duruşuna kurban!

muhalif olmak kimliklerden bir kimlikse, duruş son derece kullanışlı tabii. afili bile demek mümkün!

kimlik siyaseti nereden baksanız, bir yirmi yıldır gündemimizde. bu akımı temelde iki biçimde anlamak mümkün. birincisi, farklı kimliklerin varlıklarını fark etmeleri/ettirmeleri, kendilerini ifade edebilmeleri ve birlikte, bir arada var olabilmeleri için yürütülen siyaset. benim de benimsediğim ikinci yaklaşım ise, ezilen ve sömürülen ama daha önce adı sanı pek anılmayan toplumsal kategorilerin, bu baskıdan kurtulmak için verdikleri mücadele.

kimlik siyasetine dair bu iki yaklaşım geçtiğimiz yıllarda, bu politikayı hiçbir biçimini benimsemeyen akımlar da dahil olmak üzere hemen her siyaseti etkiledi, dolayısıyla bu iki yaklaşımın da türkiye muhalefeti üzerinde olumlu ve olumsuz birçok sonucu oldu.

olumlu etki tabii ki farklı ezilen ve sömürülen kesimlerin kendi hareketlerini oluşturması oldu. bu bizim eşitlik, özgürlük ve adalete biraz daha yaklaşmamızı sağlamanın yanı sıra muhalefetin alanını genişletti.

en önemli olumsuz etki ise, muhalif olmanın bir kimliğe tevil edilmesi hatta indirgenmesi oldu, bence. bugün artık mutlak olmasa da çok yaygın bir biçimde, muhalif olmak, politik tercihlerden bağımsız olarak, bir faaliyet alanı değil, bir hayat tarzı, teorik ve ideolojik bir pozisyon olarak algılanıyor. benzer mekânlarda sosyalleşen, politik etkinliklere katılsın katılmasın, siyasete dair tartışmalarda belli bir "safta" yer alan, benzer şakaları yapan insanlar...

işte "duruş"un, bu kadar önemsenen bir kavram olarak hayatımıza girmesi de bu sürecin bir parçası oldu. 

burada büyücek bir parantez açayım: insanlık tarihi, benliklerini, düşüncelerini inkâr etmemek için gözünü kırpmadan canını veren insanlarla dolu. belki tek bir nedâmet sözcüğüyle kurtulacakları darağaçlarında, son nefeslerinde, "yaşasın enternasyonalizm!" diyenler mesela. kendilerine onlarca yıl ceza verecek mahkemelerde, görüşlerini, eylemlerini savunanlar…

ama şunu hatırlatmak isterim: mesele o andan ibaret değil, mesele o an da değil, mesele insanı oraya taşıyan mücadele süreci!

tabii bugün "duruş" terimi, bu türden, bireysel dahi olsa, kolektif bir mücadeleyle ilgisi olan tutumlar için bile kullanılmıyor. bugün "duruş" ağırlıklı olarak, herhangi bir tartışmada, argümanları sağlam olmasa bile, bazen -hatta genellikle- boş bir güvenle, pozisyonunda ısrarlı olmak anlamında kullanılıyor. son derece yanlış bir tutumun bir övgüyle ödüllendirilmesi! kürtlerin, "buğdaysız başaklar dik olur" dediği türden bir hâl. 

"duruş" son derece konforlu, toplu durulduğunda bile kişiye bireysel bir şıklık sağlıyor.

ama bizim harekete ihtiyacımız var; zaman zaman düşüp kalksak da, üstümüz başımız kirlense de, belli bir şeyler yapıp sonuç almamız, bir değişime yol açmamız gerekiyor! (bile bile çamurla oynamaktan bahsetmiyorum, tabii.)

muhalif olmak kimliklerden bir kimlikse, duruş son derece kullanışlı tabii. afili bile demek mümkün! benzer duruşta olanlar bir topluluk oluşturur, onların arasında, sorumluluğunu yerine getirmenin ve hiç yanlışa düşmemenin verdiği iç huzuruyla yaşar gider insan.

ama ne dünya ne de memleket böyle değişir! siyaset matematik değil, içler dışlar çarpımı birbirini tutmaz, her duruma tarihten bir muadil seçerek doğru tutum bulunmaz, doğru tutum dediğin şeyin anlamlı ve işlevli olmasına, her zaman gücün yetmez.

ve eğer bir değişime yol açmayacaksa, siyasetle uğraşmanın anlamı yok, dünyada hakkında okunacak, üstünde tartışılacak çok daha ilginç konular var.

diğer yandan, hareketin, eylemin, etkinliğin değişimin değil, birlikte durmanın bir vesilesi olarak araçsallaştırılması da "duruş" kadar beyhude bence.

o yüzden, nerede ve ne kadar dik durduğumuzu bir kenara bıraksak, yaptıklarımızın sonuçlarını değerlendirsek çok daha iyi olacak. hiçbirimiz durumun parlak olduğunu iddia etmiyor ve aynı şeyi yaparak farklı sonuç beklemek de… yani bu kadar teori, tarih bilgisi, tartışma falan boşa mı dedirtiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi