillerdi... Bizim varoluş mitolojimizde de var. Ve biz aslında katil olanın, otoritenin/tanrının az sevdiği kıskanç bir babanın (Kabil) torunlarıyız.

İnsandan umut kesilmiyor. Zombi olduğunu sandığımız insanlar bile insanı şaşırtıyor. Empati bütünüyle sadece psikopatlarda yok olabiliyor... Sahile bir balina vuruyor... Zalim bilinen insanlar kurtarma çabasındalar. Amerika’da bir siyah katlediliyor yası buralarda bile tutuluyor. İnsandışılık dediğimiz şey bir yer geliyor kayboluyor... Diktatörlükler, faşizmler... İnsandan umut kesilmemeli, çünkü çok kötülüğe bulaşmış insanlar bile insan olmaktan umutlarını kesmiyorlar. İçlerinde sakladıkları, bazen korktuklarından, bazen fark edemediklerinden... Uzaklardakilere empati ürkütmüyor ve Silivri’ye gönderme potansiyeli de yok. Uzaklarda olanlara empati gösterenler empatiye mesafe koyarak da olsa insan yanlarını sıcak tutuyorlar. Empati yoksa merhamet var... Bizi duygulandırsa da merhamete ihtiyaç duyulan yerde zulüm ve çaresizlik vardır. Ben merhamete gereksinim duymadığımız bir dünyayı tercih ederim.

BİTTİ


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi