Dilek Dündar’ın mücadelesi: Eş durumundan ‘Milli Güvenliğe Tehdit Oluşturmak'

AYM, 6 yıl önce Dilek Dündar'ın pasaportuna el konulmasının hak ihlali olduğuna hükmetti. Dilek Dündar, 6 yıllık hukuk mücadelesini ve yaşadıklarını Alin Ozinian'a anlattı.

Anayasa Mahkemesi (AYM), eşi Can Dündar'ın yanına gitmek üzere 6 yıl önce Atatürk Havalimanı'na gelen Dilek Dündar'ın pasaportuna 'iptal olduğu gerekçesiyle' el konulmasının hak ihlali olduğuna hükmetti.

Yerel mahkemeden hak ihlalinin giderilmesini isteyen AYM, Dündar'a 22 bin TL manevi tazminat ödenmesine hükmetti. Kararın gerekçesinde, hakkında herhangi bir adli soruşturma veya dava bulunmayan Dilek Dündar'ın pasaportunun iptal edilmesinin demokratik toplum düzenine aykırı olduğu vurgulandı.

Dilek Dündar ile eş durumundan "Milli Güvenlik Tehditi" olmayı, verdiği adalet mücadelesini, son 6 yılı ve geciken "adaleti" konuştuk.

Geç de olsa "adaletin" 6 yıl sonra gelmesi nasıl bir duygu Dilek Hanım?

Karmakarışık bir duygu çünkü hiç beklemiyorsun, artık bitti diyorsun. Önce şok oldum sonra sevinçle, çok büyük sevinçle karşıladım. Ama tabii geç gelmesi, bütün o yaşananlar... Bayağı kötü şeyler yaşadım ama o dönem hep bir mücadele içindeydik ve güçlü duracağız, mücadele edeceğiz diye bir inanç vardı içimde. O zamanlar bana çok koymuyordu ama sonra çok yorulmuş olduğumu düşündüm gerçekten. 6 yıl çok yormuş beni.

3 Eylül 2016 tarihinde, eşinizin, gazeteci Can Dündar’ın yanına Almanya’ya gitmek için Atatürk Havalimanına gittiniz ve orada "FETÖ/PDY terör örgütünün şüpheli eşi olduğunuzdan" dolayı, hakkınızda kayıt oluşturulduğu bilgisine vakıf oldunuz...

Tam öyle de demediler, ‘milli güvenliğe tehdit oluşturuyorsunuz’ dediler. Başka bir açıklama yapmadılar. Pasaportunuz zayi durumda gözüküyor dediler. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden bilgi alabilirsiniz, biz sizin pasaportunuzu burada alıyoruz dediler. Ayrı bir yere aldılar sonra... Yani normal pasaport sırasına giriyorsunuz, bekliyorsunuz. Size sıra geliyor ve birden buz gibi bakışlar, memur bir size bakıyor, bir yere bakıyor. Bir yerlere basıyor, bir yerlere telefon açıyor. O sırada arkanızda kuyruk uzuyor. Biraz bekleyin diyorlar. Sonra birileri geliyor ve sizi bir odaya götürüyor... Pasaport sırasından başka bir odaya...

En azından tüm bunların nezaketli bir şekilde mi yapıyorlardı?

Nezaketli evet ve tuhaf olan şöyle bir şeydi. Ben yurtdışına çıkmıştım. Çünkü Can, silahlı saldırının ardından bir müddet sonra yurtdışına çıkmak istedi. Öyle de telkin geldi. İspanya’daydı, kitap yazıyordu. Onu ziyarete gitmiştim ağustos ayında ve geri dönmüştüm, her hangi bir sorun yoktu. Üstelik 15 Temmuz da olmuştu. Onun için bir sorun olduğunu düşünmedim. Fakat sonradan öğrendim ki - ben 3 Ağustos’ta dönmüştüm, 4 Ağustos’ta benim pasaportumun iptal kararı verilmiş zaten. Ancak ben bunu havaalanına gittiğimde öğrendim.

Can Dündar 6 Mayıs 2016’da MİT tırları hakkında Çağlayan’da görülen davasının ardından adliye önünde bir silahlı saldırıya uğramıştı. Siz o saldırıda Can Dündar’ı vurmaya çalışan saldırganın üzerine atladınız tabir yerindeyse... Hep böyle cesur bir kadın mısınız?

Öyleymişim. O anlaşıldı. Haksızlığa tahammül edemiyorum, öne çıkıyor ve ne oluyor diye soruyorum. Öyle bir karakterim vardı ama burada çok enteresan bir duygu ile davrandım sanırım... Ben öndeydim, Can arkadaydı. Silahı gördüm ve birden aklıma – eyvah! böyle oluyor silahlı saldırılar gazetecilere diye bir şey geçti ve o an aniden suratına hamle yaparsam tetiği çekemez diye düşündüm... Yanımda Muharrem Erkek de vardı, CHP milletvekili. O da hemen müdahale etti ve saldırgan tutuklandı.

Beni en çok üzen şey şey... daha sonra saldırgan yargılandı ve serbest bırakıldı ve pasaportu iade edildi. Benim pasaportuma el konuldu. Böyle de tuhaf her şey..

."ADALETE GÜVENEREK BAŞVURDUĞUM TÜM YOLLAR TÜKENMİŞTİ"

Saldırgan 4500 TL adli para cezasına çarptırıldı, sebebi de ruhsatsız silah taşımaktı. Azmettirmek ile suçlananlar da beraat etti o davada. Dilek Hanım, pasaportunuza el konulunca çıkamadınız Türkiye’den belirli bir süre. Can Bey’in ve oğlunuzun yanına gidemediniz ve dediniz ki "annelik hakkımı kullanacağım ve çocuğumun yanına gideceğim". Nasıl, ne yolla sormayacağım. Bu riskli kararı almak zor değil miydi?

Çok zorlandım tabii. Fakat ben 3 yıl ayrı kaldım onlardan. Bu 3 yılda bütün hukuk yollarını tükettim. Haklı olduğuma inanıyordum. Bunun için de mücadele gerekiyordu. İçişleri Bakanlığı’ndan cevap bekliyorsunuz, ondan sonra İdare Mahkemesi’ne dava açıyorsunuz. Bu süreçler hep uzun sürüyor. En sonunda Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyorsunuz. Anayasa Mahkemesi’ne 2018’de başvurdum ve 1 yıl daha bekledim. Hani bir karar çıkar diye. Çünkü çok basit bir dava bu. O arada oğlum İngiltere’de üniversitede okuyordu. Onun mezuniyet törenine katılamadım. O beni çok üzdü. Sonra baktım olacak gibi değil. Her türlü her yolu denemiş oldum, adalete güvenerek yaptığım bütün yollar tükendi.

Sonra dedim ki artık ben gideyim. Zaten daralıyordu çember. Korku egemen olmuştu Türkiye’de. İnsanlar tuhaf olmuşlardı. Bir zamanlar Can’a destek olmak modaydı. O zaman herkes etrafımdaydı. Sonra bir korku iklimi sis gibi yayıldı Türkiye’nin üstüne. Can’ın etrafına pervane olanlar, dostum diyenler o sisin arkasında kayboldular. Gerçek dostlar ortaya çıktı. O dostlukları da asla unutamam. Daha sonra mali açıdan da bayağı zorluklar çektik, çektim. Mesela evimizi banka kredisi ile almıştık. Banka geri çağırdı krediyi. 2 evimiz var zaten. Bodrum’daki evi satayım istedim.

"KÜÇÜÇÜCÜK BİR ÇANTAYA HAYATIMI SIĞDIRIP YOLA ÇIKTIM"

Banka krediyi ödemelerde bozukluk olduğundan dolayı mı geri çağırdı?

Hayır keyfi bir karadı. Bodrum’daki evi satayım istedim. Bodrum tapu müdürü evin üzerinde bir şerh yokken "evi satamaz" dedi. Bürokrasi kraldan daha çok kralcı oluyor. Böyle bir hakkınız yok, böyle bir karar veremezsiniz – deyince, "Benim bakanım televizyona çıkmış, benden habersiz hiçbir şey olmayacak diyor. Ben bunu duymazlık edemem. İstediğiniz yere şikayet edin beni" dedi tapu müdürü...

Valiliğe yazı yazacağım dedi. Onlardan cevap gelirse sattırırım dedi. Hala valilikten cevap gelmedi. Dördüncü yılın sonunda evlere de el koydular biliyorsunuz. Böyle çok zorluklar yaşamaya başladım ve ben artık gideyim dedim. Giderken insanın aklı da arkada kalıyor. Annem babam var. Yaşlılar. Babam benim hayatımda çok önemli bir insandır. Benim böyle bir insan olmamın en büyük sebebi olan insandır. Alzheimer başlamıştı ama yine de bana git dedi. Onun üzerine karar verdim.

Kimseye haber vermedim, zora sokmak istemedim kimseyi. Sonunda küçücük bir çantaya birkaç şey koyuyorsunuz. Bütün hayatınız orada. Sanki hayatınız küçücük bir çantada. Onu alıp çıkıyorsunuz. Çok riskleri var. Allah’a şükür hiçbir şey olmadı. Gayet rahat geldim. Bazı insanlar öyle yapamadı, gelemedi. O yollarda çok acılar oldu biliyorsunuz. İnsanlar öldü Türkiye’den çıkmaya çalışırken... Sonunda Almanya’ya gelebildim. Almanya’da 3. yılım, 3 yıl da Türkiye’de... 6 yıl sonra da pasaportum geri verildi.

Bu kararı siyasi olarak bir yumuşama olarak görüyor musunuz? Sizce bunun siyasi bir altyapısı var mı?

Ben siyasetçi değilim. Keşke olsa. Keşke adalet artık Türkiye’ye geliyor olsa ve bütün o devam eden davalar, haksız davalar, siyaseten içeride tutulanlar, benim gibi ailesi parçalanmış insanlar, herkes hepsi bu travmaları atlatsa ve Türkiye normale dönse. En iyisi bu olacak.

"KADINLAR HAKLI OLDUKLARINA İNANMALI VE DİRENMELİ"

Eş durumundan suçlanan çok kadın var. O kadınların çocukları var. Henüz doğmamış çocukları var. Cezaevinde kadınlar var. Suçları belli olmayan kadınlar onlar... Sizin gibi, eş durumundan suçlanan kadınlar, pasaportları iptal edilen kadınlara ne öğütlersiniz, ne yapsınlar?

Önce hukuk yollarını denesinler isterim. Çok tuhaf bir şey anlatayım ben size. Önce İçişleri Bakanlığı’ndan cevap bekleniyor pasaporta neden el konulduğuna dair. O arada ben ayda bir İstanbul Emniyeti’ne gidip dilekçe veriyordum pasaportumun iadesi, nedeni vs bunları öğrenmek için. Her seferinde de alıyorlardı dilekçemi ama cevap beklemeyin diyorlardı. Bir keresinde bir kadın polise rastladım. Bir bana baktı sonra bilgisayarına baktı ve dedi ki, ‘Sen Can Dündar’ın karısısın. Neden soruyorsun ki?’

Biz sanki bir kabile devletinde yaşıyoruz. Sanki firavunlar dönemi Mısır’da yaşıyoruz. Öylece kalakaldım. Sonra çıkınca düşündüm. Bir kadın, bir kadına bunu nasıl der? Bu nasıl bir düşünce yapısıdır? Halbuki birbirimize destek olmamız gerekirdi, en azından kusura bakmayın diyebilir. Kanun böyle diyebilir ama ‘Sen Can Dündar’ın karısısın, niye soruyorsun ki’ dedi...

Bunlar ile karşılaşıyor insan. Bütün bunlara direnmek gerekiyor. Bir kere haklı olduğumuza inanmamız gerekiyor. Biz suçlu değiliz. Her şeyi denedikten sonra da illegal yollarla çıkmak gerekti.... Mücadele devam etmeli, başka türlü yolu yok. Birleşmek gerekiyor. Tek başına mücadele de zor. Hep beraber bir mücadele götürülmeli. Geç geliyor adalet ama geliyor. İnşallah herkese de gelecek.

"SES ÇIKARMAMAK SUÇA ORTAK OLMAK DEMEK"

Farklı meslekteki insanlar hakkında, gazeteciler hakkında davalar açılıyor. Mal varlıklarına el konuluyor. Bu da ikinci bir hukuksuzluk. Sonra da eşlerine dünya dar ediliyor tabiri yerindeyse. Bunu ellerindeki her şeyi almak için mi yapıyorlar sizce? Siz eşinizden nefret edin, hatta boşanın, bu da mı bir ceza "suçlanan" insanlara?

Sanıyorum öyle. Bu boşanma durumu enteresan aslında. Nazi döneminde çok oluyor biliyorsunuz. Bütün romanlarda, hikayelerde okuduk biz bunları. Bana da teklif ettiler boşan diye. Tanıdıklar "Boşansan acaba sorunlara çözüm olur mu" dediler. Ben bunu direnci kırıcı bir şey olarak görüyorum. Nazi Almanya’sında birçok Alman Yahudi eşlerinden boşanıyor, mevkilerini kaybetmemek için, ilerleyebilmek için ama bu çözüm değil.

