Arzu Yılmaz
‘Çöktürme Planı’ Çöktü…
Geldiğimiz aşamada şu gerçeği ikrar etmekte fayda var: 24 Temmuz 2015’te Kandil’e hava operasyonlarıyla başlatılan ve PKK’yi topyekun imha hedefiyle yürütülen ‘Çöktürme Planı’ çöktü...
Bu sonucun en önemli göstergesi planın askeri ve siyasi maliyeti: özetle ifade etmek gerekirse, iki yılın sonunda imha edilen PKK değil, şehirler, siviller ve legal siyaset alanı oldu…
Öte yandan, PKK imha edilemediği gibi Türkiye’nin PKK ile arasında fark gözetmediği YPG, ABD’nin aldığı IŞİD’e karşı silahlandırma kararıyla bir bakıma ihya oldu…
Aslında Eylül 2014’te hazırlanmış olsa da, ‘topyekun’ niteliğiyle uygulanmaya İncirlik Hava Üssü IŞİD’e Karşı Koalisyon Güçleri’ne açıldığında başlayan ‘Çökertme Planı’nın sonunu getiren de yine IŞİD’e karşı mücadelenin seyri oldu…
Kürtlerden daha etkin ve askeri olarak maliyeti düşük başka bir seçenek bulamayan ABD, IŞİD’e nihai vuruşu yine Kürtlerle yapmakta kararlı oduğunu gösterdi…
Ve aldığı son kararla birlikte, Kürtlerle işbirliğini IŞİD sonrası Suriye sürecine taşıyacağının da sinyalini verdi…
Bu açık sinyale rağmen Türkiye’nin PYD/YPG’yi hedef alması ise meseleyi nihayetinde ‘kazara birkaç roketin ABD askerlerinin üstüne dümesi’ne kadar götürebilir…
Hiç kuşku yok ki, ortaya çıkan bu tabloda Türkiye’nin acil bir başka plana ihtiyacı var… Bu planın da ABD ziyaretinde somutlaşması yüksek bir ihtimal…
Lafı uzatmadan söyleyecek olursak, ABD aldığı bu askeri kararın arkaplanındaki siyasi pozisyona Türkiye’yi çekmeye çalışacaktır; yani PYD’yi PKK’den ayrı ve meşru bir aktör olarak tanımanın kilometre taşlarını örecek yeni bir sürecin başlaması muhtemeldir…
Bu sürecin yine bir ‘barış’ projesiyle paketlenmesi ise bir anlamda zorunluluk. Zaten referandum gecesi Kürtlere edilen ‘hassaten teşekkür’ de Perşembe’nin gelişini Çarşamba’dan haber veriyordu…
Yeni paketin takviminin de 2019’a ayarlacağını tahmin etmek de zor değil…
Bu paketin Türkiye ayağında da örneğin HDP Eş- Başkanı Selahhattin Demirtaş’ın hapisten çıkarılması gibi sembolik adımlar beklenebilir. Zaten çoktan başlayan bu yöndeki baskılara Başkan Erdoğan’ın ‘Daha değil, biraz daha terbiye olsun’ dediği ise gelen haberler arasında…
Bu yaklaşıma bakarak, aynı şeyi tekrar deneyip farklı bir sonuç beklemenin delilik olduğunu düşünenler çoğunlukta. Fakat Erdoğan’ın mutlak iktidarı mukadder olunca en azından zaman kazanmak isteyenler de yok değil…
Bu zamana ihtiyaç duyanlardan biri de Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY)…
KBY bu yıl sonuna kadar gerçekleştirmeyi planladığı bağımsızlık referandumunu ertelenemez bir zorunluluk olarak görüyor. Fakat Türkiye’nin PKK ile savaş bahanesiyle Irak Kürdistanı’na yapacağı bir kara operasyonunun, tıpkı 2014’teki IŞİD saldırıları gibi, bağımsızlık hazırlıklarını rafa kaldırması da kaçınılmaz.
Dolayısıyla KBY’nin asıl amacı TSK’nın Güney Kürdistan’a girmesinin önüne geçecek bir çözüm geliştirmek.
Bugün Irak Kürdistanı’nda TSK’nın Şengal hava operasyonu sırasında ölen peşmergelerin ‘yanlışlıkla’ hedef olduğunu düşünen kimse yok. Sonuçta basına yansıyanlar KBY tepkisinin PKK’ye yöneldiğini gösterse de, hakim kanaat Türkiye’nin ‘Beni oyalama, çıkaracaksan çıkar PKK’yi’ mesajı verdiği…
Ancak, en son Xenasor’da da tecrübe edildiği gibi böylesi bir zorlamanın sonucu bir Kürt iç savaşı… PKK ise her geçen gün Şengal konusunu biraz daha yokuşa sürüyor. Zira PKK zamanın kendi lehine işlediğini düşünüyor. En azından IŞİD’le mücadele devam ettiği sürece kontrol ettiği alanlarda gücünü konsolide etmeye çalışıyor. IŞID sonrası ise hala meçhul…
Henüz hiçbir şeyin garantisi yok…
Örneğin ABD’nin Kürtleri IŞİD’e karşı silahlandırma kararı, her ne kadar YPG’yi IŞİD sonrası Suriye sürecine askeri bir güç olarak taşıyor olsa da, PYD’ye uluslararası alanda aradığı meşruiyeti kazandırmıyor…
Zira Avrupa’da da YPG’nin IŞİD’le mücadelede gösterdiği başarı teslim ediliyor fakat PYD’nin Rojava’da ‘Baas rejimini aratmayan bir otorite/baskı kurduğu’ iddiaları da giderek zemin kazanıyor. Bu bağlamda, PYD’ye Rakka yönetiminde yer verilmeyeceği gibi, yönetimde olduğu kantonlarda da yeni bir düzenleme yapılması gerektiği daha yüksek sesle dillendiriliyor. En son Astana’da varılan anlaşma ise, nihayetinde başarısızlığa mahkum olsa da, mevcut koşullarda PYD’yi Esad rejimiyle beraber sayan anlayışı biraz daha güçlendiriyor; ki bu anlayış nedeniyle PYD’yi Cenevre’ye dahil etmeme konusunda Türkiye’nin vetosu bir süre daha bahane edilecek gibi görünüyor.
Ve tüm bu tartışmaların arkaplanında asıl meselenin PYD-PKK ilişkisi olduğu biliniyor…
Günün sonunda, PKK’nin imha edilemediği açık…
Ancak, PKK’nin ihya edilmesinin önüne geçme konusunda Türkiye’nin hala bir şansı var gibi…
Tabii kullanırsa…