Alp Altınörs
Dondurmaları Putin ödedi, peki ya İdlib’i kim ödeyecek?
BM tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Nusra Cephesi, yeni adıyla Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) çete mensupları tarafından kontrol edilen, doğrudan El Kaide’ye bağlı olan başkaca grupları ve Ankara kontrolündeki cihatçı grupları da barındıran İdlib vilayetinde sıcak gelişmeler yaşanıyor.
İdlib’in Putin-Erdoğan mutabakatıyla "gerginliği azaltma bölgesi" ilan edilmesinden istifade eden Heyet Tahrir el-Şam, bu bölgeden Suriye ordusuna ve Hmeymim’deki Rus üssüne saldırılar düzenliyordu. (Aksi de düşünülemez, zira adından da anlaşılacağı üzere, çetenin hedefi Şam’ın fethi). Suriye ordusunun geçen hafta yaptığı hamle ile Han Şeyhun’un çetelerin elinden çıkması ile, lojistik imkânları epeyce azaldı.
Bu hamle ile, Türkiye’nin bölgedeki 9 nolu ‘gözlem noktası’ da Suriye ordusu kuşatması altına girdi. Yaşanan krizin derinliğini, bu birlikten sorumlu generalin istifası hissettiriyordu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, TSK’nın bu gözlem noktasını boşaltmayacağını açıkladı. Fakat, Suriye ordusu ile cihatçı gruplar arasındaki ‘ateşkesi’ gözlemlemek üzere kurulmuş bir noktanın, artık orada nasıl bir işlevi olabilirdi ki? Sanırız, hükümet, Türk dış politikasının asırlık ‘girdiğin yerden çıkma’ ilkesini burada da işletmeye çalışıyor.
İdlib’i görüşmeye gitti, askerî fuarı ziyaret etti
Ne var ki, bu sefer bahisler oldukça yüksek! İşin içinde dünyanın iki büyük askerî gücünden birisi olan Rusya da var. Öyle olunca, Erdoğan’a Moskova yolu göründü.
Erdoğan’ın davet edildiği etkinlik, MAKS-2019 Uzay ve Havacılık Fuarı’ydı. Putin ile görüşme, bu fuarda gerçekleşti. S-400’leri satın alan Erdoğan yönetimine, şimdi de yeni nesil Rus savaş uçakları izletildi. ABD, Türkiye’yi F-35 yeni nesil savaş uçağı programından çıkartmış ve Patriot füzelerinin satış teklifini de iptal etmişken, Rus askerî havacılık sanayiinin son mamulleri Erdoğan’a gösterildi.
Yeri gelmişken, Rus askerî sanayiinin büyük oranda Sovyet mirası olduğunu anımsatmak yerinde olur. Yoksa, sınaî bakımdan her alanda çok geride olan Rusya’nın nasıl bu denli gelişkin bir askerî sanayiye sahip olduğu anlaşılmaz kalacaktır. Sovyetler Birliği’ni yıkan Yeltsin grubu, ABD’nin talepleri doğrultusunda, neredeyse tüm eski Sovyet sanayiini yıkıma uğratarak Rusya’yı sanayisizleştirdi. Herhalde bunun tek istisnası savaş sanayii kaldı. Bugünkü kapitalist Rusya, büyük oranda doğalgaz, petrol ve madencilik gelirlerinden oluşan 1,6 trilyon dolar civarındaki GSYİH’sı ile ekonomik bakımdan oldukça geri durumda (Bir hammadde süper-gücü! Kıyaslamak açısından: ABD’nin GSYİH’sı 20,5 trilyon dolar, yani Rusya’nın yaklaşık 13 katı; Çin’in GSYİH’sı 13,6 trilyon dolar, yani Rusya’nın 8,5 katı.) Ama Yeltsin grubunun devamcısı olan Putin, "Sovyetler galoştan başka bir şey üretemiyordu" gibi çıkışlarla Sovyet geçmişini karalamaya devam ediyor.
Fuar gezisiyle devam edersek, geziye, damgasını vuran enstantane, Erdoğan’la Putin’in (‘Sovyet dondurması’ olarak da bilinen) plombir dondurması yemesiydi. Erdoğan "Benim parayı da veriyorsun değil mi?" diye sorunca, Putin "Tabii ki ödüyorum" dedi, "misafirimizsiniz". İdlib’in bedelini kimin ödeyeceği sorusu ise havada asılı kaldı.
İdlib’deki operasyonlara ‘Türkiye destek veriyor’
Fuarın ardından yapılan ikili görüşmede ise, Erdoğan’ın İdlib’i gündemin merkezine oturtma çabasının pek başarılı olamadığı, takip eden basın toplantısında seziliyordu. Zira Putin’in konuşması, her zamanki gibi ‘büyük resim’ üzerineydi. Türkiye-Rusya ikili ilişkilerinin pek çok boyutuna değindi, askerî işbirliği, kültürel işbirliği, 2020’nin Türkiye-Rusya diplomatik ilişkilerinin 100. yıldönümü olması, Rus turistlerin Türkiye’yi sevmesi, vize rejimi vd. İdlib ise bütün bu konular yelpazesi içinde, kısaca değinilen bir konudan ibaret kaldı.
Putin’in açıklamasında İdlib üzerine söylenenler şundan ibaretti:
"Hem Türk ortaklarımız, hem de biz, İdlib gerilimi azaltma bölgesindeki durum hakkında ciddi anlamda endişeliyiz. Teröristler, Suriye hükümeti ordu pozisyonlarını bombalamaya ve Rus askerî tesislerine saldırmaya çalışmaya devam ediyorlar. Gerilimi azaltma bölgesinin militanlar için bir sığınak olmaması ya da yeni saldırılar için bir köprü başı rolü oynamaması gerektiğinde hemfikiriz. Bu bağlamda, Türkiye Cumhurbaşkanı ile birlikte, İdlib’deki terörist mevzilerini etkisiz hale getirmek ve hem bu bölgedeki hem de Suriye’deki durumu normalleştirmek için ek tedbirler belirledik."
Erdoğan ise konuşmasında İdlib’de tesis edilen "huzuru" rejimin bombalamalarının bozduğunu anlattı. Ateşkesi kimin bozduğuna dair bütün tartışmalar bir yana, El Kaide yönetimi altında nasıl bir huzur olabilir? Ve Türkiye ordusunun gözlem noktaları, El Kaide’nin yönettiği bir bölgeyi neden korumaya almaktadır?
Putin’in "teröristlere karşı ortak tedbir" vurgusundan anlayabildiğimiz kadarıyla, İdlib’de Suriye ordusunun bundan sonraki ilerleyişi Türkiye bir şekilde 'razı' edilerek yapılacak. Aksi halde ise, Erdoğan Rusya’dan döndükten hemen sonra gerçekleşen 8 ve 10 numaralı gözlem noktalarının bombalanması gibi saldırılar sıklaşacak. Neticede, AKP’nin yeni-Osmanlıcı siyaseti İdlib’de bir kez daha iflası yaşayacak gibi görünüyor.
Türkiye’nin girişimi ve arabuluculuğuyla önce Halep’ten, Dara’dan ve Doğu Guta’dan çıkartılarak otobüslerle İdlib’e sevk edilen cihatçı grupların, nihayet burada da barınamayacakları aşikâr hale geliyor. Peki bu durumda, AKP hükümeti, sürekli verdiği sözleri çiğneyen ve adeta Türkiye’yi ateşteki kestaneleri almak için kullanan Rusya ile ikili ilişkilerini neden geliştirerek sürdürmek istiyor?
Erdoğan Türkiyesi ile Putin Rusyasını bağlayan ne?
Türkiye dış politikası, AKP hükümetinin neo-Osmanlıcı doğrultusuna saplanmış durumda. Bu, bir nevi Türk emperyalizminin inşası projesi. Osmanlı nostaljisi, Türk yayılmacılığının tarihsel gerekçesi olarak sunuluyor. Lozan’ın çizdiği sınırları yetersiz gören AKP, kendisine Osmanlı sınırlarını lebensraum belliyor. Türk tekelci sermayesi de bu askerî emperyalist yönelimi açıktan destekliyor. Ordunun postalını bastığı her toprak parçasında yeni pazarlar, yeni olanaklar görüyor.
Ancak halihazırda dünyanın sıkı sıkıya paylaşılmış olması, yeni emperyalist güçlerin ortaya çıkmasını etkin biçimde engelleyen bir durum. Ancak bir yeniden paylaşım talebi söz konusu olabilir. Emperyalist dünya düzeninde, yeniden paylaşım talebinin anlamı ise savaştır.
İşte AKP iktidarı, bu yeniden paylaşım talebini bölge düzeyinde dile getirirken, Rusya ise dünya çapında dile getiriyor. Her ikisi de ekonomik bakımdan çok güçlü değil. Ama her ikisi de asker-millet kültürüne sahip. Karasal imparatorlukların mirasına dayanıyorlar. Rusya küresel bir askerî emperyalist güç konumunu elde etmişken, Türkiye ise henüz bir bölgesel emperyalist güç olamadı. Bunun için elindeki askerî imkânlar yetersiz. Çünkü TSK bir NATO ordusu ve teknolojik bakımdan hemen tamamen, ABD’ye ve Almanya’ya bağımlı. Bunlar ise, emperyalist dünya sisteminin mevcut hiyerarşisini savunan güçler. AKP iktidarının yeniden paylaşım ve yeni Osmanlıcılık siyasetine kendi çıkarları çerçevesinde geçit vermiyorlar.
Öyle ise, bir Türk emperyalizmi, ancak Rusya’nın sağladığı silahlar ve Çin’in ekonomik desteği ile mümkün olabilir gibi görünüyor. Fakat Batı bloğundan koptuğunda, Türkiye mevcut ekonomik gücünü dahi sürdürebilir mi, orası da ayrı bir muamma. (Hele de ABD’nin gözü dönmüş ekonomik yaptırımları döneminde.) Bu yüzden de AKP iktidarı, bir ayağını NATO bloğuna sıkı sıkıya basarken, diğer ayağıyla da esneyebildiği kadar Rusya-Çin bloğuna meylediyor.
İşte AKP iktidarını, sahada (Suriye, Libya vd.) planlarını sürekli engelleyen, Doğu Akdeniz’de doğalgaz arayışında desteklemeyen Rusya ile yan yana getiren budur. Rusya, Türkiye’yi NATO bloğundan mümkün olduğunca uzaklaştırmak ve aradaki çatlakları büyütmek için Türkiye’ye her türlü askerî teçhizatı uygun fiyattan satmaya hazır. Ama bu, sahadaki her somut durumda Türkiye ile çıkar çatışmasına düşmeyeceği ve AKP iktidarının neo-Osmanlıcı yönelimini destekleyeceği anlamına da gelmiyor. İşte Erdoğan’ın İdlib’i konuşmaya gittiği Rusya’da askerî havacılık fuarında ağırlanmasının arka planı budur.