Baskın Oran
Bir 'Beşinci Kol' remake’i olarak Cumhuriyet operasyonu
Cumhuriyet gazetesine yapılan çok başarılı operasyon, İspanya’da 1936’da sahnelenen yine çok başarılı Beşinci Kol operasyonunun 82 yıl sonraki "remake"idir. Bi kenara not ediniz; adam gibi hocalar, geleceğin adam gibi üniversitelerinde olayı aynen böyle okutacaklardır.
* * *
Gençler remake’in, daha önce yapılmış bir filmin hikayesine dayanarak çevrilen yeni bir film demek olduğunu bilirler. Ama Quinta Columna’yı hepsi duymamış olabilir.
İspanya İç Savaşı’nda (1936-39) Faşist General Franco kuvvetleri, Hitler ve Mussolini’nin askerî desteğiyle, ülkenin Cumhuriyetçiler adlı yönetimini düşürmeye girişmişlerdi.
Kadın lider Dolores İbarruri’nin radyodan ilan ettiği "No Pasaran!" ([Faşistler] Geçemez!) sloganının gümbür gümbür öttüğü, fakat Cumhuriyetçiler’in askerî teçhizat bakımından zayıf kaldığı bir ortamda Faşistler başkent Madrid’i iki buçuk yıl boyunca muhasara edip bombaladılar. Ama düşüremediler.
O sırada, Başkomutan Franco’nun generali Emilio Mola radyoda bir gazeteciye demeç verdi: "Dışarıdan hücum eden dört kolumuz, içerde kardeşlerimizin oluşturduğu beşinci kolumuz tarafından desteklenecektir".
Ve Faşistler, dışardan düşüremedikleri Cumhuriyetçi Madrid’i içerden böyle bir sabotaj düzeniyle düşürdüler.
"Beşinci Kol" terimi de, kentteki savaş muhabiri Ernest Hemingway’in kuşatma sürerken (1937) hayatında yazdığı tek tiyatro oyunuyla uluslararası literatüre "içerdeki hainler" biçiminde yerleşti.
Terimin, İ.Ö. 1184 Truva Savaşı’ndaki Tahta At tarafından simgelenen bir atası vardı.
Cumhuriyet operasyonuyla İ.S. 2018’de bir de torunu oldu…
* * *
Aslında Cumhuriyet gazetesinin geçmişi, kibarca söyleyelim, ziyadesiyle "yerli ve milli" idi. Asla isyan filan etmemiş bir Dersim’in isyan etti diye 1937-38’de mahvedilmesine alkış tuttu. II. Dünya Savaşı’nda Almanya’yı açıkça destekledi. 30’lar boyunca gölgelerinden korkar hale getirilmiş Gayrimüslim azınlıkların ırkçı-dinci Varlık Vergisi’yle 1942’de perişan edilmesi olayını ve ayrıca 6-7 Eylül 1955’deki ulusal yüzkaramızı haber ve karikatürleriyle (Cemal Nadir!) hazırladı. Oya Baydar hatırlatıyor, 12.07.1951 günkü nüshasında Nazım Hikmet’in fotoğrafını birinci sayfadan bastı ve "Millet doya doya yüzüne tükürsün" yazdı.
"Devletin bekası" deyip kendi iktidarlarının ve ideolojilerinin bekası için durmadan düşman icat eden (sırasıyla: "eşkıya", "mürteci", "komünist", "anarşist", "terörist") Derin Devlet ve uzantıları, böylesi bir kıymeti elden çıkarmaya razı olamazlardı.
Nitekim Nisan 1981’de Hasan Cemal’in yönetime gelip de devletin yarı resmî bir organından çok sesli bir gazeteye geçiş yapmak istemesi üzerine Cumhuriyet mercek altına alındı. Can Dündar’ın Şubat 2015’te gelmesi ve imzasını taşıyan 29.05.2015 tarihli MİT tırları haberini yayınlaması üzerine de, muhasara altına. Madrid gibi.
Çünkü hem CB Erdoğan’ın Suriye politikasına dokunulmuştu, hem de daha önemlisi, Ergenekon/Derin Devlet’in Kürt tabusuna. "Bayırbucak Türkmenleri’ne giden insani malzeme" fotoğraflanmamalıydı.
Bugün 3 kişilik Dündar ailesi 3 ülke ve 3 evde yaşıyor. Can, üç ay içerde yatırıldıktan sonra kendini Almanya’ya zor atmış vaziyette. Eşi Dilek, yaşayabilmek için Bodrum’daki evini satıyor, fakat tapu dairesi "Bakanlığa sormamız lazım, oranın da Adalet Bakanlığına!" demesiyle satamıyor, pasaport da alamıyor. İngiltere’de okuyan oğulları Ege ise Türkiye’ye girse, çıkamayacak.
CB Erdoğan söylemişti oysa onlara: "Bunun bedelini ağır ödeyecek; öyle bırakmam onu".
***
Burada konuyu dağıtma pahasına hatırlatmalıyım çünkü bu memlekette asıl devlet olan Ergenekon/Derin Devlet’in "Atatürkçülüğü"nü anlamak açısından önemli:
29.05.2015 tarihli bu MİT tırları haberi ve fotoğrafları dört ay önce 21.01.2015 tarihli Aydınlık’ta da yayımlanmıştı. Ama o gazetenin kılına halel gelmemişti. Çünkü 80 ve 90’larda Gayrimüslimler ve Kürtler hakkında çok cesur ve dürüst bir yayın çizgisi tutturmuş olan D. Perinçek ekibi (ki, bu sebeple o dönemde ben de yıllarca yazdım orada) 2015’te çoktan tövbe-istiğfar ve biat eylemiş, tam Derin Devlet’in istediği Müslüman-Türk milliyetçilik çizgisinde yayın yapmaya soyunmuştu. Artık, Tek Adam yönetimini candan desteklemekteydi.
Yine konuyu dağıtmak istemiyorum ama dayanamıyorum çünkü Cumhuriyet’in bu haberi ile Agos’un bir haberi arasında paralellik var:
Sabiha Gökçen’in asıl adının Hatun Sebilciyan olabileceğini söyleyen 06.02.2004 tarihli Agos haberinin Hürriyet’te 21.02.2004’te, yani tam on beş gün sonra "haber verildiğinin" ertesi günü, Genelkurmay zehir zemberek bir "Atatürkçü" bildiri yayınladı. Canım ciğerim Hrant kardeşim derhal Valilik binasında MİT tarafından sorguya çekildi. "Türklüğe hakaret" diye davadan davaya sürüklendi. Sonrası malum.
H. Cemal ve C. Dündar Ergenekon/Derin Devlet Atatürkçülüğünün Kürt tabusuna dokunmuşlarsa, Hrant da Ermeni tabusuna dokunmuştu.
* * *
Dönelim Beşinci Kol konusuna.
Ergenekon/Derin Devlet, yani kısaca dövlet Cumhuriyet’i 1981’den beri yakından izlerken, sonunda halletmenin yolunu buldu: Gazetede 1930’lara takıp kalmış ve yeniliğe diş bileyen kimi "Atatürkçüler" vardı; bunlar Cumhuriyet’i ikinci bir Sözcü’ye/Aydınlık’a geri dönüştürmeye kararlıydılar.
Hazırlık aşamasında, Nihat Genç cinsinden şahıslar mesela Aydın Engin hakkında Oda TV’den yazmaya başladılar; okuyun da mideniz dönsün.
Daha anlamlısı, Havuz basınından ünlü Cem Küçük 19.07.2016’da (yani 15 Temmuz’dan dört gün sonra) attığı tvitlerde Cumhuriyet’in "FETÖ rüzgarına kapıldı"ğını, er veya geç "gerçek sahiplerinin" eline geçeceğini söyleyerek Cumhuriyet Vakfı davasının bugünkü sonucunu iki yıl önceden ilan ediyordu.
Bu da yetmiyor, 02.11.2016’da aynen şunu yazıyordu: "Niye Cumhuriyet vakfı’na kayyum atanmıyor? Niye hala FETÖ-PKK bu gazeteyi çıkarıyor? Cumhuriyet Vakfı Alev Coşkun’a niye devredilmiyor?"
Aynı Küçük, 31.10.2016’da (yani Cumhuriyetçilerin gözaltına alındığının ertesi günü) bir tvit daha atacak, "Cumhuriyet FETÖ'cülerden alınıp Kemalistlere teslim edildi" diyecekti.
İkinci aşamada, Atatürkçülüğü 1930’lara demir atmaktan kurtarmaya çalışan Akın Atalay ve ekibi tutuklu yargılanmak üzere cezaevine konuldu. Bu, 1936’daki iki buçuk yıllık Madrid muhasarasının başlamasıdır.
Nihai aşamada; ülkede tüm muhalefetin bunaltıldığı, Cumhuriyet yöneticilerimi ve yazarlarının tutuklu yargılandığı, ayrıca, SEKA’nın 2005’te kapatılması sonucu ithal gazete kağıdının başını alıp gittiği bir ortamda, içerdeki bu Beşinci Kol harekete geçti.
Daha doğrusu, geçirildi. Çünkü kendi tutuklu arkadaşlarını AKP savcısı gibi suçlayan bu şahısların kendi öz yetenekleri (aynen Madrid’deki gibi) başarılı olmak için fazla yetersizdi. Bu yetersizlik, bu üçüncü aşamada (1936’daki Almanya ve İtalya’nın yerine) dövletimizin devreye girip koçluk yapmasıyla telafi edildi. Şöyle ki:
* * *
Nisan 2014’teki olağan genel kurulda 1930 modeli Atatürkçülerin üyelikleri düşmüştü. Bunlar, bu genel kurulun geçersiz sayılması için dava açtılar. Ama bilirkişi "genel kurul meşrudur" diye rapor verdi.
Bunun üzerine yargıç emekli edildi ve bir arkeolog yeni bilirkişi olarak atandı; geçenlerde bir kitap davasına bilirkişi atanan trafik polisi gibi. Bu bilirkişi istenen raporu verdi: "Genel kurul meşru değildir ve yenilenmelidir".
Savcılık makamının, 1930’lara takıp kalmış eski ekibi tanık olarak konuşturduğu yeni duruşmada yeni yargıç, genel kurulun yenilenmesine karar verdi.
Bundan sonra hiçbir şey tesadüfe bırakılmadı. Vakıf’tan istifa etmiş iki kişiye hukuk dışı oy verdirildi. Çok yaşlı bir "Atatürkçü" iş insanı, kendisine "yukarıdan" görev verilmesi üzerine, yatağından kalkıp oy vermeye gitti. Daha önce Cumhuriyet’i haklı bulmuş olan Vakıflar Genel Müdürlüğü, bu konuda hiçbir yetkisi bulunmayan Cumhurbaşkanlığı’na verilen imzasız bir dilekçenin ardından çark etti.
Bütün bunlar gösteriyordu ki, bu çok başarılı operasyon öyle Mustafa Balbay gibi kifayetsizlerin becerebileceği bişey değildi; böyle işleri yapmakta usta olanların "dışarıdan" yardımı gerekliydi.
Ve sonunda, 7 Eylül günü yönetim D. Perinçek’in Vatan Partisi milletvekili adayı Turan Karakaş takviyeli biçimde değişir değişmez, gazetenin editoryal yöneticileri vakıf kongresinin bitiminden dakikalar sonra görevden alındılar. Gazete ânında tarumar edilmişti.
* * *
Cumhuriyet’in fethini Havuz Operasyonları’yla karıştırmamak lazım. Birincisi bir Erdoğan operasyonuydu. İkincisi ise AkSaray destekli olup bir diğer "Allah’ın lütfu" oluşturmakla birlikte, Madrid’in Beşinci Kol tarafından düşürülmesinin remake’i, hatta tıpkısının aynısı oldu.
Tarih tekerrür eder. Sadece, ettirenler değişir.