Basın Tarihi: Cinayetler

Basın tarihini incelediğimizde her cinayetin yeni cinayetlere giden yolu genişlettiğini görüyoruz. Hafta başı, Sinan Ateş davasının ilk günüydü. Yoksa bu cinayet de Abdi İpekçi cinayetine mi dönüşecek?

Çok uzun süredir kişisel çıkarlara yönelik kurnazlıklarla, aklı tamamen inkâr ederek ülkeyi “idare” ettikleri için işler çığırından çıktı.

O sinsi kurnazlık şimdi bumerang gibi geri dönüyor.

En çarpıcı ve kestirmeden ifadesi şu: Esad’a karşı oluşturulan ÖSO şimdi Türkiye bayraklarını yakıyor.

Ürkütücü bir sürecin içine girdik.

xxxxxxx

Mafyayı yönetim ortağı haline getirmek, ülkeyi kokain baronlarının ikinci adresi yapmak, hukuk ve ekonomi kurallarını inkâr etmek…

Bir yandan da Türkiye’yi “mülteci ambarına” dönüştürüp, AB ilişkilerini bu alışverişi üzerine oturtmak…

Bunlar hep akılsızca kurnazlıklar işte.

xxxxxx

2012 yılında “100.000 Suriyeli mülteci kırmızı çizgimizdir” deniyordu, bugün ülkedeki Suriyeli göçmen sayısının kaç milyon olduğunu doğru dürüst bilen yok.

Böyle bir yönetim aklından söz ediyoruz.

Bu, tabii ki refah ve huzur getirmez… Sadece ivmesi artan bir bela getirir.

Türkiye sıkıntılı bir dönemden, çok daha sıkıntılı bir döneme geçiyor.

xxxxxxx

Aklın, kuralların, demokratik denetimin, iktisat ve hukukun egemenliğinin, AB’nin teknik reçetelerinin, liyakatin baş tacı edildiği bir anlayış genellikle reddedilmiş ama hiç bu kadar düşman ilan edilmemişti.

Bu ülke buralara nasıl geldi?

Nasıl böyle çürüyüp çöktü?

Cevap çok zor değil aslında.

Bu ülke buralara, “azmettiricilerin, gerçek suçluların” hep korunduğu bir cinayetler dalgası üstünde sörf yaparak geldi.

Cinayetten cinayete, her cinayette biraz daha çürüyerek yol alıp sonunda ürpertici ihtimallerle dolu bir kaosun eşiğine vardı.

xxxxxxx

2007 yılında güpegündüz Pangaltı’nın göbeğinde Hrant Dink vuruldu.

Katili ortalarda dolanıyor.

Tetiği çektiren fail ise hala “meçhul”.

xxxxxx

2008 de “Faili meçhullerde” çok yoğun bir patlamanın yaşandığı bir yıl olmuş…

30 faili meçhul cinayet gerçekleşmiş.

xxxxxxx

2024 yılına geldik…

Hafta başı, Sinan Ateş davasının ilk günüydü…

İlk günün sonunda Ayşe Ateş şöyle bir mesaj attı:

“Bugünkü ezberletilmiş ama çelişkili beyanları dinledikten, kumpas tiyatrosunun ilk perdesini izledikten sonra, yarın hâkim karşısına çıkacak olanların ‘Sinan Ateş mi öldürüldü. Aaa!.. Ne zaman’ diye sormalarını bekliyoruz.”

xxxxxxx

Belli ki, cinayetin arkasındaki devlet içi odaklar, bu organize cinayeti “öfkeli birkaç kişinin” işi olduğuna toplumu inandıracak bir strateji oluşturma peşinde.

Devletin sağlıklı bir yöne dönüp dönmeyeceğinin önemli bir işareti olacak bu davanın sonucu.

xxxxxxx

Ancak ne kadar umutlu olmak gerek?

Gidecek yer kalmadığı için katilin ardındaki örgüt bulup çıkarılacak mı yoksa bu cinayet de Abdi İpekçi cinayetine mi dönüşecek?

Gerçek azmettiricilerinin hala bulunamadığı İpekçi cinayetini geçen hafta yeniden hatırladık.

Abdi İpekçi suikastinde adı geçen Yalçın Özbey hayatını kaybetti.

“Özbey kimdir, suikastla ve Mehmet Ali Ağca ile nasıl bir bağlantısı var?” başlıklı haber şöyleydi:

“İpekçi cinayetini işleyen Mehmet Ali Ağca ifadesinde, Mehmet Şener’in azmettirmesiyle İpekçi'yi Yalçın Özbey’in vurduğunu da söylemişti.

İpekçi cinayetine karıştığı belirlenen isimlerden Yalçın Özbey, bir dönem yurtdışına kaçmış, 2006’da Belçika'da işlediği suçlarla ilgili olarak tutuklanmıştı. Ancak Türkiye’deki dosyası 2010’da zamanaşımına girmişti.”

xxxxxxx

“T24 Ankara Temsilcisi Gökçer Tahincioğlu'nun hazırladığı '20 soruda Abdi İpekçi cinayeti: Türkiye’nin cezasızlık tarihinin özeti' dosyasına göre, 1995’te Almanya’da MİT tarafından sorgulandığı, tutanakların imha edildiği anlaşıldı.

Belçika’da geçen yıl farklı bir suçtan tutuklandığı, ancak Türkiye’ye iade dosyasının yargılamada dikkate alınmadığı ortaya çıktı.”

xxxxxxxx

Gökçer Tahincioğlu, konuyla ilgili yazdığı ikinci bir yazıda, dava delil yetersizliğinden dolayı düştükten sonra dosyaya giren ve emniyetin görüşme zabıtları olduğunu teyit eden belgeden kan dondurucu bölümler yayınladı.

Ve yazısını şöyle bitirdi:

“Bir başka ülkede olsa Özbey’in ölümü üzerine dosyalar açılır, aydınlatılmamış, bugün işlenen cinayetlerin taşlarını döşeyen cinayetlerin neden cezasız bırakıldığı tartışılırdı. Devletin gölgesi olmadan ayakta bile duramamalarına rağmen kahraman ilan edilenleri kimlerin koruduğu açığa çıkartılırdı.

Öyle olmadı.

Abdi İpekçi’den bugüne uzanan cinayetler, kurbanların suçlu ilan edilmesi, tetikçilerin kahramanlaştırılması…

Cezasızlık bile değil mesele artık.

Mesele artık bunların üzerinde bile durulmaması…”

xxxxxxx

Uyuşturucu ve cinayet sarmalı içine zincirlenen ülke, bu zincirleri kırabilecek mi?

Kırılmasını istemeyenler mi Suriye kartını açtı?

Daha büyük cinayetlerle, katliamlarla Sinan Ateş cinayetini unutturmak, bu işin üstüne gidenleri susturmak mı istiyorlar?

Basın tarihini incelediğimizde her cinayetin yeni cinayetlere giden yolu genişlettiğini görüyoruz.

Ama bu yolun da bir sonu var.

Oraya yaklaşmış görünüyoruz…

Ya buradan sapıp başka bir yola gideceğiz ya da bu yolun sonundaki uçuruma düşeceğiz.


Mehmet Altan kimdir?

İlk imzası 15 yaşında yayınlandı. 20 yıl Sabah, 6 yıl da Star Gazetesi'nde baş yazarlık olmak üzere çok uzun yıllar köşe yazarlığı yanında televizyon programcılığı ve yorumculuğu yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var. 15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19., 26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı. 21 ay cezaevinde kaldı. AYM, AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi