Çok kutuplu dünyayı savunmalı mıyız?

“Çok kutuplu dünya” kavramıyla olumlanan aslında emperyalist rekabettir. Rusya ve Çin kendi yarı-sömürgelerinde otokratik ve askeri darbeleri teşvik ederken; ABD de, Almanya ve Japonya gibi tarihin en kanlı askeri imparatorluklarını diriltmekte.

Bismarck’ın ülkesi Almanya, militarist genlerine geri dönüyor. Almanya 14 Haziran’da, tarihinin ilk “Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi’ni yayımladı (İbrahim Varlı , 9.8.2023, Birgün). Belge, Almanya’ya küresel jeopolitik içinde bir rol biçerken, Rusya’yı adeta baş düşman , Çin’i ise sistemik rakip olarak görüyor.

Sosyal Demokrat-Yeşil hükümetin başını çektiği bu militarist yönelişin Alman askeri harcamalarında büyük bir artışa yol açacağını biliyoruz. Kısa vadede, tıpkı tarihte olduğu gibi, sosyal demokratlar rollerini oynayıp kenara çekilirler. Onların yerini, yarattıkları militarist aygıtın desteğiyle daha da gerici unsurlar alır. Weimar Cumhuriyetinde bu militarist “bayrak yarışı”nda, bayrak en sonunda Adolf Hitler’in eline geçmişti.

Benzer bir militarist yükseliş, Japonya’da da yaşanıyor. Pasifist anayasasının bariyerlerini bir bir aşan Japon İmparatorluğu, eski şanlı günlerine (!) dönmeye hazırlanıyor.

İkinci Dünya Savaşı’nın bu iki mağlubunda militarizm, yakın zamanlara kadar belli oranda bastırılıyordu. Her iki ülke de (Japonya daha fazla, Almanya çok daha az ölçüde olsa da) Amerikan askeri vesayeti altında bulunuyordu. Rusya’nın Ukrayna işgali ile açık emperyalist rekabeti başlatmasından sonra, ABD küresel hegemonyasını pekiştirmek için Alman ve Japon militarizminin önünü açtı.

EMPERYALİZMİN NORMAL HALİ

Kimi yazarlara göre, ABD’nin tek kutuplu egemenliği iyi değildi ve bunu dengelemek için Rusya ve Çin’in yükselişinin desteklemek gereklidir. Böylece çok kutuplu bir emperyalizm çok daha iyi bir yer olacaktır. Özellikle de Büyük Güçler’in dışında kalan ülkeler için. Ne var ki, uluslararası bir düzen olarak emperyalizmin normal hali, zaten çok kutupluluktur. Belli bir ülkenin tek başına egemenliği ancak geçici bir durum olabilir. (Soğuk Savaş sonrası ABD’nin tek başına egemenliği de öyleydi.)

!917’de Lenin şu gözlemi yapmıştı: “Yarım yüzyıl öncesine kadar Almanya, kapitalist gücü açısından, o zamanki İngiltere’yle kıyaslandığında zavallı, önemsiz bir ülkeydi. Rusya’yla karşılaştırıldığı zaman Japonya da aynı durumdaydı.” Oysa, 1914’e geldiğinde Almanya, ekonomik açıdan İngiltere’ye denk bir güce ulaşmış sömürge paylaşımında da “hakkı olanı”(!) ister hale gelmişti. Japonya ise 1904 savaşında Rusya’yı yenerek tüm dünyayı şaşırtmıştı.

Buradan Lenin, şu sonuca ulaşır:

“10 ya da 20 yıllık bir süre içinde, emperyalist güçlerin nispi kuvvetlerinin değişmeden kalacağını söyleyebilir miyiz? Kesinlikle söyleyemeyiz. (Emperyalizm, s.128)

20. Yüzyılın başında emperyalizm İngiltere ve Fransa’dan ibaret değildi. Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya, ABD de Büyük Güçler (Düvel-i Muazzam) arasındaydı. Dünya bu ülkelere ait tekelci kapitalist birlikler arasında ekonomik açıdan ve bu ülkelerin orduları tarafından siyasi açıdan tamamen paylaşılmıştı. Oysa yeni gelişen gürbüz kapitalist güç olarak Almanya, “hakkaniyetli” (!) yeni bir paylaşım talep ediyordu. Alman tekellerinin gelişimi, yeni sömürgeler elde etme taleplerini ortaya çıkarıyordu. Ne var ki Britanya İmparatorluğu ve Fransa neredeyse tüm dünyayı tapulamıştı. Birinci Dünya Savaşı bundan ötürü başladı ve dünyaya görülmedik bir yıkım getirdi.

YENİ PAYLAŞIM TALEBİ

Bugün de kapitalist Büyük Güçler arasındaki saflaşmada; ABD, Britanya, Almanya, Fransa ve Japonya’nın oluşturduğu blok, dünyanın mevcut paylaşımını sürdürmekten yana iken, Rusya-Çin bloğu ise yeniden paylaşım talebini yükseltmektedir.

“Çok kutuplu dünya” kavramıyla olumlanan, aslında açık emperyalist rekabettir. Rusya ve Çin kendi yarı-sömürgelerinde otokratik ve askeri darbe rejimlerini teşvik ederken; ABD ise tarihin en kanlı askeri imparatorluklarını (Almanya ve Japonya) diriltmekten medet ummaktadır. Hiç kuşkusuz, ABD vesayetinden kurutuldukça Almanya ve Japonya da kendine özel çıkarlarını takip edecektir. Muhtemelen bu iki emperyalist ülke, küresel çapta ordular kurdukça, ABD’nin uysal askerleri olmayacaktır. O zaman, bizim çok-kutupluluk yanlılarının Almanya ve Japonya’nın militarist yönelişini de desteklemesi gerekecektir ki görüldüğü gibi, iş saçmalığa doğru varmaktadır.

Neticede, rekabet ve eşitsiz gelişim, emperyalizm aşamasında kapitalizmin mutlak birer yasası olarak işler. Yerini sağlamlaştırmış eski haydutlar, sürekli yeni ve genç haydutlar tarafından tehdit edilir. Hiçbir emperyalist gücün avukata ihtiyacı yoktur. Onlar kendilerini askeri araçlar dahil her yolla savunabilirler. Oysa tırmanan emperyalist rekabet ortamında demokrasi yok edilirken, gençler gerici savaşlarda kırılırken, tahıl krizi açlığı büyütürken, iklim krizi gündemi neredeyse unutulmuşken, yükselen enflasyon her yerde yoksulları vururken, dünyanın işçileri ve ezilen halkları, emperyalizmi demirden ökçesi karşısında çok daha savunmasızdır. Savunulması gereken onlardır.


Alp Altınörs: Çevirmen, yazar, siyasal iktisatçı, düşünce işçisi. İngilizce, İspanyolca ve Rusça dillerinden çeviriler yapmakta ve bu dillerde araştırmalar yürütmektedir. "İmkânsız Sermaye- 21. Yüzyılda Kapitalizm, Sosyalizm ve Toplum" adlı kitabın yazarıdır. Uluslararası siyasal iktisat, uluslararası ilişkiler, filoloji ve tarih disiplinlerinde; SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu tarihi, sosyalizmin sorunları ve 19. Yüzyıl Rus edebiyatı üzerine pek çok makalesi ve çevirisi bulunmaktadır. TED Ankara Koleji Lisesi'ni ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirmiştir. 2008 yılında İstanbul'da kurulan Nazım Hikmet Marksist Bilimler Akademisi'nin koordinatörlüğünü yürütmüş siyasal iktisat dersleri vermiştir. 2014-2016 yıllarında HDP Merkez Yürütme Kurulu'nda yer almıştır

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi