Devletin öldürdüğü her Kürt teröristtir!

Hatta masum sivil Kürtlerin “damat SİHA’ları” tarafından vurulduğunu açıklayan her Kürt milletvekili de CHP’li olsa bile bu devleti yönetenlerin anlayışına göre “PKK’nin milletvekili”dir.

Bir gece basılmıştı Cizre’nin Yeşilyurt köyü.

Her zamanki gibi "terörist" arıyorlardı.

Köy meydanına toplanmıştı Yeşilyurtlular.

Olmadık hakaret görmüşler, dayak yemişler, yere yatırılıp askerlerin postallarına paspas yapılmışlardı.

Bunlar yetmiyormuş gibi bir de köyü basan komutanın emriyle çevrede bulunan insan dışkıları yedirilmişti köylülere.

Tarih 1989’un Ocak ayı. Bu günden neredeyse 28, 29 yıl öncesi...

Haberi almış, köylülerle görüşmüş, savcılığa verdikleri dilekçeye ulaşmıştım ama o tarihlerde bir günlük gazetede böyle bir haberi yayınlayanın başına neler geleceği belli değildi çünkü ilk kez olacaktı bu.

Biraz zorlu bir süreçten sonra yaptığım bu haber Cumhuriyet’in manşetinden yayınlandı.

Bir anda karıştı ortalık.

Bir yandan dönemin ANAP iktidarı ayağa kalkmış bakanıyla, meclis başkanıyla, OHAL valisiyle ve hatta Özel Kolordu Komutanı’yla hep bir ağızdan saldırıyordu:

"Bu gazeteci PKK lehine, devlet aleyhine haber yapmaya çalışıyor. Bu haberi yapan gazeteci PKK’lıdır."

Israrla yazıyordum Cumhuriyet’te:

"Ben bu haberi yapmak için Yeşilyurt köyüne iki kez gittim. Köylülerle, köyün Diyanet tarafından atanmış Konyalı imamıyla defalarca görüştüm. Bu haber çıktığından bu yana bir defa bile köye gidip Yeşilyurtlulara ‘Ne oldu, nasıl oldu’ diye sormak zahmetine bile katlanmadınız. Oturduğunuz yerden, köylülere dışkı yediren binbaşının yazdığı istihbarat raporlarıyla yalanlıyorsunuz. Buyurun, hep beraber gidelim köye, Yeşilyurtluları dinleyelim, olay doğru mu, değil mi hep beraber görelim."

Dönemin iktidarı, askeri sözcüleri bu haberi yaptığım için PKK’li olmakla suçladılar. Ama bir Allah’ın kulu bile Yeşilyurt’a gidip olayın aslını astarını araştırma zahmetine girmedi.

Oysa, örneğin 1947’nin Ocak ayında Isparta’nın Senirkent bucağında bir jandarma komutanının köylülere dışkı yedirdiği iddia edilince, dönemin tek parti iktidarı hemen bir müfettiş göndermişti Senirkent’e; hem de tebdili kıyafet ettirerek.

Soruşturma sonucunda Senirkentlilerin iddialarının gerçek olduğu çıkmıştı ortaya.

1940’ların devleti kendi görevlilerinin yurttaşlara yaptığı kötü muameleye karşı daha duyarlıydı da, 1989’ların devleti daha mı duyarsızlaşmıştı? Yoksa Isparta’nın Senirkent’i olunca başka, Cizre’nin Yeşilyurt’u olunca başka mıydı?

Evet, başkaydı ama o zamanlar bile köylülere dışkı yediren binbaşı ulusal yargıda küçük de olsa bir cezaya çarptırılmış, uluslararası yargıda ise Türkiye binlerce lira tazminat ödemeye mahkum olmuştu.

Ancak görünen o ki, 1989’daki devlet olma anlayışının o günden bu yana biraz daha çağdaşlaşması bir yana sanki daha da vahşileşmişti.

Özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından sonra "PKK’li" diye o kadar çok sivil yurttaşın öldürüldüğüne tanık olduk, haberini yaptık ki...

Elazığ’ın Karakoçan’ında çoban Alattin’in "terörist" diye helikopterden taranması...

Silopi’nin Derebaşı köyünde yaşayan altı gencin kurşuna dizilmesi...

Gercüş’te akli dengesi yerinde olmayan bir yurttaşın "dur" ihtarına iki elini kaldırıp teslim olmasına rağmen üzerine kurşun boşaltılması...

Bunlar bölgede "terörist" diye masum sivillerin devlet görevlileri tarafından öldürülmesine ilişkin ilk örneklerdi.

Hatta o kadar sık yaşanır olmuştu ki bu masum sivillerin "terörist" diye katledilmesi, gazeteci arkadaşımız Cengiz Mumay daha o tarihlerde "Ne Çok Terör!st Vurduk" diye bir kitap yazmıştı.

Son yaşanan Hakkari olayına bakınca, bugün son geldiği nokta olarak AKP devletinin özellikle Kürtlere karşı 1980’li yılların daha gerisinde, daha kindar, daha intikamcı bir anlayışa sahip olduğu apaçık ortaya çıkıyor.

Bu Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) ile yapılan saldırının öncesini, bir sivil yurttaşın göz göre öldürüldüğü, üç yurttaşın yaralandığı, sonra da hepsinin birden devlet eliyle terörist yapıldığı olayı CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun sosyal medya hesabından verdiği bilgilerle izleyelim.

  • Dört vatandaş, merkeze 20 kilometre uzaklıktaki köylerine gündüz vakti giderler.
  • Hakkari çıkışında rutin polis kontrolünden geçerler.
  • Köyde, kurbanlık alacak, tarlasına gidecek ve aralarından Mehmet Temel’in annesini, Hakkari’de bayram ziyaretine götüreceklerdir.
  • Köy sınırı içinde, yasaklı bölgede olmayan köy çeşmesi Kani Reş (Siyah Çeşme) başında dinlenmek için otururlarken SİHA Heron’la vurulurlar.

Yaralı İsmail Aydın 43 yaşında, köyündeki otları biçip satıyor.

Yaralı Musa Tarhan 54 yaşında. Hakkari’de bulduğu her işte çalışıyor. AKP Hakkari eski il başkanının akrabası.

Yaralı İbrahim Sak, devlet memurluğundan emekli.

Öldürülen Mehmet Temel 37 yaşında, Hakkari Şehit Selahattin İlk Öğretim Okulu’nun ve Hakkari Ağız Diş Hastanesi’nin tesisat işlerini yapıyordu.

Bu dört kişinin toplam 24 çocuğu ve torunları vardı. Hatta birinin son çocuğu yaralı olarak gözaltındayken doğmuştu.

Öldürülen Mehmet Temel "terörist" ilan edilip cenazesi camiye sokulmuyor, resmi görevli imam cenaze namazını kılmıyor, kayyım belediyesi ne cenaze aracı veriyor ne de tabut, caminin bahçesine taziye çadırı kurdurulmuyor.

Yaralılar da daha hastanedeyken, tedavileri bitmeden tutuklanıyor.

Valilik önce bir kişinin öldüğü, üç kişinin yaralandığı SİHA saldırısını "teröristler etkisiz hale getirildi" diye açıklıyor, ancak mızrak çuvala sığmayınca da "işbirlikçiler" ilan ediyordu sivil yurttaşları.

Daha vahimi CHP’li Tanrıkulu bu olayın peşine düşünce "suçluların telaşı içinde" saldırıya uğruyor.

Sosyal medyada AKP’nin trolleri sürü halinde, bakanları koro halinde Tanrıkulu’nu hedef gösteriyor.

"AKP Cumhurbaşkanı" Erdoğan’dan aldığı işaretle, Anayasa’dan değil de Olağanüstü Hal’in Kanun Hükmündeki, daha doğrusu "Sultan Hükmündeki" Kararnameden aldığı yetkiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatıyor.

AKP sözcülerinin açıklamalarında "vatan haini", "terörist destekçisi", "sen kimin milletvekilisin" saldırıları sağanak halinde sürüyor.

Saray’ın gazeteleri, televizyonları Tanrıkulu’nu çoktan "terörist" ilan ediyor.

Attıkları haber başlıkları değil, birer suikast mermisi sanki:

"PKK’lı alçaklar vuruldu, Tanrıkulu yine isyanda"

"SİHA vuruyor Tanrıkulu Bağırıyor"

"PKK sevici vekile ağzının payı verilmeli"

Yani bugünlerde Tanrıkulu’nun başına silahlı ve insanlı bir araçtan bir saldırı olursa, şu anda bu saldırıya azmettirenler gün gibi ortada duruyor.

Bir de "AKP Cumhurbaşkanı" (AK Parti Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatlarının kısaltılmış halidir) soruyor:

"Ana muhalefet partisinin bir temsilcisi çıkıyor, SİHA’larla ilgili açıklama yapıyor. Neymiş, sivilleri vurmuş. Nerede o siviller?"

Yanıtı belli aslında; o siviller orada, Hakkari’de, Hakkari de Türkiye Cumhuriyeti toprakları dahilinde ve "terörist" diye vurulan o yurttaşlar "Türkiye Cumhuriyeti’ne hala vatandaşlık bağıyla bağlı.

Eğer hala öyleyse bir gidip bakın, kim haklı, kim haksız anlayın, bir heyet, bir müfettiş gönderin, olayın gerçeğini öğrenin bari... Ama yok, bu devletin çarpık "ayakta durma anlayışı"na aykırı bir durum bu.

Aslında, 1920’lerden, 1980’lerden bu yana değişen pek bir şey yok.

"Devletin öldürdüğü her Kürt teröristtir. Hala canlı bir Kürt varsa o da potansiyel teröristtir."

İşin gerçeğini söylemek gerekirse, insan haklarını savunmayı "terörizm" olarak gören "terörist" bir devlet olma biçimiyle karşı karşıyayız.

Ama yine de kimsenin hakkını yemeyelim.

1980’li yıllarda devletin başında Turgut Özal vardı ve damadı davul çalıyordu.

Bugünler devletin başında Recep Tayyip Erdoğan var ve damadı da sivil Kürtleri vuran SİHA üretiyor.

İşte ben buna "değişim" derim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi