'Devamsız’ öyküler

Şengül Can, "Devamsız" adlı öykü kitabında yerel dili kullanma maharetini çocukluğuna bağlıyor ama yine de kulak tırmalamadan, göze batmadan öykü içine yerleştirmesi önemli. Bu haftanın üç sorusu da ona.

Türkçenin derin yatağına pek çok koldan akan nehirlerin en gürül gürülü yerel dillerdir kanımca. Anlattığınız hikâyenin kaldıracağı kadar, göz kıvamını zaman içinde geliştirecek zenginleştirecek kadar dile hakimseniz o dil de anlatının içinde ışıl ışıl parlar. Şengül Can, "Devamsız" (Can Yayınları) adlı öykü kitabında bu dili kullanma maharetini çocukluğuna bağlıyor ama yine de kulak tırmalamadan, göze batmadan öykü içine yerleştirmesi önemli. Bu haftanın üç sorusu da ona.

9789750741753-303.jpg
"Devamsız", Şengül Can, 120 syf., Can Yayınları, 2019

- Öykülerinde benim de meftun olduğum yerel dili dolaşıma sokma, metin içine yedirme uğraşını gördüm ve oradan yani can evimden vuruldum, abartı mı gerçek mi?

Edebiyatın büyük bir kısmının dil üzerine düşünme uğraşı olduğunu savunan bir edebi görüşe kendimi daha yakın hissediyorum. Bu nedenle kelimeler ifade ettiklerinden daha fazlası benim için. Yazma uğraşı da böylece daha bilinçdışı bir yere düşüyor. Yerel dil benim için çocukluk, taşralı bir aileye mensup olma, kadın olma gibi çeşitli ötekilikleri barındırıyor. Bu durum uzun süre özellikle sanat söz konusu olduğunda bir çeşit tuhaf ve yabancı hissetmeyle eş değer oldu benim için. Çocukluğumdan beri ailemden alışageldiğim kelimeler. Benim için çoğu yerde ötekilik olan şeyin aslında yazmak için bana bir ayrıcalık verdiğini keşfettim. Büyüdükçe ve öğrendikçe bu durumun büyük bir zenginlik olduğunun farkına vardım. Bu dil içinde gidebildiğim kadar eskiye gitmeye çalıştım. İlk çocukluk dönemim köyde geçti. Burada kelimelerle güçlü bağlar kurduğumu düşüyorum. Dilin patikaları, ara sokakları aslında dilin gücünü ve lezzetini hissedebildiğim başka bir alana dönüştü benim için. "Devamsız"da kelimelerimi buradan kurdum. Kalemimi buradan biledim.

- Devamsız’ın “münasebetsizce konuşan ve dik söz’lü” anlamına geldiğini bilmiyordum, fakat öykülere bakınca böyle münasebetsizlerden ziyade daha soyut anlatımın, imge kullanımlarının olduğunu görüyorum. Ne dersin?

İmge kullanımını ve soyut anlatımları tercih ediyorum. Böylece anlam değil anlamlar çıkıyor. Metnin söylemek istediği şeyi söyleyip başka anlamlar ve dünyalar da düşlemesi yazdıklarımı çoğaltıyor. Böylece belli bir düşünceye, bakış açısına, bir ideolojiye bağlı kalmadan daha özgürce yazdığımı hissediyorum. "Devamsız"daki öykü kişilerini daha çok ötekilik ve öteki ile olan ilişki üzerinden kurguladım. "Devamsız"ı çok anlamlı olarak kullandım. Ölü öyküsünde bir bölüm vardır. Kaygısız Hakkı Onbaşı, harmanına kar yağmaz, başladı gene, gel devamsız konuşalım. Karakterlerim genellikle sistemin içerisinde var olma mücadelesi veren kişiler. Bu kişiler mücadele eden ama arada kalan, toplumda kendisi olmaya çalışan uyumsuz karakterler. Kendileri de olamıyorlar, topluma dahil olamadıkları için de arada kalıyorlar. Böylece bir yere ait hissedemiyor, bir aidiyet geliştiremiyorlar. Doğal olarak birçok yerde devamsızlık yaparken birçok devamsızlığa da maruz kalıyorlar. Bu devamsızlık bir taraftan da yazma uğraşının kendisine de denk geliyor benim için.

- Ölü öyküsünü Leyla Erbil’e ithaf etmiş, "Ağabeyim Bir Fesleğen Mi?" öyküsünde Didem Madak’ın Ah’lar Ağacı’na yaslanmışsın, her ikisiyle kurduğun yazınsal akrabalığı merak ettim.

Leyla Erbil’i 2013’te kaybettik. Hastaneye yatmadan önce telefonda konuşmuştuk. “Sen beni birkaç gün sonra ara, ben o zaman iyileşmiş olurum,” demişti bana. Leyla Erbil’in "Gecede" kitabında "Ölü" isimli bir öyküsü var, Devamsız’daki “Ölü” öyküsünü onunla konuşan bir metin olarak hayal ettim. Leyla Erbil’in de dahil olduğu 50 Kuşağı edebiyatımıza dil, biçim, felsefe, kültür açısından önemli bir ivme kazandırmış. Onların yazdıklarıyla yazınsal dünyamı geliştirdim diyebilirim. İkinci Yeni’nin şiirlerini ve 50 Kuşağı’nın öykülerini her zaman başucumda bulunduruyorum. Öncelikle onlardan bir okur olarak çok etkilendiğimi söyleyebilirim.

Leyla Erbil, Sevim Burak ayrıca onlardan daha sonraki kuşaktan genç bir şair olan Didem Madak, yazdıklarıyla beni biçim üzerine düşündürdü. Onların dili kırma, değiştirme, deforme etme, yeni bir biçim verme çabalarını hem kadın hem öteki olma deneyimlerinin bir karşılığı olarak görüyorum. Böyle bir edebiyatın yerleşik dil kullanımı yerine, kendi yazınsal dil anlayışını geliştiren, kendi biçimlerini kuran bir edebiyat olması onlarla bağ kurmamda etkili oldu. Böylece baba yasasından çıkıp kendini kadın özne olarak var etmeyi başaran edebiyat anlayışları, yine patriarkal dünyada bir kadın olarak ve bir yazar olarak var olma mücadeleleri bana da bir yazar olarak ilham oldu diyebilirim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Figen Şakacı Arşivi