Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Barış Günü'nün Türkiye'deki hazin tablosu

1 Eylül'ü DEM Parti'nin önerdiği gibi gerçek bir Barış Günü’ne dönüştürmek, CHP dahil tüm muhalefet partilerinin ve demokratik örgütlerin önünde ivedi görev olarak duruyor.

Bundan tam 57 yıl önceydi... Haftalık Ant Dergisi'ni farklı bir heyecan içinde hazırlamıştık. ABD emperyalizminin Viet Nam'da sürdürdüğü savaş vahşetinin iyiden iyiye yoğunlaştığı o dönemde, Türkiye'de ilk kez 1 Eylül Dünya Barış Günü Türkiye Milli Talebe Federasyonu'nun düzenlediği Evrensel Barış Şenliği ile kutlanmaktaydı.

Dahası, ABD militarizminin işlediği insanlık suçlarını yerinde saptamak, sonrasında da yargılamak üzere Russell Mahkemesi'nin Soruşturma Kurulu Başkanı olarak Viet Nam'a gitmiş bulunan Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar tam da o günlerde Türkiye'ye dönerek yaptığı basın toplantısında kamuoyunu uyaran önemli açıklamalarda bulunmuştu.

Aybar'ın açıklamalarını Ant'ta tümüyle yayınladığımız gibi haftalık yorumumda şunları yazmıştım:

"Aybar'ın verdiği demeci tüm yurttaşların duymasını isterdim... Savaşın dehşetini, zorbalığı, vahşeti yerinde gözleriyle görmüş, Amerika ve peykleri tarafından işlenen insanlık dışı savaş suçlarını bütün delilleriyle tesbit etmiş olan Sayın Aybar'ın demecine, ne TRT, ne de gazeteler gereken yeri vermişlerdir... Sadece Viet Nam'lıların değil, tüm insanlığın dramı karşısında bu ne ilgisizliktir, bu ne vurdum duymazlıktır..."

O denli ki, 1964'den itibaren sol hareketin günlük sesi haline getirdiğimiz, ancak kapitalistlerin ve onların hizmetindeki Demirel Hükümeti'nin baskılarıyla yönetiminden uzaklaştırıldığımız Akşam Gazetesi bile bu konudaki başyazısında "TİP Genel Başkanı'nın, sanki pek çok meselesi halledilmiş bir Fransız ya da Alman politikacısı gibi, kendi halkının dışında halkların derdi ile uğraşmaya kalkışması sadece siyasi snobizmdir" diyerek Aybar'ın evrensel boyuttaki hizmetini aşağılamaya çalışıyordu.

Üzerinden o kadar uzun bir süre geçti... Dün sabahın erken saatlerinde, Dünya Barış Günü'nü kutlayacağımız 1 Eylül'de yayımlanmış olan günlük Türk gazetelerini İnternet'te hızla taradım...

Yıllardır tüm baskılara ve engellemelere direnerek sosyalizm ve barış davasının savunuculuğunu başarıyla sürdüren Evrensel, Yeni Yaşam ve Birgün dışındaki gazetelerin hiçbirinde Dünya Barış Günü'ne ilişkin tek satır yoktu.

DÜNYA BARIŞ GÜNÜ'NDE FÜTUHATÇI YAYGARALAR

Buna karşılık, hepsinin birinci sayfaları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, aynı zamanda Türk Silahları Kuvvetleri Başkomutanı olarak, sadece Türkiye'de değil, yakın coğrafyada, hattâ uzak denizlerde barışı ve insan haklarını tehdit eden meydan okumaları ve hamasi şişinmeleriyle doluydu.

Akşam: "Türkiye mazlum ve mağdurların hamisi kimliğiyle ilelebet payidar olacak!"
Hürriyet: "Birileri Mavi Vatan'ı masal olarak görebilir... Biz bunlara kulak asmayacağız!"
Sabah: "Türkiye kimseden icazet almaz... Türkiye'nin çıkarları neyi icap ettiriyorsa onu yaparız!"
Türkiye: "Savunmada tam gaz hazırlık"
Yeni Şafak: "Birilerinin demir kubbesi varsa bizim de çelik kubbemiz olacak"
Yeni Akit: "3 denizaltımız 2029'da görevde olacak"
Türkgün: "Türk donanması dünyaya nam saldı"

Benim için hiç de şaşırtıcı değil... ABD emperyalizminin sırf kendi çıkarlarını savunmak için Sovyetler Birliği sınırında jandarmalık görevini yüklediği Türk Ordusu'nun, yine ABD'nin desteğiyle, giderek sadece Türkiye toprağında değil, yakın coğrafyada da terör estirecek bir güce dönüştürülmekte olduğunu daha 60'lı yıllarda belgelerle ortaya koyuyorduk.

Cumhuriyetin ilk 23 yıllık tek parti diktası döneminde Kürt halkı başta olmak üzere tüm milliyetlere ve de sol güçlere karşı bir devlet terörü aygıtı olarak kullanılmış bulunan Türk Ordusu, tam da tüm dünyada Barış Günü'nün coşkuyla kutlanmakta olduğu günlerden birinde, 1 Eylül 1947'de ABD emperyalizminin emir ve kumandası altına girmişti. Çünkü o gün ABD yardım anlaşması TBMM’de dönemin iktidar partisi CHP ve ana muhalefet partisi DP’nin oybirliğiyle ve de alkışlarla kabul edilmişti.

Bu, 5 Nisan 1946’da Büyükelçi Ertegün’ün naaşını taşıyan Missouri zırhlısının İstanbul Boğazı’na demir atmasıyla başlayıp 12 Mart 1947’de “Sovyet tehdidi”ne karşı Truman Doktrini, 4 Temmuz 1947’de Marshall Planı’yla gelişen bir sürecin sonucuydu.

Daha da öncesi... 2. Dünya Savaşı’nın bitimini izleyen sözüm ona "demokrasiye geçiş" döneminde ilk önce Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel’in Tan Gazetesi 4 Aralık 1945 tarihinde CHP'nin kışkırttığı "milliyetçi" güruh tarafından basılıp tesisleri parçalanarak susturulmuş, ardından yeni kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi ile sol sendikalar sıkıyönetim tarafından kapatılmıştı.

Sosyalist yazarımız Sabahattin Ali de, 2 Nisan 1948'de alçakça katledilerek o anti-komünist azgınlık sürecinin kurbanı olmuştu.

1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin “Artık yeter!” sloganlı demokrasi vaadleriyle iktidar olmasının ardından Behice Boran, Adnan Cemgil, Nevzat Özmeriç, Osman Toprakoğlu, Vahdettin Barut, Reşat Sevinçsoy, Muvakkar Güran ve Naci Ormanlar tarafından 14 Temmuz 1950 tarihinde Türkiye’nin ilk barış örgütü olan Barışseverler Cemiyeti kurulmuştu.

Ancak ABD’ye teslimiyette CHP iktidarından hiç de geri kalmayan Demokrat Parti’nin sırf NATO’ya kapağı atabilmek amacıyla Kore’ye 4500 kişilik bir bir tugay gönderme kararı vermesi üzerine TBMM Başkanlığı’na bir uyarı mesajı gönderen Barışseverler Cemiyeti’nin kurucuları 29 Temmuz 1950’de tutuklanmış, altı ay sonra da Ankara Garnizon Komutanlığı'na bağlı bir askeri mahkeme tarafından 30 Aralık 1950’de “Siyasal amaçla Türkiye'nin ABD ile dostluğunu bozmaya ve halkın hükümete olan güvenini sarsmaya çalıştıkları" gerekçesiyle 15'er ay hapse mahkûm edilmişlerdi.

Askeriyenin hakimleri tarafından mahkum edildikten sonra tam 12 yıl zindanlarda çile çektirilen büyük ozanımız Nazım Hikmet de, serbest kaldıktan sonra ileri yaşında sağlık sorunlarıyla boğuşurken askere celp edilerek yeni bir komplo ile karşı karşıya bırakıldığı için 17 Haziran 1951'de ülkesini terk etmek zorunda bırakılmıştı.

Hemen ardından bunu ünlü 1951 Türkiye Komünist Partisi tevkifatı izlemiş, başta Dr. Şefik Hüsnü Deymer, Zeki Baştımar, Reşat Fuat Baraner, Mehmet Bozışık, Halil Yalçınkaya, Vedat Türkali ve Mihri Belli olmak üzere Türkiye’nin seçkin aydınlarından ve işçi liderlerinden 118 kişi on yıla varan hapis ve üç yıla varan sürgün cezalarına çarptırılmışlardı.

60’lı yıllarda özellikle Türkiye İşçi Partisi’nin kurulmasının ardından, bu parti başta olmak üzere sol yelpazedeki yerleri ne olursa olsun tüm sendikalar, gençlik örgütleri, medya, yayın, kültür ve sanat kurumlarında öncelikli gündem maddesi ABD emperyalizminin hegemonyasına karşı mücadeleydi, Türkiye’nin tüm komşu ülkeleriyle barış içinde bir arada yaşamasını sağlayabilmekti.

Bu mücadelede yer alan kurumlar ve yurttaşlar da sadece art arda açılan davalar ve verilen mahkumiyet kararlarıyla değil, ABD uşağı ırkçı ve ümmetçi terör örgütlerinin, beyni yıkanmış bozkurtların ve mücahitlerin kanlı saldırılarına hedef olarak ağır bedel ödediler.

Ant Dergisi'nde militarizmin sadece askeri ve siyasal planda değil, ekonomik planda da örgütlenmesine karşı mücadele başlatmıştık. Tüm ordu mensuplarının Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK)'ın kuruluşuyla kapitalist sınıfa entegre edilmekte olduklarınıbelgelemiş, 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin Ordu tarafından bastırılmasının ardından direnen işçi liderlerinin sıkıyönetim mahkemelerinden yargılanmasını Ant'ın kapağında "Kapitalistleşen subaylar işçileri yargılayamaz!" diye protesto etmiştik.

ABD ve NATO destekli 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden sonra kurulan faşist yönetimlerin boy hedefi de yine anti-emperyalist mücadeleyi, tüm dünya insanlarının barış içinde kardeşçe yaşaması özlemini kendi günlük yaşam kaygılarından daha önde tutan halk çocuklarıydı.

1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan, 1980’den sonra da onlarca devrimci genç bu inanç ve kararlılıkları nedeniyle sıkıyönetim mahkemelerince ölüme mahkum edilerek idam sehpalarında can verdiler.

1973'te sözüm ona sivil yönetime geçildikten sonraki CHP-MSP iktidarı döneminde Türk Ordusu ilk kez sınır ötesine huruç eyleyip 1974 yılında Kıbrıs adasının kuzeyini tamamen işgal ederek Türkiye'nin sömürgesi haline dönüştürdü.

Askeri darbeler dönemindeki barış düşmanlığının en inkar kabul etmez kanıtı ise, hiç kuşku yok ki, 3 Nisan 1977’de kurulmuş olan Barış Derneği’nin 12 Eylül darbesinden sonra kapatılmış olmasıydı. Dernek yönetici ve üyeleri “Türkiye'deki meşru düzene ve bu düzeni sağlayan ittifaklara, NATO’ya karşı oldukları” gerekçesiyle tutuklanmış, bir askeri mahkeme tarafından 14 Kasım 1983’de 8 yıla kadar varan hapis cezalarına mahkum edilmişti.

AKP-MHP KARŞITI TÜM PARTİLERİN SORUMLULUĞU

Günümüzde barış davasına sahip çıkmak geçmiş dönemlerdekine eş değerde bir önem taşıyor, çünkü karşımızda artık fütuhatçı İslam bayrağını taşıyarak bölgesel bir emperyalist güç olmaya yönelmiş olan Tayyip Erdoğan iktidarı var.

Yanına devşirme İslamcı teröristleri de takarak Türk Silahlı Kuvvetlerini Suriye, Irak ve Libya’da istilacı savaşa süren Erdoğan iktidarı, Kafkaslar'da Azerbeycan’ın Yukarı Karabağ'ı Ermeni nüfusundan arındırmasına destek olduğu gibi Akdeniz’e savaş gemileri salarak başta Yunanistan olmak üzere bölge ülkelerini tehdit ediyor.

Tayyip döneminde Türk askeri birliklerinin Afganistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Katar, Kosova, Kuzey Kıbrıs, Lübnan, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Somali ve Sudan’da üslenmiş olması yetmezmiş gibi, Isparta’da da 57 ülkenin askerlerine komando eğitimi verildiği yandaş medyada iftiharla yazılıyor.

Yine aynı medyanın haberlerine göre “Barbaros’un torunları denizlere sığmıyor… Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarını koruyan savaş gemileri, Kuzey Buz Denizi’nden Hint Okyanusu’na uzanan deniz alanında uluslararası operasyonlara başarıyla imza atıyor.”

Evet, dün 1 Eylül Dünya Barış Günü idi...

Ama Türkiye’de 1 Eylül, bizim kuşak için hem Barış Günü, hem de ABD emperyalizmine teslimiyetin TBMM’de CHP iktidarının ve DP muhalefetinin oybirliğiyle onaylandığı gün olması itibariyle aynı zamanda Barışın Katledildiği Gün’dür.

1 Eylül’ü Türkiye’de de gerçek bir Barış Günü’ne dönüştürme görevi tam 77 yıldır demokrasi ve barış güçlerinin önünde görev olarak duruyor.

Bunun için, AKP-MHP diktasının yanında olmayan tüm siyasal partilerin ve kitle örgütlerinin, DEM'in yaptığı gibi, Türk Ordusu'nun Suriye ile Irak'taki Kürt bölgelerinde yürüttüğü işgal ve imha operasyonlarına, üç kıtadaki ve tüm denizlerdeki fütuhatçı varlığına net şekilde karşı çıkmaları gerekir.

Bittabi, bu konularda tarihsel sorumluluklar taşıyan ana muhalefet partisi CHP başta olmak üzere...


Doğan Özgüden kimdir?

1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Direniş Belgeleri, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve yedi ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi