Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Festivaller, başkanlar, ilk defa geçilen yollar

Kim ne kadar az, olması gereken şeye benzerse, daha az hoca, daha az başbakan, daha az milletvekili, daha az belediye başkanı, kesinlikle işini daha iyi yapacaktır. Çünkü sıfata yapışan, bir şey olmak denilen illete kapılanın ruhsuzluğundan kurtulmuştur.

Borçka Belediyesi'nin düzenlediği Tiyatro Festivali'ne giderken, ömrümde ilk defa Rize havaalanına indim, havaalanı ile Borçka arasındaki yolu da ilk defa gördüm. Bir şeyi ilk kez görünce, korkunç haberlere baka baka onlara benzemeye başlayan ruh halim, yeniden etkilenmeye açık bir hale geldi ve dünyaya, başka etkilere açık olmayı neredeyse unuttuğumuzu hatırladım. Bir daha asla aynı biçimde bakamayacağınızı bildiğiniz bir manzaranın seyri, aslında zihnin buğulu camına yansıyan bütün eski ilk karşılaşmaların yansımalarıyla birlikte gerçekleşir. Unuttuğunuz şeyleri hatırladığınız bir durum, ama o ân'ın içine, tekrarı olmayan şeylerin varlığını kavramış bir gelecek ben'in gölgesi de düşmüştür. Minicik bir şeyin kocaman şeyleri önünüze getirdiği anlar olur; bu hal, işte onlardan biriydi. Kocaman bir şaşkınlığın içinde yaşaya yaşaya, şaşırmayı unutmak gibi, kaba bir dünyaya laf yetiştirirken bütün incelikleri unutmak gibi, çözemediğimiz sorunların ortasında kaybolmak gibi. O yolda dağlara, ağaçlara bakarken düşündüğüm buydu. Sonra, şaşırmayı sürdürecektim.

Çeşitli toplulukların gösterilerinden, atölye çalışmalarından oluşan festivalin açılış konuşmasının başlığını “tiyatro bir ihtiyaç mıdır?” olarak belirlemiştik. Ülkenin tiyatrolarına baktım, tiyatrocuları düşündüm, pek çoğunun nasıl zorluklarla mücadele ettiğinin tanığıydım, bunları düşünürken yerel katılımcılar karşımda duruyorlardı. Pek çok insanın hiç tiyatroyla karşılaşmadığı bir yerdeydim; sahnesi olmayan. Burada “tiyatro bir ihtiyaç mı” diye soruyorduk. Belediye başkanı “ne ihtiyacı; bildiğin lüks” diyenlere rağmen geçen sene bir tiyatro festivalini başlatmıştı. Yolda başlayan duygu durumu değişikliği dinleyiciler arasında kendi eski öğrencilerimi görünce yükseldi. Üstelik ömrünü her yerde tiyatro yapılabilir'e adamış Nurhan hocanın da (Karadağ) ölüm yıldönümüydü, o gün.

Ritüel tiyatro ilişkisinden söz ederken, köy tiyatrosundan söz ederken Nurhan Hoca karşımda oturuyordu. Onunla birlikte anlattık tiyatronun tek bir biçimi olmadığını, sahnenin şart olmadığını ve insanların birbirine bir şeyleri anlatma-gösterme arzuları eğer bir ihtiyaç olarak kabul ediliyorsa, elbette tiyatronun da bir ihtiyaç olduğunu. Sonra Nurhan Hoca'ya baktım, alnı endişeyle kırışmıştı, “bilsem gelirdim buraya” dediğini sandım. Gelirdiniz dedim, gelirdiniz ve “tiyatro da neyin nesi “diyen amcaları sahneye çıkarırdınız. Vallahi çıkarırdı. Bu konuda doğuştan yetenekliydi.

Orada olduğum sürece başkan diye seslendiğim Ercan Orhan'ın kendi memleketinde farklı düşünceler arasında bir uzlaşma noktası bulmak için sanatı çağırdığını işittiğimde, akşamları bize armağan olarak söylediği türküleri dinlediğimde, başkan dediğin böyle olur dedim Nurhan Hoca'ya.

Kim ne kadar az, olması gereken şeye benzerse, daha az hoca, daha az başbakan, daha az milletvekili, daha az belediye başkanı, kesinlikle işini daha iyi yapacaktır. Çünkü sıfata yapışan, bir şey olmak denilen illete kapılanın ruhsuzluğundan kurtulmuştur. Hatta bizim başkanı, Mansur Yavaş'ı Artvin dağlarındaki ormana şikâyet ettim. ODTÜ’deki kıyıma karşı çıktığı için gazeteci arkadaşımız Önder Algedik'e dava açtığı için. Ağaçlar çok ayıpladı Mansur başkanı. Çoruh nehri de çok ayıpladı. Başkan dediğin eleştiren gazeteciye dava açmaz, çatışmayı derinleştirmez, kentine sahip çıkana saygı duymayı bilir.

Ortasından nehir geçen bir yerde bir süre durdum, yazarlık atölyeme katılan yetişkin insanların hayatlarının minik bir kısmına ortak oldum. Bazılarının harcanmış gençliklerinin hikâyesini dinledim. Birinin hikâyesine ortak olmak sorumluluk yükler size, başka türden bir bağ kurarsınız hayatını size açana. Öyle oldu. Geçmişte dağlarda gizlice çalışılan Gürcü alfabesi hemen sınırın öteki tarafındaydı. Atölyede tanışıp sonra dükkânına ziyarete gittiğim abinin erken yaşta başlayan siyasi mücadelesinin sonucu da öteki taraftaydı. Birden fazla oyun çıkarırsın bunlardan demişti bana. Yazarlık atölyesine, beni yazmaya teşvik etmek için gelenini ilk defa Borçka'da gördüm. Yok dedim, dinlediklerime malzeme gözüyle bakamam, bu yüzden yazar olamıyorum zaten. Böylesi iyi. Dinleyip içime sızanların bıraktığı tortular.

Gündüzleri çocuklar için okullara gidip oyun oynadı topluluklar, akşamlar yetişkinlere ayrılmıştı ve interaktif niteliği olan oyunlara seyircilerin doğallıkla katılma biçimi hepimizi hayrete düşürdü. Bildiğiniz rol çalıyordu seyirciler ve benim bir yolu ilk defa görüşümde uyanan şaşkınlık duygusunu, seyircilerle yaşanan tecrübenin biçiminde tanık olduğum oyuncuların hepsi yaşadı. Salonlar dolu, seyirciler heyecanlıydı ama belediyenin sosyal medya hesabında, başkana, tiyatro getirdiği için sitem edenleri de gördüm. Yol uzun, ikna edilmesi gerekenler çoktu ama başkan şarkı söyleyebiliyordu. Bunun her şeyi kolaylaştırabileceğini biliyorum, birlikte tepilen horonun da. Nurhan Hoca olsaydı çok severdi hepsini, ben de sevdim. Ercan başkana yardım etsenize Mansur başkan, tiyatronuz var, bırakın arkadaşlarımızı mahkemelere şikâyet etmeyi. Bırakın herkes kentine sahip çıksın, rant planlarından uzak, sanata yakın.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi