Celal Başlangıç
Erdoğan cehennemin kapısını açtı, ilk düşen muhalefet oldu!
Suruç’ta patlayan, Kobane’deki çocuklara kitap, boya kalemi, oyuncak götüren sosyalist ve anarşist gençleri hedeflemişti.
Ülke tarihinin kara sayfalarına 20 Temmuz 2015’te yazılan bu katliamda 30’dan fazla genç bir canlı bomba tarafından paramparça edilmişti.
AKP’nin ağır bir yenilgi aldığı, Meclis’te çoğunluğu kaybettiği, HDP’nin tarihinde ilk kez yüzde 10’luk barajı aştığı 7 Haziran 2015 seçimlerinin üzerinden yaklaşık 40 gün geçmişti.
Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, CHP ile göstermelik bir koalisyon görüşmeleri yapıyordu Suruç’ta bombanın patladığı sırada.
Haberi alır almaz Suruç’a ulaşmak için İstanbul’dan Diyarbakır’a uçup karayoluyla Urfa’ya doğru yola çıkmıştım.
Bir yandan da saldırının kim tarafından, niye yapıldığına ilişkin bir analiz yazıp Cumhuriyet’e göndermiştim daha Suruç’a varmadan.
Katliamla aynı gün Cumhuriyet’te yayınlanan “IŞİD savaşı artık Türkiye’ye taşıdı“ başlıklı yazı şu cümleyle bitiyordu:
“Sonuç olarak diyebiliriz ki, IŞİD, Suriye’de ‘vekaleten‘ yürüttüğü savaşı artık Türkiye topraklarına taşımış, iyice köşeye sıkışmış AKP ve Erdoğan için erken seçim kampanyasını Suruç katliamıyla başlatmıştır.“
Daha o günlerde 1 Kasım’da yapılacak erken seçimin sözü bile edilmiyordu. Ama bizim açımızdan iktidarın sahneye koyduğu kanlı oyunun amacı ayan beyan görünüyordu.
Nitekim de öyle oldu. 20 Temmuz’da yaşanan bu katliamdan yaklaşık bir ay sonra, 26 Ağustos tarihinde, 1 Kasım’da erken seçime gidilmesi kararını verdi Erdoğan.
Ancak her zaman olduğu gibi, yaşanan kanlı ve karanlık süreç 20 Temmuz’da Suruç’ta patlayan bombayla sınırlı değildi. Hem öncesi hem de sonrası vardı 7 Haziran – 1 Kasım seçimleri arasında yaşanılanların.
7 Haziran öncesinde HDP’nin Adana ve Mersin il binaları ile Diyarbakır mitinginde kitlesel bir kırım hedeflenmiş, ancak “vekalet savaşı“ yürüten IŞİD amacına ulaşamamıştı. Parti binalarında amaçlanan katliamlar tesadüfen bertaraf edilmiş, HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlatılan bomba da partililerin ve katılımcıların gösterdiği büyük bir soğukkanlılıkla atlatılmıştı. Bu katliam girişiminde beş can yitirilmişti.
Ancak 20 Temmuz’da Suruç’ta patlatılan bomba Türkiye’yi erken seçime götürecek sürecin başlangıcıydı. İki gün sonra Suruç’a komşu Ceylanpınar’da iki polis öldürülünce 24 Temmuz tarihinde Ankara, çözüm süreci nedeniyle duran çatışmaları yeniden başlatarak Kandil’i bombalatmıştı.
İşte bu Türkiye’yi 1 Kasım erken seçimlerine kan revan içerisinde götürecek sürecin başlangıcıydı. Herkesin bildiği gibi arkası da gelecekti…
Ülkeyi yeni bir seçime götürecek süreci yaşadığımız günlerde tansiyon hızla yükselirken, herkes 7 Haziran-1 Kasım arasında yaşanılan o uğursuz günlerin ne zaman geleceğini merak ediyordu. Daha doğrusu böyle bir kanlı sürecin başlamasından endişe ediyordu.
İşte 13 Kasım’da İstiklal Caddesi’nde patlayan ve altı kişinin ölümüne yol açan bomba, yaşanılacak kanlı seçim sürecinin “başlama vuruşu“ oldu.
10 gün önceki patlamadan sonra Artı Gerçek’te yayınlanan yazımızda ortaya koyulan oyunun çok acemice olduğunun, senaryoyu dillendiren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun da inandırıcılığının kalmadığının altını çizmiştik:
“İlk bakışta bombalı saldırıyla ilgili iki temel kuşku gündeme geliyordu.
Birincisi, bütün kötülükleri Kürtlerden bekleyen ırkçı kafaların aklına ilk gelen ‘PKK yaptı‘ klişesiydi.
İkincisi ise, Türkiye’nin seçim sürecine girmesiyle birlikte AKP’nin kaybettiği 7 Haziran-1 Kasım 2015 seçimleri arasında yaşanan kanlı ve karanlık sürecin iktidar tarafından tekrar yaşatılacağını bekleyenlerin ‘tamam işte, başladı‘ tepkisiydi.
Suriye’den dönen Bakan Soylu ayağının tozuyla yaptığı açıklamada bombalı saldırıyı PKK/PYD’nin yaptığını, bombacının Kobane’de eğitim alıp Afrin’den yasadışı yollarla Türkiye’ye girdiğini söylüyordu.
Ancak bu çok acemice yazılmış, kötü bir senaryoydu. Daha çok Saray’dan beslenen televizyon kanallarında yayınlanan abuk sabuk dizilere benziyordu.“
Sonuç olarak, İstiklal Caddesi’nde patlayan bombadan bu yana geçen süre, Bakan Soylu’yu doğrulamadı, hatta net biçimde yalanladı.
Çünkü patlayan bombada PKK/YPG’nin izine rastlanamadı. Hatta tam aksine elde edilen bulgular Türkiye’nin himayesi altında besleyip büyüttüğü Özgür Suriye Ordusu’na bağlı cihatçı grupları işaret ediyordu.
Zaten bombayı caddedeki banka koyduğu iddia eden kadının bütün ailesi neredeyse IŞİD savaşçısı, ÖSO komutanı çıktı.
Bakan Soylu, bombayla ilgili olarak bırakın PKK’yi ya da YPG’yi, herhangi bir Kürdü bile işaret eden belge koyamadı ortaya.
Suriye Demokratik Güçleri’nin komutanı Mazlum Kobani‘nin, Al Monitor’den Amberin Zaman’a anlattıkları, patlamayla ilgili olarak Saray iktidarının Türkiye halklarına söylediği yalanı çok net biçimde ortaya çıkardı:
“Bombayı yerleştirdiği için tutuklanan kişinin (Ahlam Albashir) üç kardeşi de IŞİD için savaşırken öldü. Biri Rakka’da, diğeri Münbiç’te, üçüncüsü ise Irak’ta.“
Mazlum Kobane’ye göre Albashir’in kardeşlerinden biri de şu anda Afrin’de Türkiye’nin desteklediği Esad karşıtı muhalif gruplardan birinde komutan.
“Bu kadın üç farklı IŞİD savaşçısıyla evliydi ve ailesi Halep’ten“ diyen Mazlum Kobane, saldırının kimin tarafından yapıldığına ilişkin bir de değerlendirme yapmış Amberin Zaman’a:
“Çok araştırma yaptık ve bu saldırının Türkiye’nin kontrolünde çalışan Suriyeli muhalif gruplar tarafından yapıldığı sonucuna vardık.“
Bakan Soylu’nun acemice yazılmış bu senaryosu kimseyi inandırmamıştı ama Saray iktidarı bu yalan üzerinden kafasına koyduğunu yapmaya kararlıydı.
Belli ki şu ana kadar ABD ve Rusya, Türkiye’nin Suriye’deki Kürt bölgelerine bir kara harekatı yapmasına izin vermediler ama havadan bombardımana göz yumdular.
Böylece önümüzdeki seçime kadar nasıl bir süreç yaşayacağımız net biçimde ortaya çıktı.
Daha doğrusu barıştan yana olanların korktuğu başlarına geldi ve Saray iktidarı eğer zamanında yapılırsa Haziran 2023’te gerçekleştirilecek olan seçimin “kanlı senaryosu“nu uygulamaya başladı.
Şu anda Suriye’de işgal edemediği Kürt bölgelerine yeni bir savaş başlatan Erdoğan, özellikle Millet İttifakı’nı oluşturan muhalefet partilerinin de arkasında hizalanmasından güç alarak önümüzdeki sürece ilişkin geniş bir inisiyatif alanı elde etti.
Bu saatten sonra, yaşanılan savaştan alacağı sonuca göre Erdoğan ister zamanında seçim yapar, ister seçimi erkene alır, hatta isterse de seçimi belirsiz bir tarihe erteleyebilir.
Partisinin dünkü grup toplantısında Erdoğan yaşanılacak bu kanlı sürecin haberini veriyordu:
“Tel Rifat, Münbiç, Ayn El Arab (Kobane) gibi çıban başı yerleri bir bir halledeceğiz. Hava harekatlarımızı kesintisiz sürdürürken, bizim için en uygun vakitte karadan da teröristlerin tepesine bineceğiz. O beton tünellerin mezarları haline geleceği günler yakındır.“
Evet, aynen 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasında yaşanılan kanlı ve karanlık sürecin bir benzerini hem sınırlar dahilinde hem de sınır ötesinde yeniden yaşayarak yeni bir seçime gitmenin ya da seçimin tümüyle ortadan kaldırılmasının işaretini vermiştir Erdoğan.
Büyük bir yalan olduğu bir çırpıda ortaya çıkan kanlı bir senaryo üzerinden bir kez daha seçime giderek ya da hiç gitmeyerek iktidarını sürdürmeye kararlı Erdoğan.
Ne yazık ki özellikle Millet İttifakı’nı oluşturan iki büyük parti CHP ve İYİ Parti, büyük bir yalanla ülke halklarına dayatılan bu savaş senaryosunun hemen arkasına hizalanıverdi.
Saray iktidarının açıklamalarını sorgulamak, yalanlarını teşhir etmek, gerçeği ortaya çıkarmak yerine Saray’ın yalanlarına ortak olup “Mehmetçiğin ayağına taş değmesin“ edebiyatına sıvandılar.
Bu sürecin sonunda Erdoğan şimdiden kaybettiği seçimin kazananı; savaş tamtamlarına tempo tutma zafiyeti nedeniyle de CHP ve İYİ Parti muhalefeti de kaybedeni olacak.
Savaş, özellikle de Kürtlerle savaş gündeme geldiğinde sorgusuz sualsiz Erdoğan’ın arkasına hizalanan Millet İttifak bu tutumu nedeniyle Erdoğan’a yeni bir seçim zaferi kazandırmanın eşiğinde duruyor.
Kürt seçmenin büyük bölümünün oylarını alamayacağını çok iyi bilen Erdoğan bu hamlesiyle muhalefete gidecek HDP oylarını da nötralize ederek sandıktan uzak tutmayı amaçlamaktadır. Millet İttifakı’nın bu öngörüsüz tavrı sürdükçe de bu taktiğinde başarılı olma ihtimali yüksektir.
Erdoğan, Suriye’ye yeni bir askeri harekat başlatarak kanlı bir seçim sürecinin başlama vuruşunu yaptı ve cehennemin kapısını ardına kadar açtı.
Ne yazık ki bu tuzağa ilk düşen de “Mehmetçiğin ayağına taş değmesin“ muhalefeti oldu.
Saray’ın kanlı yalanlarına geçit verenler bu tutumlarını değiştirmezlerse ya iki seçim arası bir savaş ya da iki savaş arası bir seçim görürler. Ülkeye dayatılan “savaş rejimi“nin payandası olurlar ancak!