Ragıp Zarakolu
Çıplak ve Özgür
Korona günlerinde elimde üç kitap, birisi Selimiye Kışlası’ndan ranza arkadaşım Muzaffer Oruçoğlu’nun "Çıplak ve Özgür" adlı romanı (Belge Yayınları Ocak 2020), ikincisi Batmanlı proleter yazar İskan Tolun’un "Üç Kafadar" adlı romanı (Babıali Kitaplığı, Ocak 2020), üçüncüsü ise Nazım Hikmet’in "Memleketimden İnsan Manzaraları." (De yayınları 1966-67) Sonuncuyu yeniden ele almama Sebüktay Kaan’ın İsveççeye bu kitaptan yaptığı seçki neden oldu. (Manniskonyer fran mitt Hemland, Arjovi Bokförlag, Ocak 2020)
Hem bu seçkinin hem de Muzaffer Oruçoğlu’nun ve İskan Tolun’un kitaplarının virüsün yarattığı kriz derinleşmeden çıkması ne iyi oldu. Sebüktay Kaan’ın şiir kitaplarını "Bir Şiir Yolculuğu" başlığı altında topladığı "Az-Uz Dere-Tepe Sonra Düz"ü de el altımda bu vesile ile. Onun Nazım Hikmet/Birinci Yeni geleneği çizgisinde katkı sunduğu, derin arınmış bir duruluk taşıyan şiirlerini seviyorum. (Belge Yayınları, Ekim 2007)
"Eşme-Manisa arası trenlerde kürtler / az türkçe konuşur/çok kürtçe susarlardı/Gözlerini yakalayamazdınız/ gözleri kaçardı gözlerinizden… Eşme-Manisa arası trenlerde kürtlerin /yollukları biterdi…"
İskan Tolun bir çok kimliği birlikte barındırıyor, Türkiyeli, Alamancı, Kürt, Batmanlı, üstelik bir de Ezidi… Hadi altından kalk hepsinin…
Kalktığı gibi işçi edebiyatının başarılı ürünlerini vermeye devam ediyor. Biraz dengbej anlatısı geleneği ile de karışıyor bence.
İskan Tolun’un "Üç Kafadar"ı da üç yeni yetme Kürt gencinin batı, güney batı yönünde macerasını anlatıyor, devamı, ardından gelecek olan "İbret Ulu-Tanrım"da.
Batman adı yenidir, bir köydür, petrol yaymıştır namını. Batman yöresi Allahına çok renklidir. Yobazlıktan, Ezidiliğe uzanacak kadar. Kimi Kürt aşiretleri vardır ki, Arapça konuşurlar. Kimi Süryani köyleri gibi. Ermeni’yi sormayın. O hal’olmuştur elbirliği ile!
Onun kitaplarında biraz da Yılmaz Güney ilk dönem popüler filmlerinin tadını alıyorum. Bence gerek Remzi’nin, gerek Üç Kafadar’ın hikâyelerinden birkaç film çıkar.
Boğaziçi kitaplığını kutlarım, bu kapıyı açtığı için, hedef kitle "elit" okur olmadığı için, emekçi kesim için iri puntoyu seçmesi de iyi bir karar.
Sebüktay Kaan, Hikmet Kııvılcımlı geleneğinden; kapağa Nazım ve Doktor’un ortasına Fatma Nudiye Yalçı yoldaşlarını yerleştirmesi iyi olmuş. Türkiye solu biraz da maçodur bilirsiniz. Kürt solunu da bundan çok arınmış sanmayın! İboculuğu da…
Muzaffer Oruçoğlu’nun solun, sürgünlüğün cinsellik ile bağını sorgulayan romanını sevdim bu nedenle. Melis karakterini sevdim, diğer kadın karakterlerini de…
Aborjin tapulu kıta ülkede, Türkler, Kürtler, Araplar, Oziler, İtalyanlar, Elenler (Mısır’ın kadim Rumları, Arap Kemalizmi yükselince Avustralya’yı yeğlemişler), İrlandalılar… Daha kimler, kimler!
"Çöle gitse, Aborjinlerle bir yıl beraber yaşasa, duru çöl gibi sakinleşir insan."
Muzaffer’i üretken kıldı bu yeni kıta. Yazdı ve resmetti ha bre. Ne güzel oldu 2015 yılında onunla yeni kıtada buluşmak.
Sebüktay Kaan, Tomas Tranströmer’in şiirlerini tercüme etti. Korona sonrası onları sunmak keyifli olacak "Sanki Gerekli Gibiymiş"i.
Tomas Tranströmer, 2012 yılında Kandıra için kitap imzalıyor
Kandıra’da iken benim için kitap imzalayarak onurlandırmıştı beni Tranströmer. Elimde onun Makedonca, İsveççe, İngilizce üç dilli seçki var. (Üsküp/Skopye, Struga Poetry Evenings 2003)
"Olur ki hayatın ortasında gelir ölüm/ ve ölçünü alır. Bu ziyaret / unutulur sonra, hayat sürer. / Ama elbisen dikilir o sessizlikte."
İsveç Akademisi, 2011 yılında ona Nobel vermekle iyi yaptı, yaşlılığında. İsveçli diye, bundan sakınma salaklığını yapmadılar. Ama Bob Dylan’a vermeleri ise tartışmalıydı. Zaten Bob’un kendi de şaşırdı bu işe. Nobel ne zaman müzik ödülleri vermeye başladı diye!
Sonunda Akademi de çöktü ya!
---
Kapak görseli: Picasso’nun "At Kuyruklu Kız"ı ile Muzaffer Oruçoğlu’nun "Ağlayan Kız"ı yan yana…