Can simitleri: Emlakçı Trump’ın Kudüs’ü, 'Siyaset Hukukçusu' Erdoğan’ın Lozan’ı

İkisi de neden şimdi, durup dururken? Çünkü, ikisinin de derdi şu anda aynı: Dışarıya taşıp, içerideki boğucu eleştiri ortamından sıyrılmak.

Yatacak yeri zaten yoktu, şimdi hiç yok. Trump, "Kudüs" deyip benzin döktü Ortadoğu’da Yahudi-Arap ilişkilerinin üzerine.

Erdoğan da, "Lozan" deyip, Yakındoğu’da Türk-Yunan ilişkilerinin üzerine. İleride hayırlısıyla yatacak yeri olacak inşallah.

İkisi de neden şimdi, durup dururken? Çünkü, ikisinin de derdi şu anda aynı: Dışarıya taşıp, içerideki boğucu eleştiri ortamından sıyrılmak.

Farkları derseniz, bir hukuk profesörü olan Yunan cumhurbaşkanına, "Ben hukuk profesörü değilim ama siyaset hukukunu iyi bilirim" diye belirttiği gibi, Erdoğan’ın amaçları Trump’tan daha "gelişmiş": a) Bir süredir yapmakta olduğu gibi, Lozan’a saldırıp, bu antlaşmayı 1923’te yapan CHP’ye bir daha vurmak; b) İçte gerginlik ortamını ve dolayısıyla AKP seçmenini ayakta tutmak; c) Zarrab davasını ve Man Adası'nı unutturmak; ç) Hani, "ya tutarsa" diye, Kudüs belasını fırsat bilip İslam liderliğine oynamak.

                                                                            ***

Eğer ki, ‘Sen kötü niyetlisin, partimizin genel başkanı ve ülkemizin cumhurbaşkanı Erdoğan’ın komşumuz Yunanistan’a gidip Lozan’ı konuşması bir diplomasi girişimidir’ diyorsanız, niye olmasın, o açıdan düşünelim ve bakalım oraya niye gitmiş olabilir:

1) Pratikten başlarsak: "Kaçan FETÖ’cüleri almaya gitti". Bu değil. Çünkü Yunanlılar bunu önceden kesip atmışlardı, konunun artık Yunan yargısına gittiğini söyleyerek.

Diplomaside imkansız şeyin üzerinde ısrar edilmez. Oysa Erdoğan, adamların FETÖ’cüleri verecekleri varsa bile vermemelerini sağlayacak bişey söyledi: "Yargıyı devreden çıkartın!". Bu, size meşhur deyimi hatırlatmış olabilir: "Kişiyi nasıl bilirsin demişler, kendim gibi, demiş".

                                                                               ***

2) "Lozan’ı konuşalım, anlaşalım demeye gitti". Bu hiç değil. Çünkü Erdoğan Atina’ya anlaşmaya değil, anlaşmamaya gitti ki gerginlik dışarıdan da beslensin. En azından 2 açıdan:

Birincisi, Yunanistan’a değil, esas B. Trakya’ya gitti; Türk azınlığın yaşadığı B. Trakya’ya. Peki, bu size neyi hatırlattı? Batı’dan Ankara’ya bir insan hakları heyeti gelip de Diyarbakır’a geçmek isteyince Ankara nasıl safi sinir kesilir, onu.  

İkincisi, adamlar bin kere "Lozan’da biz değişecek bişey görmüyoruz" dedikleri halde kalkıp gitti. Üstelik, Lozan’ı tam 8 ülke imzaladı; onlara da mı gidilecek sırayla?

Dahası, Lozan’ı bu 8 ülkeyi ikna ederek de değiştirmek mümkün değil çünkü antlaşma "objektif statü" getiriyor. Objektif statü demek, imzacılar dışındaki devletler de hak ve yükümlülük açısından antlaşma hükümlerine dahildir, demek. Zira Lozan, tüm ticari gemilere "zararsız serbest geçiş" getiriyor Boğazlar’da ve Ege’de. 

Bir de, Allah gerçekten selamet versin, Reis şöyle demiş ki, orada benim boğazım kurudu: "Lozan pekala güncellenebilir; biz anayasayı bile değiştiriyoruz!"

                                                                                ***

3) B. Trakya demişken oradan devam edelim. "B. Trakyalıların haklarını savunmaya gitti".   

Hemen söyleyeyim: Yunanistan azınlık hakları açısından katiyen matah bir ülke değildir. B. Trakya azınlığının müftü sorunu, dernek açma ve adlarında "Türk" sıfatı kullanma sorunu, ruhsatlar sorunu, adlarını bile duymamış olabileceğiniz 19. Madde sorunu, Dikaça sorunu… Bağışlamanızı dileyerek ilave edeyim, Türkiye’de sadece B. Trakya’ya odaklanmış tek bilimsel eser 1986’dan beri hâlâ benimki olduğu için bu konuda konuşma hakkına sahip kişilerden biriyim.

Ama, bu insanların çektiği, esas olarak, Türkiye’nin Rum azınlığa ediverdikleri yüzündendir. "Katırlar tepişir, otlar ezilir". Yunanistan B. Trakyalılara sürüyle kötülük etti, ama bizim gibi ne "Vatandaş Yunanca Konuş!" diye para cezası kesti, ne "20 Kur’a Askerlik" uyguladı, ne "Varlık Vergisi" getirip mahvetti, ne "6-7 Eylül" pogromunda 1955’in parasıyla 1 milyarlık tahribat yaptı. Ama dürüst olalım, biz bunları ve daha nicelerini 1923’ten itibaren yaptık; saymakla bitmez.

Belki şunu sayarsak daha kolay olur: 1923’te Yunanistan’daki Müslüman-Türk sayısı 120.000 idi, Almanya’ya ve Türkiye’ye o kadar göçe rağmen şimdi de bu sayı aynı. Ama Türkiye’de aynı sayıda Rum vardı, şimdi 2.000’in altına düştüler ve çoğunun "bir ayağı çukurda".

Devam edelim: Azınlık meselesi her ülkede en nazik meseledir ve bu yüzden de kapalı kapılar ardında müzakereyle çözülür. 65 yıldır ilk defa gidip de, iç tribünlere oynayacağım diye nümayiş yaparak çözülmez.

Bir an için hayal edin: Bugün Erdoğan’ın Gümülcine’de yaptığını,  İstanbul’da 120.000 Rum yaşarken Yunan cumhurbaşkanı Taksim’e gelip yapmış olsaydı? Nitekim, Türkçe olarak "Erdoğan gidecek ama siz kalacaksınız" fotokopilerinin her yere atıldığını okumuş olmalısınız.

Türkiye’deki seçmen oylarına selam çakmak uğruna ne hakkımız var B. Trakyalı insanlarımıza bunları yaşatmaya? Tek ortak paydası Batı ve Kürt düşmanlığı olan AKP+MHP+Ulusalcılar+Ergenekoncular koalisyonunu yemleyeceğim diye bu insanlara böyle kıymaya?

                                                                              ***

Maddi hatalara ise hiç girmeyelim, çıkamayız: Müftülük meselesi Lozan’da yok! 1913 Atina Antlaşması’nın 3 numaralı protokolünde var!

Sonra, nedir o, "Yunanistan soydaşlarımdan asimile olmalarını istememelidir" lafı? Ortadoğu ve Balkanlarda dini çoğunluğun dininden farklı olan azınlığın asimile edilebildiği nerede yazıyor?

Biz Türkler Boşnakları, Pomakları ve sürüyle Kürd’ü İslam sayesinde asimile ettik. Ama Gayrimüslimleri? Onları asimile edemeyeceğimiz içindir ki hep etno-dinsel temizlik yaptık; Yunanistan da B. Trakya’da hep aynı havada oldu. Her biri bol maaşlı 36 adet başdanışmandan bir tanesi bile asimilasyonun anlamını Reis’in kulağına söylemez mi? Ayrıca, lisan-ı münasiple demez mi, efendim biz asimile edilecek Rum bırakmadık, diye?

Sonra, Ruhban Okulu’nu 1971’den beri kapalı tutuyoruz, Atina’ya cami yapılmadan açmam diyoruz. "Her türlü okul" açma hakkı Lozan Md. 40’ta var ama Atina’ya cami nerede yazıyor? Ermeni patriğini hâlâ seçtirmiyoruz. En basitinden, tüm dünya kabul ediyor, "laik devlet" olarak Fener’in dinsel unvanı olan ekümenikliğine de karışıyoruz.

Tamam, doğrudur, "laik" ulus-devlet’in özellikle 1925’ten beri Gayrimüslimlere yaptığı zulmü dinci AKP olarak yapmadın. Ama 65 yıldan sonra B. Trakya’ya giderek, Trump "Kudüs" deyip Filistinlilerin sırtından geçinirken, "Lozan" deyip B. Trakyalıları alet etmek dinimize sığıyor mu?

                                                                              ***

4) Kaldı, "Ege sorunlarını halletmeye gitti". Öyle olsa, Ege’de en haklı olduğumuz konu gündeme getirilirdi, adı bile anılmadı: Yunanistan’ın karasuları 6 mil, hava sahası 10 mil. Böyle başka ülke yok. "İt dalaşları" da bu 4 milden çıkıyor zaten.

"Yunanistan’ın işgal ettiği adalarımız"a gelince, bu bizim mağduriyet simidimiz. Bunlar, mülkiyet durumları hiçbir antlaşmada belirlenmemiş adacık ve kayalıklar. Türkiye bunlara resmen "gri alanlar" diyor. Ama Dışişleri bile bazen saçını başını yoluyor, çünkü mesela Mayıs 96’daki bir NATO toplantısında Genelkurmay bunlardan Gavdos (Keçi) adasının gri alan olduğunu söyledi. Gavdos nerede, biliyor musunuz? Girit’in güneybatısında!

Ama AKP’ye kusur bulamıyorum, çünkü bu "18 adamız Yunan işgali altında" zavallılığını en çok yapan, CHP.

Bitirelim: 1) Cumhurbaşkanımız Yunanistan’a niye gitti? Mecburen dönünüz, yazının başındaki a, b, c, ç şıklarına; 2) Bu Türk Dış Politikası (TDP) ise, ben de Napolyon’um. Bu, sadece Erdoğan’ın dış politikası ve TDP’ye korkunç zarar veriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baskın Oran Arşivi