Yavuz Baydar
Erdoğan sultasına muhalefetin güçlenmesi, CHP'deki krizin derinleşmesine bağlıdır
Tahminler yanlış çıktı. Referandumun tartışmalı, şaibeli, kafa kafaya sonucu AKP'nin içini karıştırır sanılıyordu, kriz CHP'de patladı.
Gayet sağlıklı bir gelişme.
Bunun için de Deniz Baykal'ı kutlamak gerek.
Bir sabah uyanmış, ve kendisinin yeni bir siyaset mühendisliği için hazır olduğuna kadar vermişti. Kendisinin sıradan bir parti mensubu değil de, kadir-i mutlak bir 'gölge lider' olduğu zannından ilham alarak, 'Abdullah Gül başkan, Ahmet Türk ve Meral Akşener başkan yardımcıları' şeklindeki dahiyane formülünü biz fanilere sunmuştu.
Ve anında, Meral Akşener tarafından röntgen resmi çekilmişti.
Meral hanım, tipik Baykal dolduruşu olan bu hamleye uzaktan mütebessim, hak ettiği cevabı şöyle veriyordu:
''Meşruiyet tartışmalarının bitmediği, hukuk sürecinin devam ettiği bir dönemde bu sonucu kabul edip, meşrulaştırma tavrını çok yadırgadım.''
Baykal, 16 Nisan'dan sonra vakit kaybetmemişti. Partisinin sonuçla ilgili aldığı tavrı filan hiçe sayarak kendisini cansiperane 19 Nisan'da - şaibeli oylamadan üç gün sonra - ortaya atmış, insanlar sokaklarda büyük riskler alarak protesto yürüyüşleri yaparken, Ankara'daki rahat ortamında, daha o zaman şöyle buyurmuştu:
''Maç henüz bitmedi. Daha ikinci devre var. Daha 2019'da görülecek hesabımız var. Maç 2019'da bitecek.''
Baykal sandık şaibeleri ayyuka çıkmışken sonucu meşrulaştırmıştı bile. Neden? Çünkü bu demode siyasetçiye göre siyaset, devletin ara katmanlarında oynanan, halktan, tabandan, gençlerden, kadınlardan, değişen sosyolojiden kopuk bir oyun. Onun ve benzer profildeki siyaset esnafının derdi, devletle arasındaki muhatap, aracı, ulak, getir götürcü, kullanıma açık ilişkilerini sürdürmek. Ebediyen meclis üyeliği.
İşin içine karıştırmaya çalıştığı Abdullah Gül'den gelen cevap da aynen Akşener'inki gibiydi ve daha da ötesine geçiyor, CHP'ye 'siz işinize bakın' demeye getiriyordu.
Aslına bakarsanız, Türkiye'yi saran çürümüşlük krizinin göbeğinde CHP'nin ta kendisi de var. Çürümüş AKP'den en önemli farkı, CHP içinde vicdan ve cesaret sahibi insanların sesini duyurma şansına sahip olmaları.
Daha önemlisi, 'bu parti böyle gitmez' diye düşünenlerin sayıca artması.
16 Nisan, bu bakımdan bir başka kırılma noktasıydı CHP için.
Mukadderdi.
Daha gerilere de gidebiliriz ama gitmeyelim, 7 Haziran'dan beri faşizme giden yolun taşlarının döşenmesinde mevsimlik işçi misali çalıştırılan bir partiden söz ediyoruz.
''Bir 'umut taciri' veya 'oyalama makinesi' olarak CHP.'
Ne Gezi'yi, ne de 17-25 Aralık'ı anladı CHP. Hiç hazzetmediği Gülen Cemaati ve doğru dürüst asla analiz edemediği Kürt Siyasal Hareketi'ne karşı her türlü gayrı-hukuki tedbirler alınırken, her şey baskı düzeni koyulaşsın diye bahane edilirken bakakaldı, dokunulmazlıklarda omurilik felci oldu, 15 Temmuz'da ne idüğü belirsiz bir darbe girişimini sorgulamak ve kendine has bir tavır almak yerine Yenikapı'da stepneliği kabul etti ve gerisi de aynen geldi.
19 Nisan'da 'yenilen pehlivan güreşe doymaz' dedirten Baykal ve üç parti arkadaşı (Haluk Koç, Gülsün Bilgehan ve esasen bir sağcı olan İlhan Kesici) Avrupa Konseyi'nin hukuksuzlukları denetime alma oylamasında, CHP'nin sözüm ona müşteki olduğu AKP hükümetiyle beraber oy kullandılar.
Unutmayalım, CHP'nin pek bir cevval olan 'devletvekili' Umut Oran da ondan bir süre önce Sosyalist Enternasyonal'de, aynen bir MHP'linin yapması gerekeni benimseyip, PYD'nin bu sol şemsiye örgüte üye olmaması için göğsünü siper ediyor, muhtemelen de devletin derinliklerinden kocaman bir aferin alıyordu.
Sözde 'sivil siyasetçiler', bu arkadaşlar.
Ama elbette ki CHP bu aparatcıklardan ibaret değil.
Parti içinde hayli kabarık bir grup, kaç yıldır bir vicdan, hak ve özgürlük savaşımı veriyor. Onların içtenliğinden kuşku duyan da yok.
Yok da, bu parti de böyle bir şizofreniyle sonsuza kadar gidemez.
Bunu da içindeki her klik biliyor.
Selin Sayek Böke'nin başkan yardımcılığından ve parti sözcülüğünden istifası da bu açıdan beklenen bir gelişme.
Baykal, 19 Nisan'da referandum sonucunu meşru kılma amacıyla kendisini ortaya atarken, ve Başkan Kemal Kılıçdaroğlu sandık hilesi açığa çıkınca sokağa dökülen insanlara katılmayacaklarını açıklarken, Böke şunu yazmıştı twitter'de:
''Milyonların oyu çalınmıştır. Gayrımeşru olanı meşru kılacak her türlü siyaseti reddediyorum.''
Milyonların hissine tercüman olan bir mesajdı bu.
Ama aynı sıralarda, partinin robot aparatçikleri, bir yandan atıp tutarken, tek çare olarak YSK, Danıştay, AYM ve AİHM'e başvuruyu gösteriyorlardı. Bu halkla alay etmekten başka bir şey değildi.
O tweet'ine cevaben Böke'ye şunları sormuş, ardından argümanlarımı sıralamıştım:
- · ''YSK diyelim reddetti. Ne yapacaksınız? AYM de reddedecek, aynen 6 Eylül 2014:teki gibi. AİHM en az iki yıl sürecek. Eyy CHP. Ne yapacaksınız?''
- · ''Demokrasi adına demokrasi içinde sert muhalefet en tabii haktır.
- · ''Kriz siyasetiyle beslenip, sürekli çatışma ve düşman icat edene karşı nezaket sökmez. Krize daha büyük bir krizle cevap verilir.''
- · ''Bu referandum yaptırılmayacaktı. Geçmiş olsun. Tek çare erken seçim: CHP TBMM'den topluca çekilmeli.''
· ''Eminim farkındasınız: Türkiye çok sert bir rejime geçiş yaptı. Düşük yoğunluklu legalizm yürümedi, yürümez. Yeni KHK'ler geliyor. Sert oyun, demokrasi kuralları içinde daha sert oyunla bozulur. Tek mesele, CHP samimi ve cesur mu? İşte bunu bilmiyor halkımız.''
· ''O halde, topluca çekilin bu Meclis'ten!''
Meclis'ten çekilme, krizin dip yaptığı bu noktada, partinin vicdanlı kesiminin elbette ki düşündüğü bir şeydi. Bu fikir elbette ki sadece bana özgü değildi.
Ama, öyle bir parti ki CHP, içindeki aparatçik kesim mesela HDP'nin atılmasına gizlice onay verir, ama iş halkın yanında yer almak adına topluca istifaya gelince, milletvekili maaşları, avantajlar ve 'önemli insan' durumları ağır basar. O yüzden, Böke o günlerde çıkıp pek çok arkadaşının gönlünde yatan sine-i millet niyetini açığa vurunca, birkaç saat geçmeden aparatçiklerden cevabını almıştı:
Hayatta olmaz!
Ve Selin hanım kendisine, itibarına yakışanı yaptı ve görevinden çekildi.
Gerçekleri bir kez daha paylaşarak:
"16 Nisan'da Türkiye'de seçmenlerin en az yüzde 50'si tek adam rejimine karşı çıkmış, ancak gayri hukuki yollarla bu irade gasp edilmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi'ne düşen görev, gayrimeşru olanı meşrulaştırmamak ve ortaya konan bu demokrasi iradesini Türkiye gerçeğine dönüştürmek için halkla birlikte siyasi mücadele vermektir. Referandumun gayrimeşru sonucunu kabullenerek hedefler ve politikalar oluşturmak, demokrasiye ve her şeyden önce demokrasi iradesini ortaya koymuş milyonlara haksızlıktır. Demokrasinin yaşatılabilmesi için Mecliste verilen mücadelenin rejim değişikliğinin yeni koşullarına göre yeniden tarif edilmesinin yanısıra, meclis dışında meşru demokratik anayasal hakların kullanımını savunmak, desteklemek ve bu hakların kullanımına ortak olmak CHP'nin görevinin bir parçası olmalıdır. Bu görevin gerekleri partinin karar organlarında ısrarla dile getirilmiş olmasına rağmen, atılması gereken adımlar 16 Nisan gecesinden başlayarak gereken siyasi kararlılık ve netlikle atılmamıştır. Öte yandan, Hayır iradesini temsil eden en güçlü siyasi aktör olması gereken CHP'ye hakim olan yönetim anlayışı, demokrasi paydası etrafında birleşen milyonların sesini güçlendirmek yerine parti içi demokrasiyi ve kurumsal yapıyı tartıştıran tutumlar sergilemiştir. Sosyal demokrat bir partide, parti yönetimlerinin görevi parti kurullarına siyasi ve disiplin kararlarını dayatmak değil, partideki farklı fikirleri sağlıklı bir biçimde karar süreçlerine dahil etmek ve parti kurullarını etkin çalıştırmaktır.''
*****
Neydi Böke'yi bu noktaya getiren?
Duvar'da çıkan analizden okuyalım:
''CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun böylesine kritik bir referandumu Genel Merkez’de değil evinde izlemeyi tercih etmesi bazı parti yöneticilerini rahatsız etmişti. CHP yöneticileri o gece saat 19.00’a kadar yaptıkları açıklamalarda Anadolu Ajansı’nın sonucu manipüle ettiğini, ‘hayır’ın kazanacağını söylediler. Ancak Yüksek Seçim Kurulu’nun mühürsüz oy pusulası ve zarfları geçerli kabul etmek yönündeki kararıyla sonuç kesinleşince Sayek Böke birkaç kez Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu aradı, kendisinin Genel Merkez’e gelmesinin iyi olacağını söyledi ama çağrısına olumlu yanıt alamadı. Aralarında Selin Sayek Böke’nin de bulunduğu bir grup CHP yöneticisi, sonucun meşru olmadığını, bunun için derhal harekete geçilmesi gerektiğini düşünüyordu. Kılıçdaroğlu saat 21.00 sıralarında geldiği Genel Merkez’de kameraların karşısına saat 23.00’te, Başbakan Yıldırım ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın zafer konuşmalarının ardından çıktı ve adeta tansiyonu düşüren bir açıklama yaptı.
Selin Sayek Böke’nin istifasının ardından konuştuğumuz kendisine yakın isimler şu hatırlatmayı yaptılar: "Selin Hanım’ın ne Baykal’la ne Sağlar ne de İnce ile birlikte hareket etmesi söz konusudur. Kendisi bir süredir dile getirdiği rahatsızlıklarıyla artık o makamda oturamayacağını anladı ve vicdanının sesini dile getirerek istifa etti."
Sayek Böke’nin istifasının zamanlamasına gelince… Selin Sayek Böke, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile baş başa görüşmek için daha önce randevu istedi, ancak Kılıçdaroğlu kendisine bugüne (cumartesi) randevu verdi. Kılıçdaroğlu’nun istifasını sunan Sayek Böke’yi önce ikna etmeye çalıştığı ardından teşekkür ederek kapıya kadar uğurladığı ve elini sıkarak yolcu ettiği öğrenildi.''
Bu kadar.
CHP pek çok bakımdan Türkiye'nin mikrokozmos'udur. Aynen ülkenin dört yanında olduğu gibi burada da değerli insan kaynağı, şayet bağımsız bir kafaya sahipse, vasat yeteneksizler tarafından tasfiye edilir, ettirilir. Buna 'negatif seleksiyon' da diyoruz.
*****
Amberin Zaman'ın bugünkü analizinde yazdığı gibi:
''(CHP) yüzde 49 ‘Hayır’ oyuyla etkin ve kapsayıcı bir muhalefet cephesi oluşturmak için tek bir adım atmadı. Partinin en çok gelecek vadeden yeni nesil isimlerinden (dolayısıyla sürekli parti tarafından altı oyulan) Selin Sayek Böke’nin gayet stratejik ‘sine i millet’ çağrısını anında boşa çıkarttı. CHP sadece ‘Evet’ cephesini değil, Kürtleri de ötekileştirmeyi sürdürdü. ‘Hayır’da önemli payı olan Kürtlerin K’sını HDP’nin H’sini dahi ağzına almadı.
Ha bu arada tekrar hatırlatmakta fayda var; CHP lideri bir kez olsun Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret etmedi. Kim bilir belki de meclisteki dokunulmazlıklarını kaldırılmasına arka çıktığı ve böylece Demirtaş ve arkadaşlarının özgürlüklerinin çalınmasına yardımcı olduğu için yüzü tutmuyordur.
Özetle, CHP hızla iç kavgalar, hizipler, ayak oyunları moduna geçti.
CHP böylece bir çırpıda referandum sonrası meşruiyeti sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada sorgulanan Erdoğan’a can simidi atmış oldu. AGİT gözlemcilerinin referandum sürecinde belgeledikleri usulsüzlüklere dair nihai raporu çıkmadan, CHP’nin marifetleriyle konu kapandı.
Herkes ‘Herkes İçin CHP’nin kavgalarını ve sanal başkan adaylarını tartışıyor. Ve Deniz Baykal gene başrollerde… Gül’ün ismini ortaya atarak hem Erdoğan’a hizmet ediyor, hem de aklınca kendi kariyer planlarını geliştiriyor.
Telefonla ulaştığımız Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Başkanı Kamuran Yüksek’e göre, CHP yeni sistemin sahibi olmak, başına geçmek istiyor. Ve ekliyor: "Yüzde 49 ‘Hayır’ oylarının kendisine ait olduğu fantezisine inanan CHP bu kafayla bir dahaki seçimlerde yüzde 25 oy dahi alırsa mucize olur."
Bu duruma dayanamayan Böke hasret kaldığımız onurlu duruş sergileyerek partisinden istifa etti.
Oysa yine partisinin memur zihniyetine dayanamayıp ayrılan Harvard doktoralı CHP eski Bursa milletvekili Aykan Erdemir’in dediği gibi:
"Türkiye siyasetinin 16 Nisan sonrası süreçteki ana gündemi sandık hileleri ve neticesindeki gayrimeşru yetki gaspı olmalıdır. Türkiye’nin muhalefet partileri tüm siyaset enerjilerini ülkenin 67 yıllık adil ve özgür seçim geleneğinin tahribini gündemde tutmak için kullanmalıdır. Gayrimeşru referanduma ve otoriter rejime karşı geniş toplum kesimlerinden görkemli bir dip dalgası yükseliyor. Muhalefetin öncelikli sorumluluğu Meclis dışında gelişen bu toplumsal hareketliliği desteklemek ve güçlendirmektir. Türkiye karanlık bir otoriterliğin pençesinde kıvranırken, adil ve özgür seçimleri yeniden tesis etmenin yolu partiler üstü ve içerici bir demokrasi cephesi örgütlemekten geçiyor."
Ama CHP bunu beceremediği gibi yine fatura Kürtlere kesiliyor.
Halbuki HDP Washington temsilcisi Mehmet Yüksel’in bizlere teyit ettiğine göre, CHP Meclis’ten çekilseydi HDP’liler de çekilecekti.
Yüksel’in şu serzenişine katılmamak mümkün mü: "İktidara karşı tek başına mücadele eden biz Kürtler oluyoruz, bunun en ağır bedelini ödeyen de yine biz oluyoruz. Ama nedense kabahat hep bizde bulunuyor."
...
Erdoğancılar kayyum idaresindeki belediyeler üzerinden rant, ihale, yardım yağdırarak, korucuları, muhtarları ihya ederek, Hüda-Par ve Barzanici muhafazakar bloku konsolide etmek suretiyle HDP’ye rakip oluşturma çabalarını tam gaz sürdürecektir.
Parti içi temizlikten sonra 2019 baharında yapılması öngörülen belediye seçimlerine asılacaktır.
Peki Demirtaş’ın çıkışı Ak Parti içerisindeki anti-Erdoğancılar arasında nasıl yankılanır? Çünkü Ak Parti içerisindeki gidişattan hoşnutsuz olan kesimde Karadenizliler hegemonyasından bıkan önemli sayıda Kürt olduğu dillendiriliyor.
HDP’liler ve CHP’den Böke gibi düşünen Selina Doğan, Özgür Özel ve benzeri isimlerle bir araya gelip yeni bir demokrasi hareketi başlatabilirler mi? Önümüzdeki tek umut bu.''
******
Amberin'den biraz daha geniş düşündüğüm nokta şu:
Dikkat edilirse, 16 Nisan referandum sonucundan en sahici biçimde kaygılananlar, referandum öncesinde de en sahici biçimde mücadele edip kendilerini ortaya atan kadınlar.
Bu bakımdan, Akşener'in Baykal'a hak ettiği cevabı 'şak' diye yapıştırmasında da, Böke'nin idare-i maslahatçılık yerine vicdanının sesine uyup istifa etmesine de şaşmamak gerek.
Belki de umut, Akşener de dahil bu kadınların, haksızlıklara isyan eden CHP'li, acıları içinde duyan HDP'li kadınlarla beraber siyaseti yeniden tarif edip, kadınlara özgü o stratejik bilgelikle yeni bir Türkiye'yi hazırlamak için kolları sıvama ihtimalinde, çıkan bu fırsatta saklı.
*****
O yüzden CHP'nin krizi önemlidir, bereket ima etmektedir.
Yeter ki avantacılık, bencillik, adam sendecilik galebe çalmasın.
Yeter ki Baykal ciddiye alınmasın.