Buna "hayır" denmesi lazım. Çünkü bir de öyle bir çağda yaşıyoruz ki herkes her şeyi görüyor ve herkes her şeyden haberdar. Adaletin tekrar yerine gelmesi lazım ve vicdanlı insanların, vicdansızlara karşı artık ses çıkartması lazım diye düşünüyorum.

Bizim çağımızda bilgiye ulaşabiliyoruz, televizyonda görüyorsun, sosyal medyada görüyorsun. Tek tek insanlarla karşılaşmana da gerek yok. Hepsini görüyoruz ve biliyoruz ve ben artık herkes adına başkaları adına utanmaktan çok yoruldum. Türkiye’ye dönemeyip, anne babalarının cenazelerini internetten izleyenleri gördüm. Türkiye’de cenaze arabaları verilmeyen cenazelerini kaldıramayan insanları gördüm. Mezarlarından cenazeleri çıkarılan insanları gördüm. Çok utanç verici olaylar bunlar ve herkes bunları görüyor. Ses çıkarmamak da suça ortak olmak gibi geliyor bana. Aklı selim insanların adalete ve vicdana ses vermeleri gerektiğini düşünüyorum

Anayasa Mahkemesi’nin bu kararından sonra ne olacak? Pasaportunuz iade mi edilecek yoksa arada bir süreç daha mı var?

Bir süreç var çünkü bu Anayasa Mahkemesi’ne gelene kadar yerel mahkemelerin kararlarını beklemek gerekiyordu. Onun için biz İç İşleri Bakanlığı’ndan cevap geldikten sonra idare mahkemesine başvurmuştuk avukatlarımız aracılığı ile. Oradan takipsizlik kararı vermişlerdi. Ondan sonra Anayasa Mahkemesi’ne gidebilmiştik. Anayasa Mahkemesi o kararı bozmuştu ve şimdi idare mahkemesine gönderdi. İdare mahkemesi o kararı kaldırması gerekiyor. Daha sonra ben pasaportumun bana iade edilmesi için bir talepte bulunacağım ve pasaportumun iadesini bekleyeceğim. Ondan sonra da hemen Türkiye’ye gitmek istiyorum. Babam 92 yaşında, annem 90 yaşında. Hemen onların yanına gitmek istiyorum.

"SÜREKLİ BENİM ÜLKEM NEDEN BÖYLE OLAMADI DİYORUM"

Özlediniz mi Türkiye’yi Dilek Hanım?

Türkiye’deki insanlar medeni ülkedesin ne kadar güzel - gibi bir görüş içinde oluyorlar. Gerçekten hoş bir ülke Almanya. Çok sıcak davrandılar bizlere. Çok Türk var; çok sevgi ile yaklaşanlar var, çok nefret ile yaklaşanlar var. Ama ben şöyle hissediyorum – sanki bir film karesindeymişim, sanki bir film seyrediyorum. Çok güzel sokaklar, çok güzel parklar. Sokaklarda müzikler çalınıyor. Ama ben bir türlü o karenin içine giremiyorum. Seyrediyorum çok hoş geliyor.

Sürekli benim ülkem neden böyle olamıyor diye düşünüyorsun. Artık genç değiliz, benim köklerim ülkemde. Onun için niye gitmeyeyim ki ben ülkeme? Hemen gideceğim, herkes çok değişti Türkiye diyorlar. Kötüleşti diyorlar ama olsun. Orası bizim ülkemiz ve her zaman bir umut var diye düşünüyorum.

Memleket sevdası olmasa sürgün diye bir ceza olmazdı herhalde...

Türkiye’de Osmanlı’dan başlayan aydınlarına iyi davranamama hali var... evlatlarını, okumuş yazmışları sürgüne gönderme hali her zaman mevcuttu. Tarihimiz bunlar dolu biliyorsunuz. 12 Eylül’ler, 12 Mart’lar. Her dönem bir sürü insana tokat gibi bir sürü şey yaşadılar. Şimdi sıra bizdeymiş. Biz yaşıyoruz. Ama ne gerek var? Evlatlarını sevsin bu ülke diyorum. Aydınlarından bir zarar gelmez ülkelere. Bir gün inşallah vazgeçecek Türkiye de evlatlarına sert davranmaktan, katı davranmaktan, cezalandırmaktan... adalet ve vicdan tekrar ortaya çıkacak inşallah. Ümitvar olmalıyız, başka çaremiz de yok.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alin Ozinian Arşivi