Ceren Gündoğan
Dans, Sınırlar, Cinayetler
Nedir bu memleket denen şey, neden böyle sevilir, insanın burnunda tüter, kan gerçekten çeker mi? William Saroyan
displaced; göçmenlerin, Rusya-Norveç arasında bulunan Storskog sınırından, ruhsatsız tek araç olma özelliğine sahip, bisikleti kullanarak geçmesi temel alınarak hazırlanan disiplinler arası bir yerleştirme performansıdır. Kadim göç meselesinin küçük bir noktasından hareketle üretilen bu eserde yol, sınır, bağ, geçmiş, gelecek, umut, keder gibi kavramlar ele alınmıştır.
“insanın ülkesi neresidir?” displaced tanıtım bülteninden
Kasım ayı, o çok sevdiğim güz melankolisine karşıt bir biçimde izlediğim dans tiyatrosu ve performanslarla adeta alışkın olmadığım biçimde ruhumu mutlulukla doldurdu. Melankolide ısrarın faydası yok, hareketin, dansın bizi seyirci koltuğundan alıp bambaşka yerlere götürmesi tam da sahne sanatlarının işi.
Karşı Sanat’ta Nomad Performance’ın displaced adlı performanslarının ilk gösterimini izledim. Ertürk Erkek ve Ezgi Adanç, üçüncü bir karakter de diyebileceğimiz bisikletleriyle zorlu yollardan, sınırlardan düşe kalka geçen iki göçmendi. Bir zorluk da iki karakterin arasındaki, bir zaman sonra kurtulmak istedikleri bağı temsil eden ipler… Girişte ruhumun mutluluğundan söz ettiysem de ikilinin etkileyici performansı hikâyenin muhteşem dokusu nedeniyle kederli bir yeri de işaret ediyor. Neden? William Saroyan’ın bir öyküsündeki Memleket şiirini Ermenice seslendiriyor Tara Demircioğlu… Başka bir yerinden edilmenin dile gelmesi, usulca yerleşiyor kulaklarımıza. İkili sınırdan geçtikçe ya da varacakları yere yaklaştıkça dil İngilizceye, ses Yeğya Akgün’ün seslendirmesiyle duygudan uzaklaşıp maskülenleşmeye başlıyor. Tüm incelikler gibi dil de, kim bilir belki zarafetin çoğunlukla kabalık karşısındaki savunmasızlığından dolayı buharlaşıyor… Neyse ki yağmur var, her buharın günü geldiğinde döngüyü sürdürebileceği...
Displaced, hareket birliği/uyumu, ses yerleşimi ve tasarımıyla (Oğuzhan Akalın ve Barış Kuş) göçmenlik denen evrensel yaranın eskiliğini vurgulayan zarif ve dokunaklı bir performans. Proje danışmanlığı Ozan Ömer Akgül’e ve proje tasarımı Özge Ayşegül Fişenk’e ait. Tüm bir ekibin kolektif dertte birleşmesine de yaratıcı bir örnek.
ÇİFTE CİNAYET
Bu hafta kuzenimin daveti sayesinde izlediğim bir diğer gösteri, İstanbul Tiyatro Festivali’nin ve çağdaş dans dünyasının ihtişamlı ismi, koreograf & müzisyen Hofesh Shechter’in seyirci koltuğunda tuhaf bir transa girmemize sebep olan Çifte Cinayet’iydi. Palyaçolar ve Çözüm adlı iki bölümden oluşan gösterinin Palyaçolar kısmında 10, Çözüm’de 7 dansçı gerçekten unutulmaz bir performans sergiledi. Müzikler, salona girişte ilkin yüzümüzü ekşittiğimiz ama kusursuz ışıklandırmayla o dokunun oluşmasına hizmet eden sis, dansçıların adeta seni seviyorum/ nefret ediyorum atışları, atmosferin tümü ritmik bir ayin, giderek çığırından çıkan bir Diyonisos şenliği gibiydi ve kesinlikle muhteşem bir görsel-duyusal şenlikti.
Gösterinin İKSV tanıtım bülteninden alıntıyla; “Londra Kraliyet Balesi, Metropolitan Operası, Nederlands Dans Theater, Broadway, BBC gibi topluluk ve kurumlar için koreografiler üreten; 2008’de Londra’da kurduğu topluluğuyla dünya sahnelerinde bir coşku fırtınası estiren Hofesh Shechter imzalı Çifte Cinayet, koreografın alametifarikası olan bir ikilik barındırıyor ve iki ayrı bölümden oluşuyor. Eserin ilk bölümü Palyaçolar’da Shechter, şiddete olan duyarsızlığımızı, eğlence adı altında ne kadar ileri gidebileceğimizi inceliyor. Gösterinin ikinci bölümü Çözüm’de ise bir önceki bölümde sarsılan seyirciyi deva niteliğindeki bir sevecenlikle sarıp sarmalıyor, bir şefkat sığınağı yaratıyor. Sahnede hayranlık uyandıran 10 dansçı, seyirciyle çok az dans gösterisinde rastlanabilen bir yakınlık kuruyor. Şimdi tutku dolu, nefes kesen bu eseri izleme sırası İstanbullularda.”
Sanat sanattır ama bazı anlarda devrim de olur. Gösteri, dansçıların birbirlerine sarılması, sahneden atlayıp seyirciyi kucaklamasıyla bitti. Bu ikinci kısım sakinleştirici etkisiyle suhulete davet ediyordu herkesi. Kendinden başka bir şeye benzemeyen gösteriye dâhil olmak çok ilginç bir deneyimdi. Avrupa’da yaşayan Ortadoğulu bir sanatçının, şiddeti, savaşı aristokratlardan bürokratlara, ikili ilişkilerden toplumlara dansla kurduğu bir illüzyon yoluyla göstermesine tanıklık ettik. Reddedilemeyecek bir estetize vahşet de diyebiliriz. İkinci bölümün sıfır noktasındaki sevgiye davet çağrısı ise bu kışkırtıcı gösteriden bizi uyandırmasıyla gösterinin yaldızı, sakinleştirici etkisi kadar yabancılaştırıcı unsuru ve elbette tragedyaların yazgıcılığından seyirciyi uyanışa çekmesiyle belirgin bir yol ayrımıydı. Hele Filistin trajedisini yaşadığımız şu günlerde.
Sanat sanattır ama bazı anlarda sanat devrimdir.
Ceren Gündoğan: 1983 İstanbul doğumlu. İBBŞT TAL'de ve Akademi İstanbul Tiyatro bölümlerinde oyunculuk, Kocaeli Üniversitesi GSF/ Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık bölümlerinde öğrenim gördü. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda oyuncu ve reji asistanlığı, Asis Yapım'da proje tasarım asistanlığı ile dizi ve belgesel senaristliği yaptı. İlk romanı Yaralı Rüzgâr, 2022 Mayıs ayında Eksik Parça Yayınları etiketiyle yayınlandı. Artı TV'de Artı Sahne programı sürdürüyor.