Enver Topaloğlu
‘Dünya Denen Defter’de Turgay Kantürk’ün ‘Parlayan’ şiirleri - 1
Modern Türkçe şiirde artık benimsenmiş, yerleşmiş ve hatta geleneği oluşmuş eğilimlerden biridir. Şiiri az sözcük kullanarak; biçimsel açıdan boyunu kısaltırken sözün gücünü, derinliğini, genişliğini, yoğunluğunu arttırmayı amaçlayan bir yöntemle, üslupla yazmak. Bu eğilimin salt bir biçimsellik olmadığını bilhassa kaydedelim. “Şiiri” diyor Ahmet Oktay, “bir biçim sanatı olarak tasarlamak ya da tanımlamak, onu bir içerik sanatı olarak da tanımlamaktır. Biçimi olmayan hiçbir öz ve vice versa; özü olmayan biçim yoktur.” Kısaca biçim aynı zamanda içeriktir.
Şiiri en temel birimine indirgeyen, az sözcükle yazma anlayışının tarihsel açıdan bakıldığında modern şiirin sembolistlerden devraldığı bir miras olarak değerlendirilebilir. Tabii Uzakdoğu’nun bilhassa Japonya’nın, geçmişi bir hayli gerilere giden, başta haiku olmak üzere şiir kültürü içindeki az sözle çok şey anlatma geleneğini de göz ardı etmemek gerekir.
Modern Türkçe şiirde az sözcükle yazarak çok şey anlatma eğiliminin başlangıcı olarak Ahmet Haşim düşünülebilir belki. Çünkü şiirde “dolgu” amacıyla ve şairane niyetlerle fazlalık oluşturan, yersiz, gereksiz, safra niteliğindeki sözcük kullanımına, romantizm döneminden kalan bu “kötü şiir” alışkanlığına ilk tepkiyi gösterenler sembolistler olmuştur. Ama modern Türkçe şiirde, bu yöndeki asıl ilkeli girişimi bir manifestoyla başlatan Garip’tir. Modern Türkçe şiirde sözcüğü azaltarak sözün yoğunluğunu arttırma yönündeki adım Garip dalgasıyla görünür, bilinir hale gelmiştir. Öte yandan az sözcükle çok söz söyleme anlayışı Garip dalgasının poetik açıdan omurgasını oluştursa da dalganın etkisinin sürdüğü dönemde uygulamada şiiri geri plana atan örnekler çoğalmıştır.
GARİP DIŞI ÇİZGİ
Garip dalgasının dışında kalan, Garip’in şiir anlayışını benimsememekle birlikte aynı dönemde şiir yazan ve sözcüğü azaltıp merkezine anlatıyı alan, sözü bu anlayışla yoğunlaştırmayı benimseyen başka şairler de olmuştur. Daha sonraki süreçte modern Türkçe şiirde bu biçimsel ve biçemsel geleneğin temsilcileri olarak Asaf Halet Çelebi, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Necatigil, Sabahattin Kudret Aksal gibi isimler ön plana çıkar. Daha yeni kuşaklardan bu çizginin temsilcilisi olarak Sina Akyol’u örnek gösterebiliriz. Süreyya Berfe’de de benzer bir eğilimin izleri sürülebilir. Sina Akyol dedik madem, 19 Şubat 2022’de yitirdiğimiz şairi bir şiirinden tadımlık bir örnekle selamlayarak devam edelim: Alınıtımız “Su Tadında” başlıklı şiirden:
Çoğaltarak beni, yan yana
geçtiler, tuhaf bir tıpırtıyla
giden sürü
uzakta, bir çizgi olunca,
yazdım erken
başlayan günü:
Mavidir
diye yazdım.
Yakın zamanda, Ocak 2024’te sonsuzluğa uğurlanan Süreyya Berfe’yi de bir şiiriyle analım. Şairin 2022’de yayımlanan son kitabı “Yavaş Yavaş Bilemiyorum”da yer alan “Şiir Çalışmaları”ndan bir betik sunuyoruz:
Sisi küçümsemeyelim
Az mı sanatçı hediye etti
Bu dünyaya
Şiirde az sözcükle anlatıya ve sözün yoğunlaştırılmasına odaklanılması, aslında şiirin biçimsel yönden boyunun çok da önemli olmadığı kabulüne dayanır.
Şiirin uzunluk kısalık meselesine daha önce, kısmen de olsa değinmiştik. Konuyla ilgili olarak Poe’nun “Uzun şiir yoktur” savının önemli olduğunu belirtmiştik. Şiir uzadığında şiir olmaz, olmuyor çünkü. Daha doğrusu şiirin uzunluğu dizelerle, sayfalarla belirlenmiyor. Şiir uzayınca şiir olmuyorsa ne oluyor denilebilir. Homeros’un destanları “İlyada”, “Odysseia” şiir değil midir? Ya da “Memleketimden İnsan Manzaraları” nedir?
Söz konusu yapıtlar yerleşik, kanıksanmış şiir tanımlarını aşan örneklerdir. Ama bu tarz metinlerin aştıkları da, taştıkları da şiirdir. O nedenle de şiir değildir deyip geçemiyoruz. Çünkü bugünün değerleriyle yaklaşıldığında bu metinlerin de şiirin yelpazesi içinde kaldığını reddetmek çok da mümkün değil. Öte yandan şiir olarak tanımlanan her metin, anlatısıyla birlikte içkin bir ölçü ve denge oluşturur. Olumsuzlanan manada uzun şiir, anlatının metnin oluşturduğu ölçü ve dengeyi bozacak biçimde uzatılması durumunda ortaya çıkar.
KANTÜRK’TEN İKİ KİTAP BİRDEN
Seksenli yıllarda şiire başlayan ve genel olarak modern Türkçe şiirde az sözcükle yazan şairler zincirinde yer alan, günümüzün dikkat çeken şairlerinden biri de Turgay Kantürk’tür (1961).
Kantürk’ün, yılın ilk ayında (Ocak 2024) eşzamanlı olarak iki kitabı birden yayımlandı. Muzipçe bir ifadeyle şaire iki kitap birden inmiş de denilebilir.
Bilindiği kadarıyla modern Türkçe şiirin belleğinde yer alan benzer bir örnek yok. Cemal Süreya’nın son iki kitabı, “Sıcak Nal” ve “Güz Bitiği” var. Onlar birer gün arayla, 31 Mart ve 1 Nisan 1988’de yayımlanmıştı. Bundan başka şairlerin, genellikle toplu ya da bütün yapıtlarının içinde, daha önce yayımlanmamış yapıtlarına yer verildiği örnekler söz konusu. Ama iki kitabın aynı zamanda, ayrı olarak yayımlanması alışıldık bir durum değil. Bir yanıyla riskli de bir girişim. Risk yalnızca alışılmamışın gerçekleştirilmesinde değil elbette. Alışkanlık dışı her girişim risklidir.
Eşzamanlı olarak yayımlanan iki şiir kitabının zaman içerisindeki yolculuğu süresince birinin diğerini gölgede bırakması gibi sonuçlar oluşabilir. İki kitaptan birinin öne çıkması, diğerinin hak ettiği ilgiyi görmemesi, gözden kaçması arzulanan bir sonuç değildir elbette. Ancak riski göze almak da şair cesaretidir. Şiirin bizzat kendisi risk değil midir? Dilin rüyasını şiir olarak anlatmak daha mı az risklidir. Şiir ve cesaret konusuna döneceğiz.
KIRK BEŞ YILIN BİRİKİMİ
Şiir yolculuğu kırk beş yıla yaklaşan Turgay Kantürk’ün daha önce okurla buluşan şiir kitapları şunlar: “İlk Gibi Son” (1991), “Siyah Eşya” (1994), “Ay İçin Küçük Şeyler” (1996), “Öteki Sahne” (1996), “Göl Felaketleri” (1997), “Alfabe Meleği” (1997), “Tuzak Kitap” (2000), “Övgüler Kitabı” (2019).
Kantürk’ün Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan kitapları “Parla&Yan” ve “Dünya Denen Defter: 100 Küçük Şiir” adını taşıyor. Her iki kitabın kapak ve iç tasarımı tasarımcı Savaş Çekiç’e ait. Kitaptaki şiirlerin yazıldığı tarih kapakta özellikle belirtiliyor. Buna göre, yani yazılış sırasına göre birincilik “Parla&Yan”da. Çünkü “Parla&Yan” (ya da “Parla ve Yan”) 2019 ila 2021 yıllarında yazılmış şiirlerden oluşuyor. “Dünya Denen Defter: 100 Küçük Şiir” ise şairin kaleminden 2021 ila 2022 yıllarında çıkmış şiirleri kapsıyor. Bu tarihler önemli, çünkü şiirlerin odaklandığı “meseleye” ilişkin ipucu sunuyor.
DÖNEM ŞİİRLERİ
Kantürk’ün her iki kitabı için de “dönem şiirleri” ifadesini kullanmak mümkün. Tarihlerin bu amaçla belirtilmiş olduğu söylenebilir. Şiirlerin yazıldığı tarihlere, kitabın adıyla birlikte hem kapakta, hem içerideki sayfalarda yer verilmesi de bu yorumu güçlendiriyor. Yeri gelmişken belirtelim. Modern Türkçe şiir, belli dönemleri sorunsallaştıran şiirlerden oluşmuş şiir kitapları açısından çok da varsıl değil. Bu anlamda “dönem şiirleri” pek yazılmıyor denilebilir.
Şairin çağına tanıklık ederek yazmasından farklı bir yönelimden söz ediyoruz.
Kitapların kapağında yer verilen tarihler ne anlam ifade ediyor? Öncelikle belirtmek gerekir ki şiirlerin yazıldığı tarihler uzak geçmişten değil. Aksine, bir hayli yakın dönemi içeriyor. Söz konusu olan bizzat yaşayarak tanığı olduğumuz zaman kesiti. Bu dönemle ilgili “ne olmuştu” gibi bir soruya bugün için bizim karşılık vermemiz zor değil. Ama daha sonraki zamanlar ve kuşaklar için sorunun karşılığı arka kapakta yer alan yazıda veriliyor. Yazıda şairin “Bir alev topu gibi parlayıp yok olan günlerimizin, yaşamımızın uzun bir dilimini yoksullaştıran salgın belasından derin izler taşıyan, kara bulutlarla çevrili tutsak ve yalnız geçen saatlerimizin ıssızlığına” tanıklığını kayda geçirdiğine değiniliyor.
Turgay Kantürk’ün, yirmi birinci yüzyılın henüz başında insanlığın başına bela olan pandemi günlerinde, karantina ve tecrit sürecini de kapsayan anlara dair şiirlerin toplamından oluşan kitabı otuz dört şiirden oluşuyor. Kitap seksen sayfa ve sayıyla belirtilen iki bölüme ayrılmış.
TASARIMIN TASARIMI
Kitabın bir tür “tasarımın tasarımıyla” sunulduğunu da ekleyelim. Kapak ve iç tasarımı yapan Savaş Çekiç’in ilk sayfada yer alan “Tasarımcının Notu” başlıklı yazısı bu açıdan önemli. Çekiç, “tasarımın tasarımı” olarak tanımladığımız müdahalesiyle şiirleri başka bir perspektiften okumayı sağlayacak imkân yaratıyor. Bunda Savaş Çekiç’in, tasarımcı olmanın yanı sıra “sıkı” bir şiir okuru olmasının da elbette payı var.
Çekiç’in notunu okuyalım: “Turgay Kantürk’ün Parla&Yan adıyla kitaplaştırdığı şiirlerin sayfalara yayılışı, şiir kitaplarında genelde rastladığımız türde, başlık ve kıtaların belli bir düzende birbirini takip ettiği, soldan bloklu, sağda serbest biçimdeydi. Öyle tasarladım önce, sonra vazgeçtim. Kantürk için ve onunla birlikte bugüne dek tasarım bakımından bir önermesi olan, deneysel nitelikte pek çok kitap, afiş, dergi vb. türde iş ürettim. Bu kitapta da pek rahat durduğumu söyleyemem! Bu seferki tasarımsal önerme ise tamamen tipografik istif temelinde şekillendi. Sayfalardaki boş alanları (nefes adına) şiirin içine katmak istedim. Sayfa düzenini oluşturan her şeyin yerini sürekli değiştirdim. Bu benim müdahalem oldu. Yazarın bir suçu yok, her şeyi üstleniyorum.”
Bu arada Savaş Çekiç’in müdahalesine “tasarımın tasarımı” deme nedenimizin, şiirin zaten başlı başına bir tasarım olduğu düşüncesinden kaynaklandığını da belirtelim.
Çekiç’in yaptığını, şiirin tasarlanmış bir yapıt olduğuna dikkat çekilerek okura farklı bir okuma deneyimi sunması yönünden de önemli buluyoruz.
Kitabın ilk bölümünde yer alan “Ucu” başlıklı şiirden bir alıntıyla devam edelim:
çatlaktan
sızarak
akıyorum
sokaklara
sanki
sabah
olmuş
gibi
kandırıyorum
gözlerimi
bıçakla
kesiyorum
sisi
elimdeki
pulları
denize
atıyorum
üşümesin
artık
balıklar
Yazının başında riskten söz etmiştik. Savaş Çekiç’in tasarımcı olarak “tasarımın tasarımı” dediğimiz müdahalesi de son derece riskli. Ama şairin kitabın ilk bölümünde yer alan on üç şiirinden on ikisindeki biçimsel tercihi de daha az riskli değil. Biçimsel tercih diyoruz, ama daha önce de belirtmiştik. Biçim şiirde içerikten bağımsız olarak düşünülecek bir unsur değil.
Devam edeceğiz.
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.