Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Belki

Devlet, inşaatlardan esirgediği bütün malzemeleri, söz konusu millet inşası olunca büyük cömertlikle kullanmıştır. Keşke asıl burada malzemeden azcık çalsalardı diyecek kadar çok. Buna rağmen değişim her daim mümkündür ve belki'nin kıyısında durur ümit.

Kişisel olanla toplumsal olan arasında sanıldığından daha az fark vardır. Durmadan toplumun değişime direnmesi konusunda şikayet edenlere, kendi kişisel hayatlarındaki olumsuz bir davranış örüntüsünü, farkına vardıkları zaman bile değiştirmek için ne kadar uzun uğraştıklarını hatırlatmak istiyorum.

Tekrar yoluyla, ezber yoluyla öğrenilen şeyler, kişiliğimize ait sandığımız kalıplar, yerine yenisini koymayı başarana kadar değişmez görünürler. Dışsal dünyanın bize ezberlettiği dersleri, kendi hakkımızda gerçek bir düşünme başlatana kadar içsel bir şey sanırız. “Ben böyleyim” ya da “elimde değil” sözleriyle savunma yapanların, kendi davranışlarına içkin olumsuz davranışları değiştirmekten ödü patlayanların toplumsal değişimin niteliği hakkında bu kadar kesin cümleler kurmasındaki çelişkinin, buraya bakmadıkça nasıl bir antogonizmaya dönüştüğünü arada hatırlamamızda sayısız fayda var.

RADİKAL BAŞKA

Kimse kendi içine çekilerek kendilik hakkında bir görüş geliştiremeyecektir, değişimi başlatacak hamle radikal başka'nın tuttuğu ayna ile mümkün olacak ve bu aynalara korkmadan bakmayı başaran özne, canı çok yansa da değişimi gerçekleştirme yoluna girecektir. Şu popüler kişisel gelişim kitaplarının bize verdiği temrinleri düşünelim, hepsi bir tekrar içerir, kendimizi ikna etmemiz için zihnimizi nasıl havaya sokacağımızı falan anlatır. Bunlarda bana komik gelen şey, zihin ve beden arasındaki yarılmanın toplum dışı bir yoldan sağaltılmasını mümkün sanan akıl yürütme ile, kendimize adeta ikna edilmesi gereken bir çocuk gibi davranma edimidir. Burada eksik olan insanı, tarihe ve topluma bağlayan politik akıl olsa bile, yöntem olarak tekrar ederek tutum değiştirme meselesi ortak bir doğru ağacının dallarından düşmüş gibidir. Ama şüphesiz bağlam her şeydir.

DEVLET ELİYLE MİLLET İNŞASI

Sistemin işleyişi hakkındaki gerçekleri önüne getirdiğiniz kitlenin olan biteni anlattığınızda hemen ikna olup, fikrini değiştireceğine ilişkin beklenti, nasihat yoluyla iyi çocuk yetiştireceğini sanan ebeveynlerin tutumu kadar absürttür. Bu böyle değildir ey sevgili insan, kazın ayağı perdeli, değişimin yolu çetrefil, alışkın olunmayan bir şeyi kabul ettirme azcık zahmetlidir. Şimdiye kadar hangi arkadaş eleştirisini ciddiye alıp, savunma dosyası hazırlamak yerine, değişmeye buradan başlayayım dedin ki, kocaman bir yığının hemen değişmesini bekliyorsun. Üstelik bir ömrün içinde edinilmiş olan ezberlerle, kuşaklar boyu aktarılan devlet eliyle çimentolanan ezberleri karşılaştırmak bile zordur ve devlet, inşaatlardan esirgediği bütün malzemeleri, söz konusu millet inşası olunca büyük cömertlikle kullanmıştır. Keşke asıl burada malzemeden azcık çalsalardı diyecek kadar çok

Toplumların, onlara dikte edilmiş karakterlerini parçalamak imkansız olmasa da süreklilik isteyen bir çalışma gerektirir. Bu insanlık tarihinin en zorlu tarafıdır, teknolojik, bilimsel, bilgisel değişimlerin hızıyla asla yan yana koyamayacağınız bir yavaşlık alanıdır burası. Gündelik hayatı radikal biçimde dönüştüren bütün yeniliklerin ortasında iki kuşak önceki büyükbabasına yakın düşünen insanların çokluğu, bu alanların birbiriyle paralel gelişmediği konusunda yeterince fikir vericidir. Bu yüzden hepimiz haklı olarak, “şu yüzyılda nelerle uğraşıyoruz” ya da “şimdi bunu mu açıklayacağız millet uzayda su ararken” gibi cümleleri kurarken yakalarız kendimizi. Uzayda su bulma olasılığı, bazı sokak röportajlarında irkilerek çarptığımız benliklerde esnek bir bölge bulmaktan daha yüksek olabilir. İki ayrı zamansallığın farkına varmadığımızda, değişimi mümkün kılacak eylemleri doğru bir biçimde örgütlememiz de mümkün olmayacaktır.

DEĞİŞİME ÇAĞIRANIN DEĞİŞİMİNİ GÖRMEK

İki ayrı zamansallık, dış dünyanın tarihsel-diyalektik zamanı ile toplumun diyalektik dışı içsel zamanı ve ikisini çarpıştıran noktanın diyalektiği. Değişim her zaman mümkündür, sadece değişim için sabırsızlanan bilincin, kendini kuşatan gerçekliğin massettiği kör noktaları hesaba katması gerekecektir. Toplumsal değişimi arzu edenlerin sabırsızlığının karşısında duran bir kör noktalar duvarı. Devrimlerle o duvarda birkaç delik açmanın mümkün olduğunu tarih gösterse de, duvarı yıkacak olan şeyin, telkin yoluyla, sloganlarla ya da şiddetle oluşturulan bir tarihsel tokattan fazlası olduğu aşikȃrdır.

Değişimi arzulayan ve çağıran akıl, her şeyden önce negatif bir pedogojiye çalışmalı, bir hiçliğin karşısında duracak kadar kendi ezberlerini unutmayı denemeli. O ezberlerden bir şey çıkmadı. Eski araçları revize edecek bir zanaatkȃrlıkla, yeniyi deneyecek yaratıcılığın birlikte denenmediği bir yolun ucunda başka bir duvarın dikildiğini herkes biliyor aslında. Başka bir yöntemi deneyemeyecek kadar korkak, geçmişin araçlarını sonsuz evrenseller sanan mekanik diyalektikçilerin, bir toplumdan değişim beklemeden önce, kendilerini değiştirmekle işe başlamaları daha işlevsel belki de.

Belki, imkȃn'dan sonra en sevdiğim kelime. Belki. Büyük yüzleşmelerin, toplumsal felaketlerin ardında ortaya saçılan önyargılar ve ezberler kalıntılarına, elinde başka şey kalmayacak korkusuyla sarılan insanları popülist bir yerden sevmeyelim ama aynı yerden nefret de etmeyelim. Bir sonraki aşamaya nasıl geçeceğimizi düşünürken “bütün yanılgıları tüketmenin” bir yolunu arayalım. Yaşasın ve kahrolsun dışında bir dilde saklı bu. Yumuşak değil, çok daha sert bir dil bu ama dışladığında herkesi dışladığı için eşitlikçi. Değişime çağıranın değişimini görmedikçe kimse bir şeye ikna olmayacak zaten.

İnsan ağrılı bir yara gibi, ağlayarak geçiriyor ömrünü, ama yarasını sevmek öğretilmiş ona, tıpkı kişisel hayatımızda bize öğretildiği gibi. Bazı yaralara pansuman iyi gelmez, kendimden bilirim. Neşter bazen iyi bir alettir ama her yaraya saplanmaz, kendimden bilirim. Değişim her daim mümkündür, belki'nin kıyısında durur ümit. Duvara, duvar gibi davranalım, bir kitleyi mahkum eden dili, önce kendini akıllı sananlara yöneltelim. O zaman belki.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi