İrfan Aktan
Başak Demirtaş neden vazgeçti?
Artı TV-Artı Gerçek çalışanları olarak 6 Şubat depreminin yıldönümü vesilesiyle Diyarbakır’dan başlayıp Adıyaman-Pazarcık üzerinden vardığımız Hatay’ın bir dağ köyünde, 7 Şubat sabahı veteriner hekim Metin Hatun’un deprem günlerindeki sarsıcı tanıklığını dinlerken sık sık çalan telefonuma daha sonra baktığımda farklı TV kanallarından çok sayıda meslektaşımın bana ulaşmaya çalıştığını, mesajlar attığını, yayınlara davet ettiğini gördüm. “Başak Demirtaş neden vazgeçti?”
Herkes haklı olarak bu sorunun yanıtını arıyordu.
Zira 21 Ocak günü görüştüğümüz Başak Demirtaş, partisi DEM’in uygun görmesi halinde İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına aday olabileceğini açıklamıştı. Ertesi gün tekrar görüştüğümüz Demirtaş, yazılmaması kaydıyla bazı değerlendirmeler yapmıştı. İçeriğini aktarmayacağım ama Demirtaş bu kararının elbette kişisel veya “ailevi” olmadığını, bunun zaten DEM Parti’yle koordinasyon içinde atılmış bir adım olduğunu ifade etmiş, daha sonra da herhangi bir gazeteciye beyanat vermeyip sürecin nasıl gelişeceğini beklemeye koyulmuştu.
Demirtaş’ın ilk açıklaması o günden beri hararetli bir biçimde tartışıldı; sayısız senaryo yazıldı, konuşuldu. Kimine göre Başak Demirtaş yedi yılı aşkın süredir hapiste tutulan eşi Selahattin Demirtaş’ın yönlendirmesiyle bu çıkışı yaptı, kimine göreyse bu çıkış DEM Parti ile AKP arasındaki bir anlaşmanın göstergesiydi.
Hatta Başak Demirtaş’ın bu çıkışını eşi Selahattin Demirtaş’ın hapisten çıkarılması için atılmış bir adım olarak yorumlayanlar bile oldu. Oysa Selahattin Demirtaş, Kobani Davası savunmalarında iktidara ve yargıçlara resti çekmiş, kendisi ve arkadaşları hakkında öngörülen cezanın verilmesi halinde eşinin, çocuklarının bunu davul-zurnayla karşılamasını istemişti: “Biliyoruz ki siz kararınızı çoktan vermişsiniz, ferman yazılmış. Ancak kararınızın bizim ve halkımızın nazarında hiçbir hükmü yoktur. Bize baş eğdiremediniz. Kararı yüzüme okumanıza müsaade etmeyeceğim. Karar açıklandığı zaman eşime, kızlarıma, sizlere vasiyetimdir; davul-zurnalarla karşılayın. Çünkü biz de burada öyle karşılayacağız.”
Aslında Kürt hareketinin aktörlerinin bu tür siyasi hamlelerinin kişisel olamayacağını hâlâ bilmeyenler bile Kobani Davası’nda yaptığı siyasi savunmanın içeriğini detaylıca okusalardı, Selahattin Demirtaş’ın “serbest kalmak” için böylesi bir hamleyi yapmaya tenezzül etmeyeceğini, kendisi de artık siyasi bir aktör olan Başak Demirtaş’ın da böylesi bir adım atmayacağını rahatlıkla görebilirlerdi.
Yine de senaryolar, komplo teorileri, ithamlar ve ezberler bir yana, ortada hâlâ izaha muhtaç bir 18 günlük süreç var.
Başak Demirtaş neden aday olabileceğini açıkladı ve ama neden vazgeçti?
Öncelikle Başak Demirtaş’ın 7 Şubat’taki açıklamasına bakalım: “Gelinen aşamada benim İstanbul Büyükşehir Belediyesi adaylık beyanımın bir başvuruya dönüşmemesi konusunda da Partimizle ortak görüş birliğine varmış bulunmaktayız. Tüm halkımız ve partililerimiz bilmeli ki bütün kararlar Partimizle tam bir uyum ve koordinasyon içerisinde alınmıştır."
Demirtaş’tan sonra eşi Selahattin Demirtaş da DEM Parti milletvekilleri Mehmet Rüştü Tiryaki ve Saruhan Oluç aracılığıyla bir açıklama yaptı. Tiryaki, Demirtaş’ın açıklamasını şu sözlerle aktardı: “Başak hanımın adaylık açıklaması partimize güç vermek içindi, geri çekilme açıklaması da partimizin bilgisi dahilinde. Bütün bu süreçler birlikte yürütülmüştür. Halkımız bilsin, halkımız bize güvensin; ne yaptığımızı biliyoruz, diyor sevgili Selahattin Demirtaş. Selahattin Demirtaş’ın sözleri ile ifade ediyorum. Dedi ki, ‘Biriz, bütünüz aramızda herhangi bir ayrılık gayrılık yok. Parti ile benim aramda ayrılık gayrılık yok. Halkın kafasını karıştırmaya çalışanlara kimse pirim vermesin.’”
Başak ve Selahattin Demirtaş’ın bu sürecin DEM Parti’yle koordinasyon içinde yürütüldüğüne dair vurguları, 21 Ocak açıklamasının Demirtaşların inisiyatifine dayandığına ve fakat DEM’in Başak Demirtaş’ın adaylığını istemediğine dair şayiayı ortadan kaldırmaya yönelikti.
Nitekim DEM Parti’nin farklı pek çok yetkilisiyle yaptığım çok sayıda görüşmelerden çıkardığım sonuç da, bu sürecin Başak ve Selahattin Demirtaş’ın “kişisel” veya “ailevi” gayeleriyle uzaktan-yakından alakası olmadığı yönündeydi.
Öte yandan Başak Demirtaş’ın 21 Ocak açıklamasıyla Leyla Zana’ın Gazete Duvar’dan Vecdi Erbay’a verdiği mülakatın aynı gün yayınlanmasının da tamamen bir tesüdüf olduğunu biliyorum. Zira son derece başarılı bir gazeteci olan Erbay, uzun zamandır Zana’yla söyleşi yapmaya çalışıyordu ve nihayet bu girişimi sonuç vermişti. Yani Demirtaş ve Zana birbirlerinden bihaber bu açıklamaları yapmıştı.
Fakat Zana mülakatının zamanlaması ve içeriği, Başak Demirtaş’ın hem 21 Ocak hem de 7 Şubat hamlelerini anlamlandırmak için önemli işaretler içeriyordu.
Leyla Zana, Tayyip Erdoğan’ın 8 ekim 2015’te “buzdolabına konulmuştur” dediği çözüm sürecini yeniden başlatması gerektiğini söylüyor ve 31 Mart öncesinde Erdoğan’a açık çağrı yapıyordu.
Sadece Zana değil, DEM Parti ve genel olarak Kürt hareketi 31 Mart seçimleri öncesinde, özellikle İstanbul seçimi bağlamında AKP’yi yeni bir “hukuki sürece” zorlamak istiyor.
Nasıl bir “hukuki süreç” mi?
Kürt sorununun çözümüne yönelik kapıyı aralamak üzere üç temel başlıktan söz edilebilir.
Buna göre,
1- DEM Parti HDP’ye yönelik kapatma davası ile Kobani Davası’nın siyasi değil, gerçek manada hukuki bir şekilde işletilmesini, yani AKP-MHP’nin mahkemeleri “yönetmekten” vazgeçmesini istiyor.
2- DEM Parti Kürtlerin seçme ve seçilme hakkının ortadan kaldırılmasıyla eşanlamlı olan kayyum politikasından, yine hukukun bir gereği olarak vazeçilmesini istiyor.
3- DEM Parti Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen ama hiçbir hukuki dayanağı bulunmayan tecrit uygulamasından, yine hukukun bir gereği olarak vazgeçilmesini istiyor.
DEM Parti’nin Başak Demirtaş ve Leyla Zana’nın 21 Ocak’ta yaptıkları açıklamalardan önce ve sonra AKP’yle yukarıdaki talepler çerçevesinde çeşitli temaslar kurduğu tahmin edilebilir. Fakat öyle anlaşılıyor ki, DEM’in yukarıdaki üç temel talebi AKP tarafından karşılanmıyor. Yani AKP, hukuka riayet etmeyi en azından şu ana kadar kabul etmiş görünmüyor.
Aslında Başak Demirtaş’ın 21 Ocak’taki görüşmemizdeki açıklamasında sarfettiği bir cümle, 7 Şubat’ta neden vazgeçtiğine dair yanıtı da barındırıyordu: “Demokrasi ve toplumsal barışın önünü açacağına inanırsak, düşünebiliriz.”
Öyle anlaşılıyor ki, aradan geçen 18 günde Başak Demirtaş ve DEM Parti, girişimlerinin henüz “demokrasi ve toplumsal barışın önünü açmayacağını” gördü ve belki de şimdilik vazgeçti.
Fakat DEM Parti ve Demirtaş bu geri çekilmenin İmamoğlu lehine bilabedel bir adım olmasını da arzulamıyor. Bunun da iki nedeni var. Birincisi Kürtlerin, DEM Parti tabanının İmamoğlu’na yönelik tepkisi ve kendi güçlerini göstermek istemesi. İkincisi ise CHP’nin ve esas olarak İmamoğlu’nun DEM Parti’ye mesafeli yaklaşımı.
Nitekim tablonun geneline bakıldığında CHP ve AKP’nin İstanbul yarışına Kürtsüz girme konusunda “anlaştıkları” görülüyor. Her iki parti de Kürtlere elle tutulur hiçbir vaatte bulunmadan, yani İstanbul’u “Kürtlere hiçbir şey kazandırmadan” kazanmak istiyor. DEM Parti de her ikisine bir ders vermek istiyor ve bu “dersin” formülünü de çeşitli hamlelerle yaratmaya çalışıyor.
Şu aşamada DEM Parti’nin ne AKP ne de CHP’yle bir anlaşması söz konusu. Fakat ortada bir anlaşma varsa, bu da AKP ve CHP arasındaki “Kürtsüzlük anlaşması” olarak tanımlanabilir.
Öte yandan bazı Kürt kesimleri DEM ile AKP arasında bir “anlaşma” yapılmasını arzuluyor. Fakat AKP’nin böyle bir arzusu da, niyeti de, MHP dolayısıyla kabiliyeti de bu aşamada yok. Yani DEM Parti şu aşama itibariyle hem CHP’ye hem de AKP’ye karşı bir pozisyonda ve bu pozisyonunu her iki tarafı da bıçak sırtında tutacak şekilde formüle etmek istiyor.
Bu da DEM Parti’yi son derece mahir siyasi manevra kabiliyeti göstermeye zorluyor.
Peki DEM Parti ne yapacak?
Öğrendiğim kadarıyla DEM Parti her durumda İstanbul’dan aday çıkaracak.
Eğer bu aday Başak Demirtaş olsaydı, AKP Kürtlere hukuku bile vermeden İstanbul’u tereyağından kıl çeker gibi kazanabilecek ve sonraki dört yıllık seçimsizlik döneminde Kürtlere yönelik baskısını had safhaya çıkaracaktı. Gelinen noktada Başak Demirtaş ve DEM Parti buna müsaade etmeyeceklerini gösterdi.
Bununla birlikte DEM Parti, Demirtaş olmasa bile yine “güçlü” bir başka adayla İstanbul seçimlerine girecek. Dolayısıyla bundan sonra İstanbul’da AKP’nin işi zor olacak ama Ekrem İmamoğlu’nun işi de kolay olmayacak.
Öte yandan DEM Parti ve Başak Demirtaş’ın hamlesinin zamanlama itibariyle erken olduğuna dair eleştiriler de yapılabilir. DEM Parti ve Demirtaş, “keşke 21 Ocak hamlesini bütün süreçler tamamlandıktan sonra yapsaydık” diyor mu, bilmiyoruz.
Keza DEM Parti’nin, Başak Demirtaş ismini coşkuyla karşılamış olan tabanına bu “vazgeçişi” nasıl anlatacağı da henüz belli değil.
Şu aşamada belli olan tek şey, 31 Mart’a henüz çok uzun bir zamanın kalmış olduğu ve sürecin kimsenin bugünden öngöremeyeceği bir noktaya evrilebilme potansiyeli taşımaya devam ettiği.