Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

BİLMEZ HOCADAN TARİH TERSLERİ:1894 Depremi 2

1894 İstanbul depremi sonrasında dönemin basınında ve raporlarında dile getirilen iddiaya göre, Kapalıçarşı'da depremin yol açtığı büyük yıkımda (bugün çokça konuşulan kolon kesilmesi gibi) sütunların ve duvarların tıraşlanması önemli rol oynamıştır.

Bir önceki yazıda belirttiğim üzere, Osmanlı İstanbul’unda yaşanmış son büyük felaket olan 1894 depremi, aslında çok çalışılmış bir konudur. Bu çalışmalarda başvurulan kaynakların başında dönemin basını, arşiv belgeleri ve o dönem hazırlanmış raporlar ile risaleler gelmektedir. Bunların birçoğu değişik zamanlarda derlemeler içinde yeniden yayınlanmıştır. Bunlar arasında en çok kullanılan ve yayınlanan kaynak, “Eginitis Raporu” olmuştur.

Depremi araştırmak üzere II. Abdülhamit tarafından İstanbul’a çağrılan Atina Rasathanesi Müdürü Dimitrios Eginitis’in liderliğinde kurulan araştırma komisyonunda, 1860’lardan beri Osmanlı Devletinin hizmetinde çalışan ve o sırada İstanbul Rasathanesi Müdürü olan Fransız Kombari [Coumbary] Efendi ile Bahriye subaylarından Vasıf Bey de yardımcı olarak görev almışlardır. Bazı kaynaklarda Rasathane müdür yardımcısı Emil Lakvan [Émile Henri Lacoine] Efendi ve Matematik Profesörü Valsamaki Efendinin de komisyonda yer aldığı belirtilmektedir.

Fransızca aslı ve Bogos tarafından yapılmış Osmanlı çevirisi 15 Ağustos 1894 tarihinde Saraya sunulan Eginitis’in raporu “10 Temmuz1894 Depremi” başlığını taşımaktadır.

Bu rapor başta olmak üzere ilgili kaynaklara dayanarak özetleyecek olursak, 1894’te ne olduğuyla ilgili olarak kısaca şunu söylemek mümkün.

Merkez üssü Marmara Denizi’nin doğusunda bir yer olduğu düşünülen ve yaşattığı büyük şok ve olağanüstü yıkım nedeniyle “Büyük Hareket-i Arz”, “Zelzele-i Azime” ya da “Zelzele-i Müdhişe” adıyla anılan ‘1984 Depremi’ veya ‘Marmara Denizi Depremi’, Hicri 6 Muharrem 1312 (10 Temmuz 1894) Salı günü öğlen saatlerinde gerçekleşmiştir. Depremin tam saati konusunda farklı bilgilere rastlamak mümkün olsa da 12:24 literatürde genel kabul görmüştür. Şiddeti ve etki alanı hakkında sadece spekülatif bilgiler bulunan depremde ilk sarsıntı 4-5 saniye ve çok hafif, ikincisi 8-9 saniye ve çok şiddetli olmuş; üçüncü ise 5 saniye sürmüş ve daha hafif hissedilmiştir.

Yine ölü sayısıyla ilgili olarak da farklı kaynaklarda 100 kişiden 450 kişiye kadar değişen farklı sayılara rastlanmaktadır. Dönemin resmi yazışmalarında yetkililerin verdiği sayı ise 161’dir. Aynı yerde yaralı sayısı da 378 olarak verilmiştir.

Deprem sarsıntılarının hissedilmesi sırasında arka arkaya herkesi çok korkutan yeraltından gürültüler duyulmuştur.

Deprem sonrasında yapılan araştırma sonucunda, İstanbul’un birçok yerinde oldukça uzun yarıklar oluştuğu görülmüştür: Anbarlı Köyü yakınında denizden 300 metre uzaklıkta 3 kilometre uzunluğunda ve 8 santimetre genişliğinde bir yarık oluşmuş, depremden sonra yavaş yavaş bu yarık kapanmıştır. Heybeliada'da Ruhban Okulu ile Ticaret Okulu arasında da 200 metre uzunluğunda daha dar bir yarık oluşurken, Kınalıada ve Burgaz'da kıyıya yakın yerlerde denize paralel yarıklar ortaya çıkmış, sonradan kapanmıştır. Aynı şekilde Sirkeci ve Eminönü'nde denize paralel yarıklar görülürken, Ortaköy’de ortaya çıkan yarık küçük bir çökmeye yol açmış ve deniz kıyısında bulunan cami iki derece kadar eğilmiştir.

