Çağdaş bir din: Güzellik

Aynada aslında kendimize kendi gözümüzle baktığımızı sanırken ‘öteki’nin de gözüyle bakıyor ve kendimizi dizayn ediyoruz. Kendimizi subje yaptığımız anda aslında başkasının objesiyiz.

Binlerce yıldır erkekler kadınlara nasıl kadın olmaları gerektiğini anlatıyorlar. Güzel olmalarını öneriyorlar. Dişilik, kadınlık, erkeğin filtresinden geçiyor, kadının nasıl kadın olması gerektiğini erkekler belirliyor sıkça. Bu yazıda bu anlamda ikilemlerim var. Kadınlara ağabeylik yapmanın, yol göstermeyi denemenin, ‘güzel’leşme isteklerine eleştirel yaklaşmanın itici bir yanı var. Bir yandan bu güzel olma isteğinin çılgınlığa dönüşmesini eleştirmek aynı zamanda bir erkek olarak yine öğreticiliğe soyunmak... İkilemim bu...

Narkissos mitolojide kendine aşıktır. Her ne kadar güzelliği birçok insanın dikkatini çekse de, uğruna insanlar ölse de narsist kendi görüntüsüne bakar, kendisine aşıktır. Narsist mitolojide başkasının kendisine aşık olmasına, beğenmesine bağımlı değildir. Kendi kendisini beğenmesi kendisine yeterli gelmektedir. Günümüzde narsist ‘ne olur beni beğenin, sevin’ dilenciliği yapar. Günümüzde narsist kendine âşık olamayan, ama herkesin onu beğenmesini isteyen kişidir: “Ne olur beni beğenin.” Beğeni konuşulduğunda ‘akıllıca’ olduğunu kabul ettiğimiz ama fazla da inandırıcı olmayan söylem ise insanın dış güzelliğinden öte iç güzelliğinin önemli olması. Her ne kadar iç güzellik önemli desek de çoğumuz dış güzelliğin peşindeyiz.

ANORMALLİĞE NORMALLİK ARAYIŞI

Büyük bir ekranda televizyon seyrediyoruz. Bir dizi. Yakın çekim. Ekrandaki kadının kafası iki metre büyüklükte ve kocaman. Kaşlarını tek tek sayabileceğimiz kadar yakından görüyoruz. Milimetrik çizgiler dahi kocaman. Anormal bir durum. Günlük hayatta sosyal mesafeden ötürü kimseyi bu kadar yakından göremeyiz ve yakından görebildiklerimizde de bu kadar büyütülmüş bir yüz, burun, kaş değildir. Böyle büyütülmüşlükte en ince ayrıntı fark edildiğinden, bu ayrıntıların bile ‘güzelleştirilme’ gereksinimi doğuyor...

Yani bu güzel olma hali aslında bir anormallikte doğuyor ve bu anormalliğe normallik arayışına da dönüşebiliyor. Anormallik normalin büyütülmesinde ve düz bir ayna (bilinen haliyle ‘normal’ yani düz ayna) yerine bükey aynadan kendine bakma durumu... Yüz bu kadar büyütülünce makyajla pürüzsüz bir yüz ve simetri yaratılmak durumunda. Aslında sağ ve sol kaşlar, sağ gözle sol göz, dudağın sağ tarafıyla sol tarafı çoğu kez (belki de her zaman) aynı değildir. Günümüz güzellik tanımı simetriyi ve pürüzsüz olmayı ideal olarak bellediğinden insanların görüntüleri de büyütülerek daha ideale yakın hale getiriliyor ve biz bu makyajlı, oynanmış, değiştirilmiş görüntüye güzel diyoruz.

Narsistin aynada ‘öteki’nin, başkasının ne dediğinden bağımsız kendisini beğenmesi günümüzde imkânsız. El alem çok önemli: El alem ne der... El alemi önemsemiyorum manifestoları açıklayanlar da aslında çıkış yeri olarak el alemi referans alıyor ve bu referans noktasını umursamayacaklarını söylüyorlar. Öteki’den bağımsız olamama haline verilen tepki...

KENDİMİZİ SUBJE YAPTIĞIMIZDA BAŞKASININ OBJESİYİZ

Aynada aslında kendimize kendi gözümüzle baktığımızı sanırken ‘öteki’nin de gözüyle bakıyor ve kendimizi dizayn ediyoruz. Kendimizi subje yaptığımız anda aslında başkasının objesiyiz. Subje ötekinin perspektifinden bakarak kendini kurguluyor. İnsan günümüzde birçok alanda kendisini kurguluyor, planlıyor, hatta finanse ederek bir bakıma oluşturuyor da. Ayna üzerinden, daha doğrusu ötekinin varsayılan düşüncelerine göre konumlanarak oluşturulan ben/kendi o kişiye bir kolaylık da sunuyor: Real olarak ‘ötekinin öteki olduğunu görmek, kabul etmek insanı acıtır, çünkü insan sınırsız olmadığını ötekinin sınırında fark eder.

Öteki benim bittiğim yerde başlıyor ya da ben ötekinin bittiği yerde başlıyorum. Aynada kurgulanan imajiner öteki, işte bu incinmeden insanı korur da. Real ‘öteki’nin istediğini söyleme ve ağır yaralama imkânı/ihtimali var. İmajiner öteki ‘ben-öteki’, yani benim kurgum olduğundan imajinerle ilişkim bir monologdur ve diyalog şeklinde (ona benzer) kurgulanır. İşte bu ben ve öteki-ben arasındaki ilişki kişiye çok acı vermez çünkü diyalog kontrollüdür. Kısacası şu: aynada kendime ötekinin gözüyle bakarken bu öteki göz aynı zamanda benim de gözümdür. Öteki ise içselleştirilmiş ötekidir, real biri değildir. El alemdir yani... Burada ben’le öteki arasında sembiyotik bir ilişki vardır.

Bir kadın arabadan inmeden önce dikiz aynasında kendine bakıyor. Rujuna dikkatlice bakıyor. Sonra kamerasını çıkarıp kendi dudaklarının fotoğrafını çektikten sonra bu fotoğrafı büyüterek dudaklarının rengini daha da ‘düzeltiyor.’ Narsizm insanın kendini olduğundan daha büyük, yüce ve değerli görmesi. Kameralar, iç bükey aynalar... Hiç durmadan kendimizi büyüterek bakıyor, sonra da büyük olduğumuza inanıyoruz... Narsizm değişti. Narsist kendine kendisi olarak bakarken, ötekini umursamazken, günümüz narsizmi önce ötekinin bakışını, el alem ne der nasıl görür'den yola çıkarak, yani önce başkasının gözüyle kendisine bakıyor. Burada insan kendine imajiner bakıyor önce... Narkissos günümüzde yaşasa narsist bile olamazdı galiba.

BAKIMLI OLMANIN MALİYETİ

2018 yılında dünyada güzellik turizmine harcanan para toplam 150 milyar dolar (3) ve buna rağbet her yıl artmakta. 2023 yılında Almanya’da yapılan bir araştırmada kadınların %84,3’ü vücut koruyucu kremler kullandıklarını belirtmiş.( 4) Önceden daha çok kadınların güzellik ameliyatları yaptırırken günümüzde erkekler de bu akıma katıldılar. Her yıl saç ektirmede yeni rekorlar kırılıyor. Bazı güzellik malzemelerinin kullanımının tıbbın alanının dışına taşınmasıyla mahalle berberleri de botoks, ‘gençlik aşısı’ yapmaya başladılar. Böylece bu tür işlemlerin lokal kalması güzellik turizmini engellemiyor. Hastanelerin güzelliğiyle övünen Türkiye de güzellik turizminin önemli ülkelerinden biri oldu. İstanbul havaalanı, askeri revir gibi. Saç ektirenlerin bandajlı kafaları, burunlar, düzeltilmiş memeler, mide ameliyatlarından ötürü hareket edemeyen yolcular...

Güzellik dini önlenemeyecek bir hızla gelişiyor. Bu dinin gelişmesinin nedeni dinler üstü bir din gibi olması. Her dinden insanların katıldığı bir din. Hristiyan, Müslüman, Budist, Hindu... Ateistlerin bile müridi olabildiği bir üst din. Her milletten insanın tabii olduğu bir üst din... Bu dini çekici kılan kendi dininizi terk etmeden yaşayabileceğiniz bir din olması. 2022 yılında Almanya’da güzellik ürünlerine ödenen paranın 19 milyar Euro olduğu hesaplanıyor. Sektörde çalışan insan sayısı 50 bin kişi. Bu dinin her evde, her ortamda temsilcisi, savunucusu, üyesi ve çalışanı var. Hiçbir inancın rekabet edemeyeceği bir hızda gelişiyor ve çok bulaşıcı olma bir özelliği var. Bu dibe karşı çıkanların en yakınları tarafından baskılandığı, dışlandığı bir dönem yani.

HİKAYE ÇOCUKLUKTA BAŞLIYOR…

Bebeğiyle oynayan çocuk oyuncak bebeğin saçını tarıyor, oyunda ona meme veriyor, onu uyutuyor. Bebekler çocukların çocukluk hayallerinin bir parçası. Çocuklar çocukken fantezide doğuyorlar ilk. Bu fantezi çocuk yıllarca insanların yer yer hayallerinin bir parçası oluyor. Daha sonra çocukları oluyor. Yıllarca hayal edilmiş, narsistik fantezilerle donatılmış çocuk hayalleri...

Aslında doğan her çocuk biraz düş kırıklığıdır. Çünkü hiçbir bebek hayallerdeki bebek kadar güzel ve çekici değildir. Kısa bir şaşkınlık. Yıllarca beklemenin kavuşması... Doğurmanın sevinci... Hayallerde oluşturulan şablona doğan bebek yerleştiriliyor. Hoş geldin bebek, kargaya da yavrusu şahin görünürmüş... Burada bebeğin ilk deneyimi ikilemli bir karşılanma, ikilemli bir sevinç: Doğum sevinci ama düş kırıklığının da gizlenmeye çalışıldığı bir sevinç. Doğan çocuk düzeltilmesi gereken bir pojedir bazen. Yaşken eğilmesi gereken ağaç, terbiye edilmesi gerekendir. Eğri ve yanlış olan düzeltilir çocukta. İtaat, temizlik eğitimindeki zorlama, anne babaya boyun eğme bu tür eğitim yöntemleridir. Temizlik, çiş ve kakanın kontrolü, yemek yerken yüze bulaşmamasına özen göstermek... Bedenin terbiyesi ve otoritenin iç içe geçtiği anlardır çocukta...

Düş kırıklığı olarak başlayan hikaye yanlış olan ve yanlış/eksik olduğu için de düzeltilmesi gereken hikayeye dönüşür çocuk...Çocuk terbiye edilmesi gereken bir projedir bir anlamda... Düş kırıklığı olarak algılanır ve bu şekilde anne/babanın bilinçötesine de kaydedilir bu olanlar. Çocukta anne/babanın tutumuyla ve aynı zamanda onların bilinçötesiyle özdeşleşerek anne/babanın bu tutumunu üstlenir. Ve bunlar çocuğa eklemlenir. Çocuk artık kendi kendisinden düş kırıklığına uğramış gibidir. Ve düş kırıklığını bedenine yansıtır. Kendi bedeninden, görünümünden düş kırıklığı yaşar. Yani kendisini beğenmeme burada ekilir çocuğun psikolojisine bazen. Çocuk daha sonra, yetişkinliğinde kendisine sorun olan bedeni düzelterek/düzelttirerek bu problemi ortadan kaldırmaya çalışır biraz da.

Annenin babanın düzeltilmesi gerektiğine inandığı ‘proje çocuk’ bu konsepti bilinçötesine kodlayarak daha sonra annenin babanın tutumunu bir şekilde sürdürerek kendisini düzeltmeye, kendisini yontmaya devam eder. Anne/babasının işini de doktora, güzellik uzmanına aktarır. Yani anne/baba ve çocuk ilişkisinde sağlıklı entegre edilemeyen yanlar bir yabancı organ/fikir/algılama olarak çocuğun bedeninde varlığını çocuğa yük olarak sürdürür. Güzellik endüstrisi de bu problemi kökünden ve sürekli çözeceğini vadeder..

Şaşkınlık sonrası bağra basılan bebek cennetten kovulmanın (ana rahmi bebeğin cennetidir) verdiği sızıyı bağra basılmakla, kucaklanmakla dengeler... Anne/baba çocuğu sevmezler sadece... Bebek pislik de üretir. Her kültür pisliği farklı tanımlar.( 5) Batı’nın ‘pislik’ konseptinde ter, kusma, geğirme, dışkılama pistir... Douglas pisliği aslında olması gerektiği yerde olmayan şey olarak tanımlar. Kıl kafada tiksindirici değilken çorbada tiksindirici olabiliyor. Anne/baba temizlikçi gibi ardına düşerler ve sürekli temizlerler. Bebeğin ilk deneyimlediği şeydir: Ben sadece sevimli ve güzel değilim, ayrıca bayağı pisim de...Vücudumuz pislik üretir de. Uygarlık tarihi pisliğin çeşitli dönemlerde ve kültürlerde tanımlanması ve bu pisliğe paralel duyguların da değişmesi tarihidir de. (6) Yani kendimizden nefret etmemiz, kendimizi pis, kirli bulmamız, beğenmememiz çok eskilere gider.

Kaynakça:

1 Ulrich Bröckling, Das unternehmerische Selbst [Girişimci Kendi] (Surhkamp Verlag, 2019), 7. baskı,s. 19.

2 Massimo Recalcati, Lob der Vergebung [bağışlamaya övgü] Klett-Cotta Verlag, 2015), s. 115.

3 https://de.statista.com/themen/6426/medizintourismus/#topicOverview, Erişim tarihi: Ağustos 2023.

4 https://de.statista.com/statistik/daten/studie/171698/umfrage/mehrmals-im-monat-verwendete-

pflegende-kosmetikprodukte/, Erişim tarihi: Ağustos 2023.

5 M. Douglas Reinheit und Gefährdung. Eine Studie zu Vorstellungen von Verunreinigung und Tabu

(Suhrkamp Verlag, 1988), s. 52.

6 Norbert Elias, Uygarlık Süreci, çev. Ender Ateşman, (İletişim Yayınları, 2000).


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berlin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi