Levent Köker
“Burası Türkiye, İsrail değil!”
Eski, geçmişi otuz yıldan daha öncelerine uzanan bir slogandı bu. Polis ya da daha genel adlandırmayla kolluk kuvvetlerinin kitlesel protesto hareketlerini bastırırken kullandığı şiddete karşı kullanılırdı: “Bu-ra-sı Tür-ki-ye, İs-ra-il de-ğil!” Epeydir pek rastlanmıyor. Metin Solmaz’ın Birikim dergisindeki yazısında da bu slogan başlık olarak kullanılmış. Sekiz küsûr yıl önceki bu yazıdan anlıyoruz ki, sloganı sığınmacılar sâhiplenmişler.
Herhâlde Türkiye, zaman içinde, kitlesel protesto gösterilerine karşı insan haklarına uygun davranmaya başlamış, yoksa niye bu slogan tedâvülden kalkmış olsun, değil mi? Eh, gördünüz mü “yeni Türkiye” bu işte. Hem bu sloganı şimdi kullanmak, bir bakıma daha doğru. İsrail’in başkenti Tel Aviv’de kitleler, Gazze’de artık soykırım raddesine varan bir katliama girişen Netanyahu’ya “kâtil” diye bağırıp istifâya dâvet ediyorlar. Yetmemiş gibi bâzı akademikler de İsrail’in “terörle mücâdele” adı altında katliam yapmasına karşı çıkıp derhâl barış çağrısı yaptıkları için işlerinden filân atılıyorlarmış. Dört bir yanı ülkedeki barış ve kardeşlik ortamına gözlerini dikmiş “teröristlerle” çevrili Türkiye’de böyle şeyler oldu mu, olur mu hiç, ne münasebet!
Demek ki, eskiden “burası İsrail değil ki, neden böyle yapıyorsunuz!” anlamında kullanılan bu slogana şimdi yeniden can vermenin zamanı gelmiş; Yeni Türkiye’nin İsrail’den ne kadar farklı olduğunu cümle âleme haykırmak için. Canım, şimdi Anayasa Mahkemesi kararlarını hatırlatıp, yine Cumartesi Anneleri’ni gündeme getirmeyin. 30 yıla yaklaştı, her hafta, her Cumartesi, İstanbul’un göbeğinde tekrarlanan “münferit” bir hâdisedir. Hem koskoca Türkiye Cumhuriyeti Kaymakamlığı, memleketin huzuru bakımından doğru bulmadığı AYM kararlarına uymak zorunda değil ya! İnanmazsınız ama, Türkiye bir hukuk devletidir ve burası Türkiye’dir, İsrail değil!
Hele hele, Türkiye’nin sınır ötesi askerî varlığını ve en sonuncusu Rojava’ya yönelik harekâtlarını hiç gündeme taşımayın. Filistin’le Kürdistan’ın ne alâkası var? Olur da aklınıza, “insan hakları”, “insancıl hukuk”, “haklı savaş”, “meşrû müdafaa” gibi kavramlar gelir de kafanız karışacak olursa, bilin ki İsrail devleti bu kavramları kendi saldırganlığını, işgâlciliğini haklı göstermek için suiistimâl ediyor. Sözde “Hamas terörü” ile mücâdele ediyorum diye yapmadığı katliâm kalmadı. Burası Türkiye, İsrail değil!
ULUSLARARASI HUKUK VE İSRAİL
Gerçekten de öyle. Meselâ Türkiye, Avrupa Konseyi’nin “hem de kurucu” üyesi, İsrail değil, kurucu da değil, üye de değil, gözlemci bile değil. Dolayısıyla, Türkiye Avrupa insan hakları hukukuyla bağlı, İsrail değil. Gerçi, Türkiye Avrupa Konseyi’nin bu hayâtî belgesiyle, yâni İnsan Hakları Sözleşmesiyle bağlı değilmiş gibi davranıyor ama, İsrail’in böyle davranma şansı bile yok. Hem, Türkiye’nin böyle davranması sistematik değil, Cumartesi Anneleri’nin münferit bir hak ihlâli olması gibi. İsrail öyle mi; değil tabiî ki.
Hem, bakar mısınız, ABD ve Avrupa Birliği nasıl davranıyorlar? İşgâlci, katliâmcı İsrail’i “demokratik” bir devlet diye yüceltip, bütün uluslararası insan hakları ve insancıl hukuk ihlâllerini aklamak üzere “meşrû müdafaa” kavramını kullanmaktan çekinmiyorlar. Ama Türkiye’nin “anayasal düzeni”ni korumaya yönelik mücâdelesini, “insan hakları” ihlâlleri ve demokratik hukuk devletinden sapma gibi görüp, en ağır eleştirilere tâbi tutuyorlar. Tam tersi olması gerekmez mi? Türkiye, İsrâil değil ki, bırakın insan haklarını, savaş hukukunu dahi çiğnemez. Gel de anlat!
Türkiye’nin İsrail’e en benzemediği noktalardan biri de “anayasa” konusuyla ilgili. Türkiye’nin bir anayasası var, iyidir, kötüdür, öyledir böyledir, ama İsrail gibi değil. “İsrail devleti”, uluslararası diplomasi dilindeki ifâdeyle “State of Israel”, dünyâ üzerindeki birkaç anayasasız devletten biri. Türkiye’nin ise 1876’ya ve hattâ öncesine uzanan bir hukuk ve anayasal devlet olma serüveni ve bu serüven içinde kazanmış olduğu bir tecrübe, bir birikim mevcut. İsrail böyle değil.
“YAHUDİ HALKININ ULUS-DEVLETİ OLARAK İSRAİL”
İsrail devleti kurulurken, bir anayasa yapmak yerine anayasa niteliği taşıyan bâzı temel yasaları yürürlüğe koyarak, İngiltere gibi, târihî süreç içinde bu temel yasaların birikimi üzerine, biraz da gelenekle yoğrulan bir devlet düzeni oluşturulmak amaçlanmış. Bâzı yorumcular bunu, İsrail’in önde gelen kurucusu Ben-Gurion’un İngiltere’ye olan, terim yerindeyse, hayranlığına bağlıyor. Bir diğer faktör, İsrail devletini oluşturacak olan insan unsurunun, yâni toplumun siyâsî ve kültürel ya da dinî bâzı konularda derin bölünmeler içinde bulunması.
Türkiye’de veyâ devletlerin büyük çoğunluğunda olduğu gibi bir “yazılı anayasa” düzeninin kurulması hâlinde, bu anayasanın “katı” niteliğinden ötürü sakıncalar yaratacağı, en önemlisi de anayasa düzeninin koruyucusu olarak da görev yapabilecek bir Yüksek Mahkeme’nin asıl sözü geçen kurum hâline geleceği gibi endişeler, 1948’deki “bağımsızlık bildirgesi”nde öngörülen yazılı anayasa yapım sürecinin tamamlanmasına engel olmuş. Bugün İsrail’de anayasa yerine geçtiği düşünülen ve parlâmentoda tıpkı bir anayasa gibi özel bir çoğunluk olmadıkça değiştirilemeyecek 14 “temel yasa” var.
Bu noktayı tesbit ettikten sonra, belirtmemiz gereken iki husus var. Bunlardan ilki, bugünkü İsrail devletinin Filistin toprakları üzerinde, “Yahudi halkı için bir vatan” inşâ etmek amacıyla kurulmuş olduğu ve gerisinde 19. yüzyılın sonlarına uzanan “Siyonizm” hareketinin politik gücünün bulunduğu. Bunun normal sonucu, İsrail devletinin Siyonizmin yarattığı bir “Yahudi devleti” olmasıdır.
Bu sonuç, 2018’e kadar, Yahudi toplumunun kendi içindeki görüş farklılıkları nedeniyle tam olarak sağlanamamıştır. Gerek “seküler” Yahudiler, gerek “Ortodoks Yahudiler”, böyle bir “Yahudi devleti” nitelemesini benimsememektedirler, Hattâ anti-Siyonist gruplar, Yahudi inancının bir devlet kurmayı yasakladığını düşünmektedirler ve İsrail devletinin Yahudiliğe ters düşen bir oluşum olduğunu ileri sürmektedirler. İki kutbun arasında, hiç kuşkusuz, Yahudi değerleri ve kültürü ile demokrasiyi ayrılmaz bir biçimde birleştirmeyi savunan görüşler de mevcuttur.
Hâl böyleyken, 19 Temmuz 2018’de İsrail yasama meclisi Knesset’in kabûl ettiği bir temel yasa, İsrail’in Yahudi halkının ulus-devleti olduğunu ilân etmiş, böylece bugünkü İsrail devleti, “anayasal” olarak, Yahudi ulus-devleti olmuştur. Bu yasanın, diğer temel yasalarla belirlenmiş olan İsrail’in anayasal düzenine aykırı olduğu iddiasını Yüksek Mahkeme görüşmüş ve 2021 yılında, İsrail devletini bir Yahudi ulus-devleti olarak niteleyen temel yasanın anayasayı ve devletin “demokratik niteliği”ni ihlâl etmediği sonucuna varmıştır. Böylece, vatandaşlarının %20 civarındaki bir kesimi Filistinli Arap, Müslüman ve Hıristiyan olan İsrail, bir Apartheid devleti hâline gelme yoluna girmiş bulunmaktadır.
Bundan sonraki gelişmelerin vardığı nokta, Netanyahu liderliğinde faşist ve savaşçı, saldırgan bir devletin dünyâ politikasında etkili olmaya başlamasıdır. Bâzı İsrail vatandaşlarının ve dünya üzerinde, İsrail’in bugünkü yönetimine destek veren ABD ve Avrupa üzerinde yaşayan, aralarında Yahudi birey ve grupların da bulunduğu kitlelerin Netanyahu faşizmini protesto etmeleri, Filistin halkının temel haklarına ve esâsen kurulu Filistin devleti’nin varlığına sâhip çıkmaları birçok açıdan dikkat çekicidir.
IRKÇILIR, AYRIMCILIK
Dikkât çekici olan önemli nokta, hiç de azımsanmayacak büyüklükteki Yahudi bireylerin ve grupların, İsrail’in bir Yahudi ulus-devleti olarak nitelenmesine ve buradan kaynaklanan politikalara karşı çıkışlarındaki demokratik direniştir. Açıkça ortadadır ki, bir İsrail devleti olacaksa bile, bunun bir ırkçı -Apartheid- devleti olmaması gerektiği yönünde Yahudi toplumunda güçlü bir politik eğilim bulunmaktadır.
Eh, burası Türkiye, İsrail değil. Türkiye’nin İsrail’den farklı olarak, yazılı bir anayasası var. Bu anayasaya göre birkaç gün sonra yüz yaşını idrâk edecek olan Türkiye Cumhuriyeti, 1921 Anayasası ile ilk kez kurulmuş olan “Türkiye devleti”nin resmî adı. Devletin adı, üzerinde kurulu olduğu ülkenin adından, Türkiye’den geliyor. 1921’den sonraki anayasaların tümünde değiştirilemez madde olarak ebedîleştirilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti de öyle. Örneğin Kıbrıs’taki “insan unsuru”nu esas alan “Türk Cumhuriyeti” gibi değil, arada fark var.
İsrail’le birlikte düşününce, tuhaf, olmayacak şeyler geliyor insanın aklına. İsrail ve Türkiye devletlerin ülke unsuru esas alınarak tanımlanmış. Sonradan, İsrail devletini “Yahudi halkının ulus-devleti” yapan bir temel yasa çıkmış. Buna karşılık, anayasalarda Türkiye devleti diye tanımlanan devletin, insan unsuruna sıra geldiğinde, “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olmak”tan söz edilmesi, hem 1961 ve hem de 1982’de, biraz kafa karıştırıcı. İsrâil’in “Yahudi halkının ulus-devleti” olarak nitelenmesi gibi mi acaba bu Türk devleti ifâdesi de, “Türklerin ulus-devleti” anlamına mı geliyor?
Galibâ evet ama çok şükür “Türk”, “Yahudi” gibi bir ırkın adı değil. Resmî görüşün iddiasına göre Anayasa’daki Türklük, hukukî bir anlam taşıyor. Hâliyle! Ne diyorduk, “burası Türkiye, İsrail değil!”
Gerçekten mi? Emin miyiz? Emin misiniz?
Levent Köker: Ankara Hukuk Fakültesi mezunu (1980). Yine Ankara'da, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Siyaset Bilimi doktorası yaptı (1987). Gazi Üniversitesi'nde, Siyasal Teoriler doçenti (1990) ve Genel Kamu Hukuku profesörü (1996) oldu. ODTÜ, Bilkent, Atılım ve Yakın Doğu üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı. 1997'de Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin Kurucu Dekanlığını üstlendi. Oxford , Princeton, New School for Social Research ve Northwestern (2017-18) üniversitelerinde konuk araştırmacı olarak çalıştı. Barış İçin Akademisyenler'le birlikte "Bu Suça Ortak Olmayacağız" beyanında bulunduğu için, Yakın Doğu Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı (2016). Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İki Farklı Siyaset, Demokrasi, Eleştiri ve Türkiye adlı kitapların yazarıdır.