Celal Başlangıç
Erdoğan ‘en az değişim, en az hasar’ peşinde
"İstanbul seçiminde" diye başlıyor söze partisinin grup toplantısında, cümlenin arkası hayli müstehcen geliyor.
"HDP ile yanak yanağa…"
"PKK’yla kucak kucağa…"
"FETÖ’yle arkalı önlü…"
Duyunca insanın önce bir "Hop! N’oluyor" diyesi geliyor. Sonra anlaşılıyor ki siyasi pozisyonları tarif ediyormuş MHP lideri Bahçeli.
23 Haziran seçimlerinden sonra daha kızgın bir Bahçeli çıkıyor karşımıza. "Milli irade"ye bile kızıyor.
Ama haksız da değil hani, çünkü korktuğu başına geldi. Sadece onun değil, önayak olduğu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin en tepesinde bulunan Erdoğan’ın da korktuğu oldu.
Ne diyordu Bahçeli 31 Mart seçimlerinden beş, 23 Haziran seçimlerinden dokuz ay önce:
"Yerel seçimlerde alınacak sonuç, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin oturması ve yürümesi açısından çok önemli. Alınacak kötü sonuç her şeyi ter yüz edebilir. Özellikle üç büyük şehir çok önemli. Buralarda HDP, CHP ve diğer partiler destek verip yerel yönetimleri kazanabilir. Bu olduğu takdirde daha o gece ‘bu sistemin meşruiyeti’ni tartışmaya açarlar. Bu da içinde bulunduğumuz şu geçiş döneminin altüst olması demektir."
Evet, Bahçeli’nin "kötü senaryosu" gerçekleşmiş ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş süreci 23 Haziran itibarıyla altüst olmuştur.
Nitekim CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önceki gün parti grubundaki konuşmasında "Halk tarafsız bir Cumhurbaşkanı istediği mesajını verdi. Tarafsızlık konusunda bir referanduma hazırız. Gelsinler yapalım o referandumu" diye meydan okuyordu.
Hileyle hurdayla da olsa 16 Nisan referandumunda Erdoğan’ın sağladığı yüzde 50’lik desteğin yerinde artık yellerin estiğini çok iyi biliyor Kılıçdaroğlu. 23 Haziran sürecinde yapılan kamuoyu araştırmalarında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne olan desteğin yüzde 40’ın altına düştüğü ortaya çıktı. Halkın yüzde 60’ından fazlası Türkiye’de birinci yılını dolduran bu "tek adam rejimi"ni istemiyordu.
Bu arada Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de iktidarın İstanbul’da hezimete uğradığı 23 Haziran seçiminin ertesi günü tam bir yılını doldurdu.
Erdoğan, 24 Haziran 2018 seçimlerinden önce öve öve bitiremiyordu "Başkanlık sistemi"ni:
"Biz geleneklerimizden de esinlenerek Türkiye’ye yakışan Türk tipi bir başkanlık sistemini devreye sokalım. Bu, Türkiye’ye çok daha hızlı bir şekilde kalkınma fırsatı verecektir."
Hatta 24 Haziran seçimlerden birkaç gün önce "24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz."
Ancak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle geçen bir yıl içinde ne Türkiye hızlı bir şekilde kalkındı, ne faiz ve dolar düştü. Aksine bir yıl içerisinde ekonomi de tepetaklak gitti.
Düşmesi bir yana doların kuru yüzde 22 arttı. Enflasyon bir yılda yüzde 54 artarak yüzde 12,5’ten 18,7’ye çıktı. Bütçe açığı bir yılda 2,7 milyardan 12,1 milyara çıktı. Artış yüzde 583. İşsizlikte de bir yıllık artış oranı yüzde 40.
Gerek iki etaplı seçimlerde Ankara ve İstanbul’un yanı sıra önemli kentlerdeki belediye başkanlıklarını kaybeden Cumhur İttifakı gerekse de ekonomideki tepetaklak gidişin faturasını 23 Haziran’ın hemen ertesinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin meşruluğunun tartışmaya açılmasıyla ödüyor.
Önümüzdeki günlerde bu tartışma daha da yoğunlaşacak. Çok farklı siyasi aktörler de bu tartışmaya kaçınılmaz olarak katılacak.
Daha dün HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, TBMM’ye "demokratik anayasa çağrısı" yaparak içinde bulunduğumuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni "Bir yıldır uydurma bir sistemle yönetiliyoruz" diye eleştiriyordu.
İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Cihan Paçacı partisinin Başkanlık Divanı sonrası yaptığı açıklamada "Temel görüşümüz, çağın ihtiyaçlarına göre güçlendirilmiş parlamenter sisteme bir an önce geçilmesidir. İktidar erkinin, tek bir kişi tarafından ya da yakın akraba ve yandaşlarca değil, anayasal kurumlarca kullanıldığı bir ‘kurallar ülkesi’ olmalıdır" diyordu.
İstanbul hezimetinden sonra yapılan ilk AKP Grup Toplantısı’nda Erdoğan küçük bir değişim sinyali verir gibi yaptı:
"Milletimizin verdiği mesajları görmezden gelerek kulağımızın üzerine yatma lüksüne sahip değiliz."
AKP tabanında bile Erdoğan’dan büyük bir "değişim" beklentisi var. Parti kadrolarında, Bakanlar Kurulu’nda büyük bir değişim bekliyor AKP’liler.
Ancak parti içersinden gelen sinyallerden, Erdoğan’ın grup toplantısındaki genel tavrından ortaya çıkan gerçek ise bambaşka. Görünen o ki partiye ve Bakanlar Kurulu’na yapılacak birkaç küçük makyajla yetinecek Erdoğan.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne dönük tartışmaların önünü daha başından kesmek için kendi yetkilerinde çok küçük değişiklikler yaparak bu tartışmayı sistemde temel bir değişiklik olmadan atlatmak istiyor.
Saray’dan iyi haber alan Yeniçağ Gazetesi yazarı Ahmet Takan dün bize bu konuda önemli kulis bilgileri veriyordu:
"İki çalışma yapılıyor saray bünyesinde. İlki ‘rasyonel parlamenter sistem’ diye adlandırılıyor. Bu çalışmanın tam ortasında TBMM’yi güçlendirmek bulunuyor. Cumhurbaşkanının yetkilerinin de ‘biraz kısıtlanması’ öngörülüyor. Ancak, üniversitelere atamalar, diğer kritik bürokrasiye atama yapmak Cumhurbaşkanına bağlı olacak. Resmiyette partisiyle olan bağı da kesilecek. Böylelikle Cumhurbaşkanı yine güçlü olacak ama yetkilerinin bir kısmını TBMM’ye verecek, milletvekillerinin istifa etmeden Bakanlar Kurulu’na girebilmesi de düşünceler arasında. İkincisi, yarı başkanlık sistemi. Bu sistemde yine Cumhurbaşkanını halk seçecek ama TBMM ve hükümet güçlü olacak."
Erdoğan, Bakanlar Kurulu’ndaki yakınlarını, AKP’de kendine bağlı kadroları yitirmeden, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ndeki sınırsız yetkilerini fazla tırpanlamadan, konumunu kaybetmeden atlatmak peşinde.
Yaklaşan fırtınayı Erdoğan "en az değişim, en az hasar"la savuşturmayı hedefliyor.