Celal Başlangıç
Demokrasi kalmadı yerine hıfzıssıhha verelim!
HDP’lilerin pazartesi sabahı Hakkari’den ve Edirne’den yürüyüşü başlayacaktı.
Ancak Pazar gece yarısı, Pazartesi gününün ilk saatlerinde TSK uçakları Güney Kürdistan’daki Mahmur Kampı’nın çevresini, Şengal’i ve Kandil’i bombardımana başladı.
Verilen bilgilere göre son 10-13 yılın en büyük bombardımanıydı bu.
Tam da HDP’nin "Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü"nün başlamasına birkaç saat kala gelmeye başlamıştı bu bombardıman haberleri.
İster istemez önceki gece yarısı başlayan hava saldırısı AKP’nin iktidarı kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında yaşanan kanlı süreci hatırlattı.
İktidarı kaybeden AKP yeni oyunlar peşindeyken 20 Temmuz’da Suruç’ta IŞİD eliyle yapılan canlı bomba saldırısıyla 30’dan fazla gencecik insanımız yaşamını yitirmişti.
Onlar Kobane’nin çocukları için boyama defteri, boya kalemi, oyuncak götürülüyorlardı.
Ardından 22 Temmuz 2015’te Ceylanpınar’da iki polis karanlık bir cinayete kurban gitti. Bugün bile o iki polisin faili hâlâ meçhul.
24 Temmuz’da da bu gelişmeleri bahane eden AKP iktidarı Kandil’i bombalayarak "çözüm masası"nı resmen devirdiğini ilan etti.
O günden sonra Türkiye pek çok insanının canına mal olan kanlı ve karanlık bir sürece girdi; ta ki AKP’nin 1 Kasım 2015 erken seçimlerine kadar…
Önceki gece Güney Kürdistan’a yapılan bombardımanın birden çok amacı vardı.
Birincisi, sabah başlayacak olan HDP yürüyüşünü kriminalize etmek…
O gece insan kuşku duymadan edemiyordu; kim bilir belki de HDP’nin en demokratik hakkını kullanarak yaptığı barışçıl gösteriye ağır bir saldırı olacak, sonra da "PKK bombalandı diye yürüyorlardı" gibisinden bir gerekçi mi uyduracaklardı!
İkincisi, bu yolla HDP’yi "huzuru bozan, anarşi yaratan, kamu güvenliği için tehlike yaratan" bir organizasyon olarak gösterip muhalefet cephesini parçalamak.
Üçüncüsü de özellikle Irak, Suriye ve Türkiye’de Kürtlerin son dönemde yoğunlaşan ulusal birlik girişimine derin bir kama sokmak.
İşte böyle gergin bir havada başladı HDP’nin Edirne ve Hakkari’den Ankara’ya Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü.
Silivri’den Edirne’ye, Hakkari’den Van’a her yer kuşatılmıştı. TOMA’larla, zırhlı araçlarla, Çevik Kuvvet’le büyük bir kuşatma yapmıştı Saray iktidarı. HDP’yi yürütmemek için her zorluğu çıkardılar. Milletvekillerini darp ettiler, partilileri yerlerde sürükleyerek gözaltına almaya kalktılar.
Ancak HDP’nin hem Hakkari hem de Edirne kolunda bulunan partililer bu saldırıları sakince ve büyük bir kararlılıkla savuşturarak konuşmalarını yaptılar, halaylarını çektiler.
Zaten güzergâh üzerindeki illerde valilikler günler öncesinden girişleri çıkışları sınırlandırmış, eylemleri yasaklamıştı.
En ilginç "sınırlandırma ve yasaklama kararı" alanlardan biri de Edirne Valiliği.
HDP’lilerin, eski Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş’ın yattığı cezaevinin önünde bir açıklama yapıp yürüyerek kentten çıkmaları durumunda neler olabileceğini sıralamış Edirne Valiliği:
"Karşıt görüşlü gruplar arasında gerginliklerin yaşanabileceği…"
"Şiddet içerikli sokak eylemlerinin meydana gelebileceği…"
"Katılımcı şahıslar ile diğer vatandaşlarımız arasında sözlü ve fiziksel olayların meydana gelebileceği…"
"Kamu düzeni ve güvenliğinin tehlikeye düşebileceği…"
"Coronavirüs salgının yayılmasının önlenmesi, genel sağlığın korunması…"
Neymiş bu HDP ya! Bir yürüyünce gerginlik çıkıyor, sokak eylemleri oluyor, olaylar çıkıyor, kamu düzeni tehlikeye giriyor, hatta ve hatta coronavirus salgını bile yayılıyor…
Valilik bu HDP’yi durdurmanın da yolunu bulmuş!
Toplantı ve gösteri yürüyüşü yasak…
Miting, açık hava toplantısı, yürüyüş, protesto eylemi, açlık grevi yasak…
Stand açma, çadır kurma, imza kampanyası, konser, şenlik yasak…
El ilanı, bildiri, broşür dağıtma; afiş, poster asma yasak…
En son sınırlama ve yasak kararı alan da İstanbul Valiliği oldu.
Valiliğin açıklamasına göre İstanbul İl Hıfzıssıhha Meclisi 14 Haziran 2020 yani Pazar akşamı saat 20.00’de toplanıp HDP’nin Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü’nün İstanbul’da gerçekleştireceği etkinlikleri engellemek için bir dizi sınırlama ve yasak kararı almış. Hatta bu yasakları İl Hıfzıssıhha Meclisi’nin daha önce aldığı kararlara dayandırarak yapmış.
HDP milletvekillerinin hapse atılmasına, seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atanmasına karşı anayasal hakkını kullanıyor, meşru ve barışçıl bir eylem yapıyor. Saray iktidarı da bu eylemi engellemek, kriminalize etmek için her yola başvuruyor.
Ancak HDP’liler inançla, dirençle, bütün engellemelere, gözaltılara rağmen yürüyüşlerinin ilk gününü planladıkları gibi tamamlıyorlar.
Belli ki Saray iktidarı HDP’den çok korkuyor. Bu nedenle anayasayı, yasaları bile tanımıyor, uyduruk gerekçelerle OHAL uygulamalarıyla HDP’yi görünmez kılmaya çalışıyor.
Madem bu anayasayı tanımıyorsunuz, uygulamıyorsunuz, o zaman oldu olacak kaldırın bu anayasayı; yerine Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nu koyun.
HDP’liler "demokrasi" dedikçe, müflis tüccar gibi yanıt verirsiniz:
"Demokrasi kalmadı yerine hıfzıssıhha verelim!"