Dönem basınında ve hazırlanan raporlarda yer aldığı kadarıyla, deprem sırasında tanıkların karşılaştıkları tuhaflıklardan biri de bazen 8-10 metreye kadar uzayan bir alanda denizden yoğun buhar veya duman yükselmesi ve deniz üstünde buluta benzer bir kütle oluşturması olmuştur.

Denizin deprem sırasında elli metre kadar yükselip içerilere vurduktan sonra geri çekildiğini ifade eden tanıklar da mevcuttur. Bu sırada özellikle Haliç ve Boğaz'da çok sayıda kayık batmış veya zarar görmüştür.

Hazırlanan raporlardan anlaşıldığı kadarıyla depremden en çok etkilenen yerler Adalar ve Sur İçi (Eminönü & Fatih), orada da özellikle Kapalıçarşı olmuştur. İddiaya göre, Kapalıçarşı’nın büyük kubbesinin çökmesinin yan duvarlar üzerinde yaptığı büyük basınç nedeniyle yıkım büyümüştür. O zaman daha büyük olan Kapalıçarşı içindeki Sahaflar Çarşısı gibi yapılar ve yapı grupları, deprem sonrası gerçekleştirilen yeniden inşa sürecinde çarşı dışında, bağımsız çarşılar olarak öne çıkmıştır.

Dönemin basınında ve raporlarında dile getirilen iddiaya göre, çarşıda depremin yol açtığı büyük yıkımda (bugün çokça konuşulan kolon kesilmesi gibi) sütunların ve duvarların tıraşlanması önemli rol oynamıştır.

İlk günlerde korkudan dolayı işe gitmeme eğilimi gösteren memurlar Saraydan gelen talimatla gitmeye zorlanmışlar ve bazıları binalarının bahçelerinde masa ve çadırlar veya baraka kurarak çalışmaya devam etmişlerdir.

Bu arada artçılar nedeniyle artarak devam eden korku nedeniyle bazı esnaf bir süre için açık alanlarda (bahçelerde ve camilerin avlularında) tezgah açarak işini yürütmeye çalışmıştır.

Yine korku nedeniyle evlerinde kalamayan halk da açık alanlarda yaşamayı yeğlemiş, ancak bu durum yetkililer nezdinde hijyen ve sağlık endişesine yol açtığı için, bir yandan kendilerine erzak ve sağlık yardımı yapılmış, diğer yandan halkın bir an önce evlerine ve işyerlerine dönmesi teşvik edilmiştir.

xxxxx

Yatıştırma ve sakinleştirme meselesinin devlet yetkilileri ve özellikle Saray için büyük önem arz ettiği görülüyor.

Günümüz otoriter rejiminin aklına hemen sosyal medya kısıtlamalarının gelmesi gibi, o sırada iyice konsolide olan Hamit istibdadının evham ve şüpheciliğinin de basına yönelik sansürde önemli rol oynadığı görülmektedir. Ancak bu çabanın asıl nedeni ortaya çıkan asılsız hikayelerin yayılması nedeniyle halkın sürekli diken üstünde olmasından duyurulan kaygıdır.

Bu söylentilerin başında, her an daha büyük bir depremin olacağı söylentisi gelmektedir. Halkın evlerine ve işlerine dönmesini engelleyen bu haberlerin yayılmaması için Sarayın büyük çaba harcadığı, dönemle ilgili arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır.

Ayrıca basında yer alan, ölüm ve yaralı sayıları ile yıkımlar konusundaki haberler, basının konuyu daha yumuşak ve itidalli bir dille ele alması yönünde uyarılara neden olmuştur.

xxxxx

Dönemin basınında yer alan belki de en ilginç asparagas haber, Budapeşte’de Almanca yayınlanan Pester Lloyd gazetesinin 28 Ağustos 1894 tarihli sayısında, Rob Milene imzasıyla yer almış, haber hemen Saraya ulaştırılmıştır. Aşağıda Osmanlıcasını ve Latin harfli transkripsiyonunu bulabileceğiniz bu belgeye göre, Herbert Tere Danfer isimli bir mühendis tarafından kayaları delmek için birkaç sene önce bir burgu icat edilmiştir. Cihazın daha da geliştirilmesi yönünde çalışmalar sürdürülürken, Aralık ayında, Herbert Tere Danfer ile San Francisco’da yaşayan Ayrak Malpendo ve Rusyalı Pestoşef arasında yapılan anlaşma kapsamında, burguyu 200 bin kadem (6.096 metre) derinliğine kadar ulaştırabilenlere 5 milyon dolar ödül verilmesi kararlaştırılmış ve para teminat olarak Rotschild Bankasına yatırılmıştır. Nitekim, Temmuz ayında Kostantinos adlı bir vapur, Marmara Denizi’ne gelmiş ve “gayet mühim bir zatın köşkü” önünde bu amaç doğrultusunda çalışmaya başlamıştır. Burgunun yanardağ lavlarının bulunduğu derinliğe ulaştığı 9 Temmuz günü, yani depremden bir gün önce Paris’ten aldığı telgraf üzerine Herbert Tere Danfer işin başında Pestoşef’i bıkarak ülkesine dönmüş ve bir daha geri dönmemiştir. Nitekim ertesi gün deprem olmuş ve söz konusu vapur sırra kadem basmıştır!

Bu komplo teorisi Saray tarafından ciddiye alınarak doğruluğunun araştırılması istenmiş ve bu konuda görevlendirilenler, bir süre sonra padişaha haberin asılsızlığını rapor etmişlerdir.

Yaşananları anlama ve anlamlandırma konusunda yaşanan çaresizliğin yol açtığı zihin ve ruh halinin, bu tür efsanevi hikayelere rağbeti artırdığını biliyoruz. Nitekim, deprem sırasında on yaşında olan yazar Halide Edip Adıvar’ın aktardığına göre, deprem sonrası kıyamet anlatıları başta olmak üzere dini söylem halk arasında hakim olmuş ve ailesi başta olmak üzere insanların daha çok dindarlaştığını gözlemlemiştir.

Bugün bile “uzaydan yeryüzüne titanyum alaşımlı metal çubuklar fırlatılarak deprem yaratıldığı” gibi şehir efsaneleri rağbet bu ülkede görebilmektedir.

xxxxx

Özellikle Eginitis Raporunda kâgir yapıların depremde daha çok zarar gömesinden dolayı (daha önce yangınlardan dolayı gözden düşen) ahşap yapıların avantajları (yeniden) tartışılmaya başlanmıştır. İstanbul’da daha önce sık yaşanan yangınların büyük felaketlere yol açmasının en büyük nedeni olarak görülen ahşap yapılar son iki yüz yılda (özellikle resmi binalarda) yerini daha çok kagir binalara bırakırken, 1894 depremi sonrasında bu konudaki tutumun değiştiğini görüyoruz. Oysa aynı raporda, tuğla ve iyi demir bağlantılarla inşa edilmiş yapıların da sağlam kaldığı not edilmiştir.

xxxxx

1894 depremi sonrasında devletin refleksleri büyük oranda sonraki depremlerde sergilenen reflekslerle aynıdır. Anlaşılan, 1999 ve özellikle 2023 depremlerinde çok kötü sınav veren devlet yetkilileri ve kurumları konuyla ilgili onca yayın ve uyarıya rağmen ders çıkarmamıştır.

Daha kötüsü, bundan sonra da ders çıkarılmayacak gibi görünüyor…

Bireysel ve kolektif (halk) olarak yurttaşlara düşen ise elbette (ilgili tüm kurum ve yetkilileriyle birlikte) devleti ve rant için can güvenliğini hiçe sayan sermayeden hesap sormaktır.

Bunun için öncelikle siyasete aktif katılım ve müdahale üzerinden yetkilileri ders almaya, gelmekte olan depremlerle ilgili adım atmaya zorlamak gerekiyor…

Ancak, daha önce altını çizdiğim üzere, kurumları ve yetkilileri ile devlet merkezli düşünmeyi bırakarak, aynı zamanda yurttaş olarak örgütlenmek ve bu konuda üç aşamayla ilgili somut planlar doğrultusunda sivil inisiyatifi oluşturmak daha önemli görünmektedir: 1) Deprem öncesi önlemler, 2) yıkımlar sırasında/arasında can kurtarma ve 3) deprem sonrası toparlanma ve gelecek depremlere yeni derslerle hazırlık aşamaları.

Bu üç aşamayla ilgili yapılabilecekleri sonraki yazılara bırakıyorum…

sari.jpg

beyaz.jpg

Kaynak: Osmanlı Arşiv Belgelerinde İstanbul’da Afetler. Yayına Hazırlayanlar: Fatma Ürekli, Raşit Gündoğdu, Ebul Faruk Önal. İstanbul: AFAD, 2018, s. 148-149.


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi