Çılgınca eğleniyoruz - II: Eğlence ve faşizm

Yeni sağ ve alternatif sağ gibi adlarla ortaya çıkan, 'hafif ırkçılık' gibi sunulan faşist hareketlerde bir tür eğlenme eğilimi gözleniyor. Bu eğilim, tabulara saldırmak, tabuları karikatürize etmek ve travmalarla alay etmek şeklinde ortaya çıkıyor.

Eğlenme biçimi ve yoğunluğu bazen bir insanın veya toplumun patolojisinin teşhisinde yardımcı olabilir. Çılgınlar gibi eğlenmek, eğleşmek için eğlenmek, boş zamanı değerlendirmek için eğlenmek gibi farklı eğlence türleri ve motivasyonları bulunmaktadır.

İş ve özel hayatın keskin bir şekilde ayrılmadığı dönemlerde "boş zaman" kavramı bile yoktu. Şimdi ise iş zamanı dışındaki zamana boş zaman diyorlar ve bu zaman dilimi, etkinlik ve eğlence zamanı anlamına geliyor. Hatta sevişme zamanı olarak bile kabul ediliyor. Eş ve aile terapilerinde gözlenen bir gerçeklik var; insanlar daha çok boş zamanda sevişmeye eğilimliler. Eğlence, sevişmek gibi, boş zamanı keyifle doldurma girişimi olarak görülüyor.

Eğlenmek, çoğu insanın kabul ettiği eylemlerle yapıldığında normal kabul ediliyor. Bir yerlerde okudum. Sokrates düşüncelerinden ötürü ölüme mahkûm edilir. Baldıran zehri içirilir. Birazdan ölecektir. Bir melodiyi ezberlemek için uğraşır. Ailesi ve öğrencileri biraz da çekinerek ölüm öncesi bu çabayı anlamaya çalışırlar. Onlara bu durum saçma gelir… Ölüm öncesi bir ezgiyi öğrenmek için gösterilen çaba da eğlenceli olabiliyor.

Öğrenmek de delice keyif verebiliyor galiba yoksa Arşimet çıplak bir şekilde sokağa çıkarak "buldum" diye bağırır mı? Bazı ergenlik ritüelleri, sünnet törenleri ve güzellik ameliyatları da kendini iyi hissetmek için organize ediliyor. Ancak eğlenmek bazen teşhis edilemeyen bir delilik de olabilir.

Yoksulluğun zirve yaptığı bir ülkede, insanların yemek programlarında yapılan yemeklerin televizyon ekranındaki görüntüsünü ekmeğine katık yaparak karınlarını doyurmaya çalışmaları da adı konulmamış bir delilik olarak görülebilir. Başkalarının karnını nasıl doyurduğuna bakarak kendi karnını doyurmak, psikolojik olarak normalliğimizin bir parçası haline gelmiş olabilir.

Günümüzde, iş dışındaki zaman diliminde eğlenmek, rahatlamak ve kendini iyi hissetmek önemli bir yer tutuyor. Ancak bu eğlence biçimleri, toplumun genel ruh hali ve psikolojik durumu hakkında ipuçları verebilir. Boş zaman etkinlikleri ve eğlence anlayışı, insanların ve toplumların içsel dünyalarını yansıtabilir ve onların psikolojik sağlıkları hakkında bilgi sağlayabilir. Eğlenmek, sadece zaman geçirmek değil, aynı zamanda bir tür kendini ifade etme ve duygusal denge arayışıdır. Bu bağlamda, eğlence kültürü ve biçimleri, bireylerin ve toplumların ruhsal durumlarını ve psikolojik ihtiyaçlarını anlamak için önemli ipuçları sunabilir.

TELEVİZYON FAŞİZMİN YORGUNLUĞUNA İLAÇTIR

Bizim misafirlerin sevdiği yarışmacı elendi ve çok üzüldüler. Hayatımızda bu kadar üzülecek konu ve olay varken başkalarının yenilgilerine üzülmek, aslında duygularımıza mesafe koymak ve böylece yorğunluğu da denetlemek için bir şans veriyor.

Kendi yenilgilerimiz narsistik incinmelere yol açarken, yarışmacının elenmesine üzülen konuklarımız bir süre sonra üzülmeyi bıraktılar. Yani insan kendi yenilgisini düşündüğünde narsistik bir incinme ve buna bağlı olarak da narsistik öfke oluşacaktır. Bunlardan kaçınmanın yolu yarışmada tuttuğu kişinin yenilmesi. Bu yenilgi onda narsistik bir sonuç doğurmuyor.

Radyonun yaygınlığı, faşizmin yaygınlaşmasına hizmet etmişti. Hitler ve diğer faşist diktatörler, radyo propagandasıyla halklarını kendi arkalarına hizaladılar. Sonra faşizm yenildi. Yenilenlerin ve yenenlerin yorgunluğu, hayatı sürdürme telaşları...

İnsanlara dramatik olmayan pembe diziler, aşklar ve eğlenceler iyi geldi. Çünkü savaş yeterince maceraydı ve korkunçtu. Hafif müzik, hafif eğlenceler... Buradaki "hafif" kelimesi olumsuzluğu değil, kaçınılmazı tanımlıyor aslında. Hafif eğlenceler, hafif aşklar, hafif güldürüler ve Yeşilçam...

Günümüzdeki ırkçı eventler devrimcilerden alınan ama içeriği değiştirilen etkinlikler biraz da. Eylemler… Direnişlere eğlenmenin eklenmesi. Grev yapmadılar sadece. Şarkılar da söylediler, halay da çektiler. Etkinliklerin eğlence ve eylem olması. Yürüyüşler, gösteriler, grevler, polise direnmeler... Şarkılar, marşlar söylemeler...

Öğrencilerin ruh hali değişti. Direnmeyi haz alınabilir kılmak. Mazoşizm gibi görünür ama pek öyle değil. Kocaman ve zalim bir otoriteyle karşılaşmanın tedirginliği. Birlik olmak korkuyu azaltıyordu biraz da. Grup üyelerinin arasındaki bağı güçlendirerek direnenleri yalnız ve tek başına olmaktan da çıkarıyordu.

Deniz kenarında oturup birbirine bakarak, birbirlerinin bakışlarında kaybolan film kahramanlarının yerini marşlar söyleyen gençler aldı. Aslanla karşılaşan ilk insanın korkusu/tedirginliği, polisle ve işkenceyle karşılaşan genç öyküsüne evrildi. Bu devrimciler eğlenceye başka bir boyut kattılar. Freud’un birincil narsizm olarak adlandırdığı bir olgu, eğlencenin özüne konuldu.

Bebek dünyaya geldiğinde annesinden ayrılığı/doğduğunu sanki yok sayar ve annesiyle kendisini bir bütün sayar. Yani doğum sonrası iki kişi olma hali (anne/bebek) inkâr edilir ve bir, yani birleşik durumu varmış gibi kabul edilir. Birincil narsistik durum, ötekiyle aramızdaki sınırı kaldırmak/yok saymak ve ötekiyle bütünleşmek/birleşmek halidir. "Yârin yanağından gayrı" her yerde, her şeyde hep beraberlikler… Bu gençler başkaları için ölmeyi göze alıyorlar, kendilerini büyük bir bütünün parçası olarak görüyorlardı. Birlikte şarkılar söylerken de zaten "bir" oluyorlardı. Koroda söylenen şarkıda da bir olunur, aynı ses çıkar ama çokturlar da aynı zamanda.

Eğlenmek, bir olmak, başkaları için yapılan fedakârlık, hiç tanımadıkları insanlar için de bir şeyler yapmak eylemin parçası oldu. Aynı şarkıyı söylemek, aslında söylenen şarkılar üzerinden dışa vurulan ve hissedilen bir aidiyet var. Birlikte şarkı söylemek, "yalnız değilim" duygusunu da veriyor.

EĞLENCE/EVENT PARTİLERİ ORGANİZATÖRÜ DEVLET

Eğer bir mesele insanların ilgisini çekiyorsa, devlet mutlaka o alana burnunu sokar ve daha sonra da bu alanı (eğlenceyi) denetlemeye çalışır. Devletin kendi etkinlikleri genellikle kaçırılmaması gereken tarihi anlamlar yüklenen törenlerdir; köprü açılışları, anıt açılışları, milli bayramlar gibi. Devlet, burnunu soktuğu birçok konuyu kendine çekerek halkın eğlenmesini de düzenler. Örneğin, 15 Temmuz anmaları... Hatta "15 Temmuz Ruhu" bile inşa edildi. Devletin antiterör kampanyaları da birer etkinliktir. [1]

