Bediüzzaman'ın alternatif üçüncü yolu

Bugün; çoğu kez ezenin, güçlünün, resmi otoritenin ekmeğine yağ süren şiddet faktörünün, ezilen sınıf ve ulusların derdine deva olmadığı artık görülmelidir.

Bediüzzaman'ın yalana-yanlışa karşı olan tavizsiz ahlâkî tutumunun bir benzerini zulme ve haksızlıklara karşı da takınmasını beklemek fazla veya lüks bir beklenti sayılmaz.

O'nun, tarihsel ortodoks sünniliğin pratiği olan ulul emre, halife-sultan veya devlete kayıtsız-şartsız itaat prensibini doğru bulmayıp sorguladığını, ciddi sebeplerle sınırladığını biliyoruz.

Dahası; Nursi'nin zalim otoritelere veya despot otoritelerin keyfiliklerine itaat etmeyen muhalif bir duruşa sahip olduğunu da biliyoruz. Fakat O, bu karşı duruşunu, devleti ortadan kaldıracak devrimci-silahlı-cihadist bir isyan yöntemiyle sergilememiştir.

İsyanlara katılmadı

Evet; Nursi'nin ordu-devlet gibi gücü tekelinde tutan zalim otoritelere silahlı isyanlarla cevap vermediği bilinen bir gerçekliktir.

O'nun gerek Osmanlı devrindeki 31 Mart 1909 ve 1914 Bitlis İsyanlarına gerekse TC devrindeki mesela bir 1925 Şeyh Said Hâdisesi gibi şiddet içeren devrimci pratiklere, silahlı başkaldırılara katılmadığı doğrudur. Hatta; savaş yıllarında, 1915 Nisanında Wan-Van'da cereyan eden Ermeni İsyanı'na da katılmayıp sadece sivil yaşamın muhafazasına çalıştığını görmüştük.

Nursi'nin bu siyasal tavrını sadece devrin politik koşullarıyla izah etmek eksik, güç merkezli okumalarla açıklamak ise yanıltıcı olur.

Derinlemesine sorgulanması halinde sözkonusu hareket metodunun

durağanlık, haksızlıklara gözünü kapamak, pasiflik, zulme rıza göstermek olarak yorumlanması mümkün değildir. Son derece onurlu, seviyeli ve anlamlı alternatif bir mücadele modelini doğru irdelememek bizi Nursi hakkında "statükocu, egemenlerin safında yer alan, Kürdlüğünü unutan, Kürd karşıtı biri!" gibi tanımlamalarda bulunmaya götürür ki bu tarz yüzeysel, kolaycı, paket değerlendirmelerle O'nu ele almak bilimsel ciddiyetten uzak olduğu gibi etik de değildir.

Bazı İthamlar

"Hâkim sınıfa, Türk ulusuna kılıç çekilmez!" gibi Türkçü-İslamcı paradigmaya paralel klişe yorumlar üzerinden Nursi'yi Kürd ulusunun karşısında, egemenlerin safında konumlandırmak ideolojik önyargılarla malûl değilse dar görüşlü yaklaşımlardır.

Bu iddiayı dillendirenlerden Cilasun;

1925 başkaldırısı bahanesiyle sürgün edilenlerden Kadri Cemilpaşa'nın, aşağıdaki sözlerini de delil olarak getiriyor:

"Dikkate şayan olan cihet Türk hükümetinin isyan anında kim kendine yardım ettiyse önce bunları ilk kafile olarak sürgüne göndermesiydi. Hükümetin iyi gözle görmediği kimseler kendilerini hükümet memurlarından uzak tutmaktaydılar. Hükümete yardım etmiş veya en azından vatani düşünceleri kısa kimseler, isyan başladıktan sonra hizmetlerine mükafat veya hiç olmazsa aferin almak niyetiyle hükümet kapısından ayrılmıyorlardı. Bundan dolayı vefasız, gaddar hükümetin icraatine ilk kurban bunlar oldu. Sürgün edildiğim Burdur vilayetine yetiştiğimde benden evvel Burdur'a gönderilmiş Türkofillikleri ile tanınmış bir kısım Kürtleri orda mevcut buldum.

Eskiden Konya vilayetinin küçük bir kazası olan Burdur'da üç yüz kadar doğulu hemşeri toplanmıştık. Bediüzzaman Molla Said de aramızda bulunuyordu..." (Doza Kürdistan, Özge yy. 1991, s.102'den aktaran Cilasun; Bediüzzaman Efsanesi, tekin yy. s. 62, 127)

Hâlbuki; alıntılanan bu paragrafta Bediüzzaman'ın konumlandırılmak istenen devlet yanlısı veya anti Kürd herhangi bir tutumundan söz edilmediği gibi aktarılan metinde apaçık bir çarpıtma da vardır. Çünkü bu aktarımda Kadri Cemil Paşa'nın, söz konusu anılarının orijinalinde Bediüzzaman hakkında bir saygı ifadesi olarak kullandığı "merhum" sıfatına ve "300 Kürdün varlığı bu küçük kasabanın rengini değiştirmişti…" gibi olumlu bir bitiş cümlesine yer verilmemiştir. Hatta tahrif derecesinde bir dezenformasyon örneği olarak "300 kadar Kürdistanlı hemşehri toplanmıştık." cümlesi "300 kadar doğulu hemşeri toplanmıştık." Şeklinde servis edilmiştir…

Şahiner, M. Weld gibi zülf-ü yare dokunmayan yazarları geçtim,

Malmisanıj bile Nursi'yi; Şeyh Said'i desteklemeyen, "dili dahi yasaklı milletlerin haklı başkaldırı hakkını red eden biri" olarak nitelendirebilmiştir!

"Şeyh Sait ayaklanmasının yenilgiyle sonuçlanmasıyla oluk oluk Kürd kanının akıtıldığını, Kürdistan'ın viraneye çevrildiğini fakat Şeyh Said taraftarlarını destekleme yolunda Said-i Kürdi'nin aktif bir çabasının olmadığını düşünürsek onun bu ayaklanmaya destek olmadığını söyleyebiliriz." (Said-i Nursi ve Kürt Sorunu, Doz yy. s.14, 44)

Haklı olmak gerekli ama yetmez

Doğrusu; mesele siyah-beyaz olarak iki kategoriden ibaret değildir ve isyanlarda yer almamak devletin safında yer almak demek değildir. Dahası;

Bediüzzaman, savaşmak için haklı olmayı gerek şart olarak kabul ediyor fakat yeter şart olarak görmüyordu. Dolayısıyla; mesela bir Şeyh Said Hâdisesi'ne katılmama sebebi Şêx'i haksız gördüğünden dolayı değildir.

Bilinçli bir tercihle yeni rejimle radikal fakat kansız ve şiddetsiz, tamamen sivil metodlarla mücadele etmeyi doğru görmüştür hem de Kürdistan'dan Anadolu'ya sürgün gitmeyi ve işkenceli bir hayatı tatmayı göze alarak!

Bediüzzaman; devletin tüm tahriklerine rağmen paslı kılıca el atmamıştır. Otoriter, militarist rejimlerin ayakta kalmak, ömürlerini uzatmak ve muhaliflerini ezmek için ihtiyaç duydukları, deneyimle deneyimleye arık uzmanlaştıkları sinsi bir tuzak olan şiddet enstrümanına tenezzül etmemiş, silahlı eylemlere yeltenmemiş ve sistemin çokça arzuladığı maddi cihad topuzuna el atmamıştır.

Şeyh Said Hâdisesi'nin Ardından

Nursi'nin; "cüz'i ve neticesiz" dediği Şeyh Said Hâdisesi'nin bölgeye ve ülkeye maliyeti kendisinden önceki diğer Kürd ayaklanmalara oranla çok daha ağır olmuştur. Ekonomik yıkımı es geçersek; Gücü kendinde toplayarak otoriterleşen dahası despotlaşan iktidar; aldığı anti-demokratik, insanlık dışı radikal kararlarla, sert müdahalelerle özelde Kürdlere, dindarlara ve muhaliflere hayatı çekilmez kılmıştır.

Bugün KHK rejimine elverişli ortam hazırlayan 15 Temmuz gibi o devrin idarecileri de "isyanı" bir lütuf olarak değerlendirip bölgede sıkıyönetim ilan etmiş; orantısız aşırı güçle bölgede terör estirmişlerdir. Köyler yakılıp boşaltılmış, Kürdlerin önde gelen dinî ve millî şahsiyetlerini ya idam etmiş veya sürgüne göndermişlerdir…

Hak-hukuk, sınır tanımayan Takrir-i Sükûn ve Şark Islahat Planı gibi kanun hükmünde keyfiliklerle Kürdlere değil dindaş-vatandaş muamelesi, düşman hukukunu bile fazla görmüştür.

Hindistan eski başbakanlarından Javharlal Nehru, ülkesinin verdiği ulusal kurtuluş mücadelesinde devrimci eylemlerinden dolayı hapishanede yatarken, henüz çocuk yaştaki kızı İndra Gandhi'ye 1930'larda yazdığı mektuplarından bir tanesinde şöyle der; "O (M. Kemal), 1925 ayaklanmasından sonra Kürtleri acımasızca katletti. Binlercesi için özel İstiklâl Mahkemeleri kurdu...

Son zamanlara kadar kendi özgürlükleri için savaşan Türkler, kendi özgürlükleri için çabalayan Kürtleri ezdiler. Savunmadaki bir milliyetçiliğin nasıl saldırgan bir milliyetçiliğe ve özgürlük için verilen bir kavganın nasıl başkaları üzerine tahakküm yanlısı bir kavgaya dönüştüğünü göstermesi bakımından ilginçtir. 1929'da başka bir Kürt ayaklanması oldu ve tekrar ezildi şimdilik.

Özgürlük için ısrar eden, onu elde etmek için bedelini ödemeye hazır bir halk, nasıl sonsuza dek ezilebilir ki?" (Glimpes of World History, Asia Publishing House 1965, s. 732'den aktaran Malmisanıj, Yirminci Yüzyılın Başında Diyarbekir'de Kürt Ulusçuluğu, Vate Yayınları)

Bazı Sorgulamalar

Dünyadaki devrimci, kanlı, şiddet pratiklerinin meşruluğu yeterince ve soğukkanlıca sorgulanmış mıdır?

Meşru amaçlar için araçların meşruluğu ilkesi ne kadar muhafaza edilebilmiştir?

Bugün; zalim, faşist iktidarlarla mücadele ederken

Bediüzzaman'ın deyimiyle;

"Mukabele-i bilmisil kaide-i zalimanesi"ne başvurmayan kaç tane solcu marksist veya radikal dinci örgüt gösterilebilir?

Ne insanımıza ne de coğrafyamıza hiç bir katkısı olmayan,

Orta-doğu başta olmak üzere

İslâm ülkelerindeki şiddet sarmalından bir an önce çıkmamız şarttır.

Bugün; çoğu kez ezenin, güçlünün, resmi otoritenin ekmeğine yağ süren şiddet faktörünün, ezilen sınıf ve ulusların derdine deva olmadığı artık görülmelidir.

Filistinli silahlı direniş örgütlerinin bizzat Filistin'e olan getirisi-götürüsü yeterince analiz edilmemiştir. Aynı "maliyet" analizlerinin artık toplumu bıktıran TC ve PKK arasında neredeyse yarım yüzyıldır devam etmekte olan çatışmalı süreç için de yapılması gerekecektir.

Yakın tarihteki Kürdlerin, Türkçü ulus devletle mücadeleleri ayaklanma-bastırma, ezen-ezilen ve zalim-mazlum kategorisinin dışına çıkamamıştır.

Kürdlerle Filistinlilerin uzun mücadele pratikleri ve sonuçları soğukkanlılıkla sorgulandığında Ortadoğu ve Asya'da şiddet yoluyla hak arama mücadelesinin, daha çok ezilen sınıf ve ulusların zararına olduğu görülecektir.

Bilâkis uzun süre devam eden şiddet bir kör döğüşüne ve kısır döngüye evrilip nihayetinde totaliter ulus devletlerin ömrünü uzatmaya, ciddi rakamlarda insan ve sermaye kaybına sebep olduğu gibi bazen de ezilenlerin büyük emeklerle elde edilen kazanımlarını tehlikeye sokmaya da vesile olmuştur.

Şiddet, uluslararası sistemde "meşru" devletlerin tekeline bırakılmıştır.

Her an kentlerin yakılıp yıkıldığı, sivil yaşamın büsbütün korumasız kaldığı, masumların harcandığı, nice mağduriyet ve mazlumiyet tablolarının ortaya çıktığı kirli savaşların ve uzun süreli dinci-millîyetçi-mezhepçi kapışmaların bizlere, doğaya, insanlığa zarardan başka hiç bir faydasının olmadığını yeterince tecrübe etmiş olmalıyız.

İnsanlık tarihinin en kanlı devri 20. yüzyıl Savaşları'nın ortaya koyduğu can yakıcı insani trajedileri, ağır ekonomik kayıpları, yıkılan medeniyetleri çabuk unutuyoruz. Günümüzün yakıcı ve yıkıcı silahlarına karşı ilkelerinden taviz vermeden hangi silahla karşı konulabilir?

Daha da açık soracaksak; onlara benzemeden veya mağlup olmadan günümüzün kitle imha silahlarıyla saldıran zalimlerle baş etmek mümkün müdür..?

İtaat ve İsyan dışında alternatif bir modelimiz var mıdır?

Tüm yaşam pratiği göz önüne alındığında Seîdê Kurdî'nin istibdat ve zulme karşıt ve fakat isyana varmayan alternatif bir hareket modelini temsil ettiği söylenebilir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Muhammed Salar Arşivi