Celal Başlangıç
Başları dimdik, çünkü boğazlarına kadar pisliğin içindeler
Aktivist Giuseppe Pinelli Milano’da bir eylemin zanlısı olarak polis tarafından gözaltına alınır.
Sonrasında cansız bedeni emniyet müdürlüğünün penceresinden atılmış olarak bulunur.
Milano polisi bu dosyayı "kaza sonucu ölüm" olarak arşive kaldırır.
Olay 1969’un İtalya’sında geçmektedir.
Ünlü yazar Dario Fo bu gerçek olaydan hareketle müthiş eserini kaleme alır:
"Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü"
Fo’nun oyununda olaylar bir emniyet müdürlüğünde geçmektedir.
Eserin ana karakteri çeşitli kılıklara girebilen bir "deli"dir. Gözaltına alınmış, sorgusunun ardından serbest bırakılmıştır.
Gözaltındayken emniyette gördüğü bazı belgeler dikkatini çekmiştir. Bunların başında da "kaza sonucu ölüm" yazan bir dosya gelmektedir. Evraklar arasında çeşitli tutarsızlıklar vardır.
"Deli" serbest bırakıldıktan sonra yargıç kılığına girer, bu olayla bağlantısı olan tüm emniyet çalışanlarını sıkıştırmaya başlar.
Bu sırada ortaya bir gazeteci çıkar. Amacı bu olayı aydınlatmak, "şüpheli ölüm" olayına karışmış polisleri ortaya çıkarmaktır.
Gerçek bir olaydan esinlenen Dario Fo’nun 1970’lere doğrunun İtalya’sını anlattığı "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü" traji komik olaylar dizisiyle sürüp gider.
Ne varmış 1970’lere doğru İtalya’da?
Birincisi, emniyetin üst katından aşağı "düşerek" ölen bir zanlı...
Olayı soruşturan bir gazeteci...
"Şüpheli ölüm"ün sorumlusu polisleri köşeye sıkıştırmayı hedefleyen yargıç kılığına giren bir "deli".
Gelelim 2020’lere doğru giden Türkiye’de var olanlara ve yok olanlara...
Sırasıyla anlatalım.
Birincisi, emniyet binasının üst katından düşen bir zanlının "şüpheli ölüm"ü.
19 yaşındaki Murat Araç, Antalya Gazipaşa’da bir yol kontrolu sırasında sahte kimlik taşıdığı ve "örgüt üyesi olduğu" iddiasıyla jandarma tarafından gözaltına alınmıştı.
Savcılıktaki ifadesinin ardından Alanya Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi. Buradaki işlemleri sürerken üçüncü kattan atlayarak intihar ettiği iddia edildi.
Ağabeyi İhsan Araç otopsiden sonra gördüğü kardeşinin yüzünde ve gözünde morluklar olduğunu, babası Mehmet Araç, Murat’ın özellikle ensesinde morlukların ve darp izlerinin bulunduğunu söylüyordu.
Antalya’dan alınan cenaze Urfa’ya getirilirken tüm girişimlerine rağmen aileye nakil aracı verilmedi.
Büyük bir polis ablukası altında Ceylanpınar’a getirilen cenazenin mezarlığa nakli için belediye araç vermedi.
Aynı belediye aileye taziye için bu kez yer de vermiyor. Bir evin bahçesine kurdukları çadırda kabul ediyorlar taziyeyi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olayı açıklarken örgütün "yakalandığınızda intihar edin" diye talimat verdiğini iddia ediyor.
İşte bu noktada AKP devleti, 12 Eylül generallerinin faşist devletinin çok ötesine geçmiştir.
Birincisi, öncesinde de, sonrasında da vardı ama 12 Eylül döneminde emniyetin üst katından insanların atılarak öldürülmeleri en yaygın yöntemdi.
Ancak böyle "şüpheli ölüm"lerde bile cenaze nakil aracı ve taziye yeri verilmemesi 12 Eylül’ün faşist generallerinin bile aklına gelmemişti.
Askeri cuntanın hiçbir yöneticisi, emniyetin üst katından atılarak öldürülen zanlılar için "örgütleri böyle emir verdi" deme yüzsüzlüğünü, arsızlığını gösterip yeni cinayetlerin yolunu açmamıştı.
İçişleri Bakanı Soylu’nun bu açıklaması sorgucu polisler için "Yakaladığınız örgüt zanlılarını emniyetin üst katından atıp öldürebilirsiniz. Biz de ‘örgüt böyle talimat verdi’ diyerek sizi koruruz" güvencesidir.
Dario Fo’nun "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü" adlı eserinde olduğu gibi savcı ya da yargıç kılığına girip 19 yaşındaki Murat Araç’ın "şüpheli ölümü"nü araştırmak üzere Alanya Emniyet Müdürlüğü’ne gidebilecek bir "deli" de yoktur.
Murat Araç’ün ölümünü araştırmak isteyen bir savcı ya da yargıcın günümüz Türkiye’sinde ancak "deli" kılığına girmesi gerekir.
"Şüpheli ölüm"ü araştırmak için emniyete gidecek gazetecilerin büyük bölümü de zaten şu anda cezaevinde. Geri kalanlar da sıraya girmiş, bileklerine kelepçe takılacak günü bekliyor. Sırasını savanların yazacakları mecra da artık "yok" denecek kadar az.
Süleyman Demirel 1974 yılında "2000 yılında İtalya’nın düzeyine çıkacağız" demişti.
Anlaşılan o ki, 2017’nin sonuna geldik, bugün bile 1969 İtalya’sının düzeyine gelmiş değiliz.
Dario Fo, sonunda oyunun "deli" kahramanını "göğsünü gere gere" haykırtır:
"Boğazımıza kadar bok içindeyiz, bu doğru ve işte bu nedenle başımız dimdik yürüyoruz."
Şimdi anladınız siz ahalinin hazrete miting meydanlarında neden o sloganı attığını:
"Dik dur eğilme, bu millet seninle!"
NOT: Dario Fo’yu o güzel çevirileriyle bize kazandıran sevgili Füsun Demirel’e teşekkürlerimle...