Bir şehit cenazesi izledim. Ölen askerin nişanlısı, ayakta duramıyor ve zorla ayakta tutuluyor. Ölen askerin annesi. Çocuğu ölmüş (katledilmiş) her anne bir ağıttır bu durumlarda; anne bir iniltidir, sızıdır. Gözünde yaş tükenmiş bir gözyaşıdır anne. Çok ağır bir gerçeklik. İçimden bir şeyler kopuyor. Giydiği gömleğe acısı sığmayan bir ağabey, gömleğini yırtıyor. Bu sahneleri kaç kez gördüm. Bazı ağıtlar Kürtçe, bazı gömlekler Türkçe yırtıldı bu ülkede. Bu kadar acı varsa, devlet ve taraftarları da bu acının yönlendiricisi olurlar. Bu acıyı bile bir etkinliğe çeviriyorlar. ‘Daha fazla ölelim, daha fazla’ diye slogan atıyorlar. Böyle genç bir cesedi bağrına basan toprak bile sızlar aslında.

Bitirilemeden biten bir gençlik, bitirilen bir yaşam. "Ölürüm Türkiyem" diye türkü söylemek, ölmekten daha kolay galiba. Bu tür etkinlikler, insanları kavrasın, sarmalasın isteniyor galiba. İnsanlar için bu deneyim hafızaya silinmemek üzere kazınsın politikası. Ölmesinler değil de başka hesaplar... Daha çok ölsünler, daha da ağlasın anneler, kardeşler gömleklerini daha fazla yırtsınlar. Ölen sevgililerini asker nişanlıları kalplerine daha fazla gömsünler. Gönüller aşkların mezarlığı olsun istiyorlar.

Bu tür cenaze törenlerinin gösteriye dönüştürülmesinin ardında bir hile var: Ölen askerin ölümünden kimin sorumlu olduğu, savaşın anlamsızlığının sorgulanmasının önlenmesi ve ölen askerin şehit/kahraman ilan edilerek neden öldüğünün üzerinin örtülmesi. İşte bu manipülasyon, başka asker ölümleri (maalesef) demek.

KAÇIRILMAMASI GEREKEN ETKİNLİKLER

Ünlü bir şarkıcı Berlin’e gelecek. Terapideki genç kadın "Mutlaka orada olmalıyım" diyor. Değersizliği konuşuyoruz. Bu değersizlik, değerli işler yaparak, değerli kişilerin konserine giderek tamir edilmek isteniyor galiba. Bu tür etkinliklere görmek ve görülmek için gidiyor çoğu insan. Görülmek teşhirciliği, kendini sahnelemeyi de kışkırtabiliyor. Özel elbiseler, saçlar özel. Özel birinin konserine özelleşmiş olarak giderek özel olma çabası biraz da...

Gidenlerin çoğu bu özelin peşinde olunca, en özel bile özelliksizleşiyor galiba. Bu tür toplu tapma/tapınma törenlerinde özel olmak isteyen herkes, başkasının da özel olup olmayacağına karar veren jüri üyesi gibidir. Yani saçlarını özel yaptıran kişi, yanında özel sanatçıyı alkışlayan ve bu etkinlik için saçlarını özel yaptırmış kişiyi de beğenip beğenmeme durumunda.

Bu tür durumlarda öteki genelde "iii, saça bak" oluyor. Ötekinin özel olduğunu kabul etmenin zorluğu. Öteki eğer özel olmuşsa, bu benim özel olmama tehdit gibi biraz da. Beğenmemek en kestirme yol. Bu kadar özel olmak isteyen insanın katılacağı özel bir etkinlikte görünüm çok önemli. İnsan ilk bakışta görüneni/gösterileni görüyor. İşte fark edilebilme teşhirciliği/göstermeyi de çekici kılıyor.

Yaşasın narsizm. Kendini özel sanmanın ama özel olamamayı bilmenin, ama kabul edememenin adı galiba. Aynı estetik cerrahın neşterinden geçen burun, yüzdeki aynı bölgelere sıkılan botoks, aynı çizgi kaşlar, aynı mağazadan alınan elbise, saç modeli aynı olan, aynı parfümü sıkanların bu kadar aynılığa direnmelerinin adı belki de özel olmak. Benzer biyografiler ve eylemliliklerin getirdiği monotonluktan çıkabilmenin adı bu özel olma gayretiyle özel olamama hali. Bu durumdan çıkmanın seçilen yolu da başka bir etkinliğe katılmak.

Peter Heintel, bazı etkinliklerin herkese açık olduğunu, özel davet gerekmediğini yazar.[2] Bir düğün herkese açık gibi görünse de davetli olanlar gider ya da bazı etkinlikler (mesela tiyatro, konser) herkese açıktır ama bilet alanlar gidebilir. Bazı davetlerde ise ön sıralarda oturmak prestij ve narsistik bir mesele olabiliyor. Bazı kişiler evente katılarak onur/şeref verirler. Onur konukları onur verir. Ya diğerleri?

Diğer katılımcılar şeref vermezler. Kalabalıklaştırırlar etkinliği katar ve bilet parası verirler. Bazı etkinliklerin özel değeri var. İnsanın ömründe mutlaka yaşaması gereken etkinlikler. Hacca gitmek, bir Müslüman için böyle bir ritüeldir ama bu aynı zamanda bir etkinliktir de. Hac ve Umre selfilerinin bir söylence karakteri de var.

FAŞİZMDE EĞLENCE VE ÖLÜM

Son yıllarda, yeni sağ ve alternatif sağ gibi adlarla ortaya çıkan ve kendilerini "hafif ırkçılık" gibi sunan faşist hareketlerde bir tür eğlenme eğilimi gözleniyor. Bu eğilim, tabulara saldırmak, tabuları karikatürize etmek ve travmalarla alay etmek şeklinde ortaya çıkıyor.

Hitler’li espriler yapmak, mizahla nefret arasındaki ilişkiyi keşfetmek ve mizahın tabuları yıkma potansiyelini fark etmek bu hareketlerin ortak özelliklerinden bazıları.[3] Faşizmi komik ve dolayısıyla tehlikesiz bir ideoloji gibi sunmaya çalışıyorlar. Ancak bazı konuların esprisi olamaz çünkü bunlar mağdurları acıtır. Bu nedenle, soykırımlar gibi ekstrem acıları eğlenceye dönüştürmek ciddi etik sorunlar doğurur.

Ku Klux Klan üyeleri, ellerinde meşalelerle siyahları bir av gibi kovalayıp yakalıyor ve asıyorlardı. Bazı zulümler, bir eğlenceli etkinlik gibi sunulup sahnelenir. Madımak Katliamı'nda da benzer bir durum gözlenmiştir; ellerinde meşalelerle yapılan bir ölüm/zulüm festivali gibiydi. Bu tür "etkinlikler", kamusal alanlarda açıktan ve gündüz gözüyle kendini bile gizleme gereği görmeden yapıldı.

Ku Klux Klan taraftarları yüzlerini maskeleriyle gizlerken, Madımak'ta her şey çok açıktı ve gizlemeye bile gerek duyulmadı. Yani bazı ülkelerin kendi Ku Klux Klan’ları var. Bazen sokaklarda insan kovalamak, avlamak, katletmek event sanılıyor. Ku Klux Klan ve benzeri eylemelerde ırkçılar devletin kendilerini cezalandırmayacağını bilir. Bu ülkede FETÖ’cü dediğiniz her insana istediğinizi söyleme veya yapma "özgürlüğünüz" var. Hiçbir ölçü yok, sınırsızlık var. Birçok ülkede devletin sağ gözü kördür ve sağ tarafı görmez. Bu cezasızlık vaadi şiddetin boyutlarının artmasını sağlar. “Kimse devlete/yöneticilere ırkçı suç işliyor dedirtemez”.

Bu tür vahşete katılanlar kendilerini tarihsel bir olayın parçası/katılımcısı saydıklarından ayrıca narsistik rütbe takarlar kendilerine. Bu eylemler event gibi görüldüğünden ve vatanı korumak için gerekli sayıldığından bu canilikler kahramanlık anlatılarıyla gelecek kuşaklara aktarılır.

Faşizm event/etkinlik/eğlence üzerinden örgütler insanları. Kent ırkçılığı günümüzde eğlence ağırlıklı eventler düzenliyor. Sokaklarda insan avı yok gibi görünüyor. Bu tür bir olay üzerine gidilip gerçek anlamda sorgulanmayınca hayatın başka alanlara kayıyor. İnsan düşmanlığı, öfkeli insanlar topluluğu, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, komşu kavgaları, aile içi şiddet, sporun öfkeli insanlar topluluğuna dönüşmesi, statların arenaya dönüşmesi sporcuların gladyatörlüğe öykünmeleri. Şiddet bir event, bir eğlence. Hayatın birçok alanın şiddete boyanması, online şiddet, Tiktok, instagram eğlenceleri, tehditler, aşağılamalar. Irkçılık online aktivitelerle öne çıkıyor.

Kaba kasaba ırkçıların yerini şakacı, zeki, eğlenceli kent ırkçıları aldı. Yani "tehlikeli" olmayan eğlenceli insanlar. Ama çatışma anında zalim yanları hemen hortlayabiliyor. Psikanalist Christopher Bollas’ın kullandığı bir kavram var: Dondurulmuş psikoz (gerforene Psychose).[4] Psikozun sanki dondurulmuş gibi saklanması ama gerektiğinde aktif hale gelmesi. Irkçılar da şiddet gerektiğinde hemen etkinleşiyor. Meral Akşener’in hallerini anımsayınız: Sevecen babaanne, kibar hanımefendi, insanın kanının kaynadığı bile oluyordu. Gerektiğinde unutturduğu o iğrenç yüzü açığa çıkıyor.

Devasa gösteriler, gösteriye katılanlara yücelik/muhteşemlik duyguları veriyor. Sıradan bir insan kocaman, muhteşem bir ırka/gruba ait olmanın coşkulu duygularını yaşıyor. Tarih boyunca sürekli iyi olmuş, dürüst ve onurlu bir millete ait olmanın getirdiği olumlu duygular. Hayatını ortalama işler yaparak, ortalama ve sıradan bir yaşam sürdüren birinin kendisini birden aidiyeti üzerinden üstün, seçkin ve biricik sayma hali. Bireysel başarısızlıkların kolektif/grup narsizmiyle telafi edilmesi.

Bu tür kamusal zulümlerden haz alma ve bunu "hak etti" gibi gerekçelerle savuşturmaya çalışma, normal hayata dönmede anormallik görmeme, toplumsal bir patolojiyi işaret eder. Psikanalist Gudrun Brockhaus, bu tür olayların gündelik olanın dışında ve sıra dışı bir olay gibi yaşandığını vurgular.[5] Faşizm, başka türlü daha değerli bir yaşam vaat eder. Naziler, devasa gösteriler ve etkinliklerle herkesi katılmaya zorlayarak bu duyguyu vermek istiyorlardı.

Günümüzdeki post-modern devasa eğlencelerle Nazi etkinlikleri arasında benzerlikler bulmak mümkündür.

Irkçı ve İslamcı etkinlikler de bu yolda ilerlerler. Örneğin, "15 Temmuz Ruhu" gibi. Bu tür etkinliklerde bu ruhun özgünlüğüne ve biricikliğine vurgu yapılır. Politik içerikten öte, narsizm, biricik olma ve halkın/herkesin gerisinde kalmama gibi narsistik etmenler belirleyicidir. Bu etkinliklerde katılımcılar, kendilerini özel ve biricik hissetmek isterler.

Bu durum, toplumsal olayların ve etkinliklerin bireylerin narsistik ihtiyaçlarını tatmin etmek için nasıl kullanıldığını gösterir. Devlet/iktidar bu tür etkinliklerle halkı kendi yanlarına çekmeye çalışır ve onların eğlenme biçimlerini de kontrol altına alırlar. Bu tür manipülasyonlar, daha fazla kontrol ve iktidar sağlamak amacıyla yapılır. Fetih Kutlamalarına izin var halk konseri yasak…

Sonuç olarak, mizah ve eğlencenin toplumsal ve politik bağlamlarda kullanımı, etik ve moral değerler çerçevesinde dikkatle ele alınması gereken bir konudur. Bazı acıların ve travmaların mizah malzemesi yapılması, mağdurları daha da incitir ve toplumsal adaleti zedeler. Bu tür eğlencelerin arkasındaki motivasyonlar ve etkiler, toplumsal patolojileri ve bireysel narsizmi açığa çıkarır.

BİR ŞOV/EĞLENCE TÜRÜ OLARAK YARDIM KAMPANYALARI

Her felaket sonrası televizyonların düzenlediği, ünlülerin rol aldığı uzun programlar var. Bu programlar, felakete üzülmenin oynandığı ama aslında eğlenerek üzüldüğümüz, üzülerek eğlendiğimiz etkinliklerdir. Üzüntünün sahnelendiği ve izleyiciden de benzer bir duygusal tepki beklendiği bu programlarda hafif gülümsemelere yer verilebilir ama kahkaha ve açık sevinç belirtileri yasaktır. Bu tür etkinliklerin en belirgin özelliği, facianın uzakta olmasıdır. Etkinliğe katılanlar güvencede ve konfor alanlarında yardımı ve dayanışmayı şova dönüştürürler.

Bu tür etkinliklerdeki dinamikleri anlamak önemli. Eğer bu etkinliklerin bazı insanlara yararı varsa, kuşkusuz sürdürülmelidir. Ancak, bu facialarda kullanılan şov efektlerine dikkat çekmek istiyorum. Suriyeliler Suriye’de kalsalar çoğunluğa göre daha sevimli olurlar. Filistinlilere Filistin’de yardım etmek de güzel. Dünyada yaşanan ve bize çaresizlik yaşatan facialar var. Değiştirememenin, önleyememenin çaresizliği. Bu tür kampanyalar, bu çaresizliği aşma, edilgenlikten etkin olmaya geçme duygusu yaşatıyor. Yardım edebilmenin de insanı sevindiren bir yanı var.

İtiraf etmesek de bize acı verse de facianın insanı büyüleyen, gizli enerjisini mobilize eden bir yanı var. Deprem sonrası naklen yayın yapmaya çalışan televizyoncuları, bu facianın ardından zaman geçtiği ve şok halinden çıktığımız için yeniden izleyin. Keşke bu yazdıklarım masal olsa... Masal dinleyen çocukların en büyük korkusu, masaldaki facia bize de gelir mi korkusudur. [6] Çocuklar, masaldaki facianın uzakta olmasına sevinirler.

Felaket yayınları, bir yandan toplumsal dayanışmayı artırmaya çalışırken, diğer yandan izleyicilerin duygusal tepkilerini yönlendiren bir araç haline geliyor. Bu yayınlar, yardım kampanyaları ve ünlülerin katılımıyla dikkat çekiyor ve yardım topluyor. Ancak bu süreçte, izleyicilerin gerçek duyguları yerine sahnelenmiş duygularla karşılaşmaları, yardımlaşma ve dayanışma duygularını ticari ve gösterişli bir şova dönüştürüyor.

Bu tür etkinliklerin psikolojik etkileri de önemli. İnsanlar, izledikleri felaketlerin kendi başlarına gelmeyeceğini bilmenin rahatlığıyla izliyorlar (çocuklar dinledikleri masalların çok uzak ülkelerde olduğunu bilirler ve kendilerini güvencede hissederler). Bu da bir tür güven ve rahatlama sağlıyor. Ancak, bu rahatlamanın ötesinde, felaketlerin yarattığı acı ve üzüntü, yardım etme duygusuyla birleşerek izleyicilerin vicdanını rahatlatıyor ve onların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlıyor.

Sonuç olarak, bu tür programlar ve etkinlikler, insanların duygusal tepkilerini yönlendiren ve toplumsal dayanışmayı artırmayı amaçlayan araçlardır. Ancak, bu süreçte kullanılan şov efektleri ve sahnelenmiş duygular, yardım etme ve dayanışma duygularının samimiyetini sorgulatıyor. Yine de eğer bu tür etkinlikler gerçekten yardım sağlıyorsa ve insanlara umut veriyorsa, faydalı oldukları söylenebilir.

Arkadaşlar buluştuğumuzda birbirimize "yeni fıkra var mı"yı sorardık. Sonra da gülerdik. Bazı dinlediğimiz fıkralara da zaman geçince yeni duymuşçasına bir daha gülerdik. Her buluşmanın fıkra kısmı vardı. Seyirci olduk… Hayatın birçok alanından geri çekiliyoruz. Birçok alanı birkaç kişi dolduruyor ve çoğunluk izleyici oluyor. Stand-up izliyoruz. Yaşadığımız çağ insanı pasifleştiriyor adeta.

Laf lafı açıyor. Neyse... İyi eğlenceler.


Şahap Eraslan kimdir?

1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berlin'de çalışıyor.

KAYNAKÇA

[1] Schmidbauer, agy., s. 25.

[2] Event als Angebot einer Grossgruppenkultur in der Übergangsgesellschaft, 2007, Kitap: Eventkultur. Edfitör: H. Pühl &W. Schmidtbauer, Leutner Verlag, s. 40.

[3] P. Hermansson, D. Lawrence, J. Mulhall, S. Murdoch. Uluslararası Alternatif Sağ, 2023, İletşim Yayınları, s. 170.

[4] Wenn die Sonne zerbricht=Güneş parçalandığında, 2019, Klett-Cotta Verlag, s. 61.

[5] Aber die Fackelzüge, 2007, Kitap: Eventkultur. Edfitör: H. Pühl &W. Schmidtbauer, Leutner Verlag, s. 83/84.

[6] Klaus Ottomeyer, Event und Trauma, 2007, Kitap: Eventkultur. Edfitör: H. Pühl &W. Schmidtbauer, Leutner Verlag, s. 163.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi