İrfan Aktan
Figen Yüksekdağ: Yeni bir çözüm ve barış iradesi için kendimizi sakınmayız
Üzerindeki baskılar arttıkça bölünen, hatta yer yer birbirine bilenen muhalefet güçlerinin vaziyeti ortadayken, iktidar ise gücünü konsolide edeceği çeşitli iç ve bölgesel hamleler peşinde. Ankara-Bağdat arasındaki mekik diplomasisinin yaratacağı sonuçlar henüz net olmasa da, iktidarın Kürt sorununa yönelik demokratik bir çözüm perspektifinin kıyısından geçmediği görülüyor.
Buna rağmen Türkiye “yeni bir çözüm süreci mi geliyor” tartışmaları eşliğinde 31 Mart yerel seçimine gidiyor.
Peki iktidarın ve muhalefetin vaziyeti “içeriden” bakınca nasıl görünüyor? “Hapishane söyleşileri” dizimize HDP Eş Genel Başkanı iken Kasım 2016’da tutuklanan ve azami tutukluluk süresi dolduğu halde hâlâ tahliye edilmeyen Figen Yüksekdağ’la devam ediyoruz…
Tutukluluğunuzun üzerinden yedi yılı aşkın süre geçti. Şu anda hukuki durumunuz nedir? Karşı karşıya bulunduğunuz suçlamalar neler? Daha ne kadar hapiste tutulmanız söz konusu?
Toplam on sekiz HDP’li siyasetçi olarak Kobanê Davası kapsamında tutuklu yargılanıyoruz. Bizi suçlayanların ve suçlananların bildiği ve ortaklaştığı birincil konu, yargılama kastının tamamen siyasi oluşudur. Yaklaşık sekiz yıldır kesintisiz süren tasfiye operasyonunun bir parçası olarak rehin tutuluyoruz. Zaten siyasi kasıtlarını hiçbir zaman gizlemediler.
Davalarımız bazen mahkeme salonlarından çok iktidarın siyaset kürsülerinde, kirli propaganda merkezlerinde görüldü. Yargı iktidarın pis işlerini yaparken kullandığı bir eldiven gibi. İktidar ve ortakları bizleri çözüm ve barış sürecindeki faaliyetlerimizden, Kobanê direnişi kapsamında İŞİD’e karşı mücadelemizden ve belki de tarihin en görkemli halk ve kadın dayanışması örneklerinden olan kitle hareketinden dolayı yargılıyor. Kendisinin de dahil olduğu çözüm sürecini bugün tek taraflı bir suç olarak kriminalize ediyor. Bütün bu kirli yaklaşımların sonucu olarak Meclis’in üçüncü büyük partisi hüviyetiyle yürüttüğümüz politik faaliyetlerimize 38 ağırlaştırılmış müebbet ve binlerce yıllık hapis cezası isteniyor. Tutuklu yargılama halen devam ediyor. 7 yıllık azami tutukluluk süresi, 2016’da tutuklanan siyasetçiler bakımından aşılmış olmasına rağmen tahliye talepleri kabul edilmediği için işin akıbeti konusunda net bir şey söyleyemiyoruz. Ama esas hakkında savunmalar tamamlandı ve davada karar aşamasına yaklaşıldı.
KENDİMİZİ DİRİ TUTMAYA ÇALIŞIYORUZ
Hapishane koşullarınız nasıl? Gündelik hayatta ve genel olarak ne tür sorunlarla karşılaşıyorsunuz? Sağlığınız, genel olarak ruh haliniz nasıl?
F Tipi hapishane koşullarında kaldığımız için tecrit ve kısıtlamalar günlük yaşamımızda etkili oluyor. Hapishane yaşamı ve özel olarak tecrit sistemi bizimki kadar uzun sürmüşse kaçınılmaz bazı sorunlara yol açıyor. Ortam genel olarak sağlıksız ve dışarda akan yaşama küçük ölçüde katılmak için bile çok uğraşmamız, sayısız engelle boğuşmamız gerekiyor. En basitinden haber alma hakkımız, fırsatımız yok mesela. Ortamın yol açtığı sağlık sorunları da oluyor ve kimsenin doktor, hastane tercih etme şansı da yok. Mecburen önleyici sağlık bilinci ve pratiği geliştirmek durumundayız. Düzenli spor, makarna-mercimek-pilav bombardımanı karşısında yapabildiğimiz kadarıyla diyet, yaratıcı faaliyetler ve kolektif düşünmekten hiçbir zaman vazgeçmeme gibi bir günlük yaşam rutiniyle kendimizi diri tutmaya çalışıyoruz. Zaten bu devirde çalışmayana ekmek de, iyilik de yok. Çalıştığımız için iyiyiz yani.
'İÇERİDE GÜLÜ BAHÇEYİ DÜŞÜNMEK FENA…'
Ruh halinizi içerideki koşullar mı, dışarıdaki gelişmeler mi daha fazla etkiliyor?
Ruh halimizi daha çok dışardaki gelişmeler etkiliyor. Aktif siyasetteyken hapse konulmuş olmanın bunda payı var. Biraz algı alışkanlığı, biraz sorumluluk nedeniyle gözüm çoğunlukla dışarda. Ayrıca içerdeki insanın içe dönük yaşama lüksü yok. O iç çok daha derine, dibe çekebilir çünkü. Nazım Hikmet’in dizelerini unutmamakta fayda var; “içerde gülü bahçeyi düşünmek fena / dağları deryaları düşünmek iyi”.
SÖZLERİMİZİN, PROGRAMIMIZIN HALKLAR ÜZERENDİ ETKİSİ OLMASAYDI BÖYLE BİR HİDDETLE KARŞILAŞMAZDIK
Gözaltına alındığınız 4 Kasım 2016’dan beri tutuklu yargılanıyor ve sık sık duruşmalara çıkıyorsunuz. Önünüze gelen iddianamelerdeki suçlamaları gördüğünüzde ne düşünüyor, suçlamalara yönelik savunmalar hazırlarken ne hissediyorsunuz?
2016’dan beri çok sayıda davada duruşmalara çıktım. 60’a yakın fezleke, 30 kadar ayrı dava ve bunların sayamayacağım kadar çok duruşmasına katıldım. Bazı davalardan kesinleşen cezalar oldu ama tutukluluk hali 7 buçuk yıldır devam ediyor. Bizim karşılaştığımız muamelenin başka bir örneği yok. Adını koyarsak, buna yargı işkencesi demek doğrudur.
Neredeyse her yaptığımız konuşma, gerçekleştirdiğimiz parti etkinlikleri suçlama konusu yapıldı. En son Kobanê Davası’nda Meclis’te yaptığım grup konuşması dahi suçlama listesine eklenmişti. Her iddianameyi, mütaalayı okuduğumda bizlere ve temsil ettiğimiz toplumsal değerlere karşı ne kadar büyük bir nefret ve tahammülsüzlük beslendiğini görüyorum. Aynı zamanda temsil ettiğimiz politik değer ve fikirlerin toplumdaki karşılığına yönelik bir hırs taşıyorlar. Bunu her cümlelerinde görmek mümkün. Eğer sözlerimizin, programımızın, faaliyetlerimizin halklar üzerinde bir etkisi ve başarısı olmasaydı böyle bitmeyen bir hiddetle, hırsla karşılaşmazdık. Bize çok ağır davalar, cezalar ve siyasi rehine muamelesiyle güç gösterisi yapıyorlar ama biz bunun içerisindeki kendi gücümüzü de görüyoruz. Aynı zamanda onların zayıflığını… Bu nedenle bütün davalar, duruşmalar siyasi mücadele sahası atmosferinde geçiyor. İktidar yargıdaki vekillerini karşımıza çıkardığı için aslında AKP-MHP, Cumhur İttifakı bloğuna karşı siyasi mücadele veriyoruz. Haliyle oldukça gerilimli devam eden bir süreç bu. Doğal olarak biz de tepkimizi, öfkemizi yansıtmaktan sakınmıyoruz. Çünkü haklı olan taraf biziz. Hukuken söylenecek fazla şey yok zaten. Beni motive eden ana duygu ve düşünce halklarımıza, kadınlara karşı sorumluluklarımız ve haklı davamızın her koşulda savunulmasıdır.
‘ŞUNUNLA DAYANIŞIRIM, BUNUNLA DAYANIŞMAM’ GİBİ UCUBE BİR HAL YAŞANIYOR
Sizinle en son 15 Ekim 2021 tarihinde yaptığımız söyleşide “gerektiği kadar dayanışma, sahiplenme gösterildiğini söyleyemem. Oysa, hiç aklının ucundan geçirmeyenler de dahil, herkesin yolunun bir gün hapishaneden geçebileceği böylesi politik koşullarda empati yapmak daha kolay olmalı” demiştiniz. Aradan geçen sürede dayanışma açısından bir şey değişti mi?
Bu süreç içerisinde değişen en önemli şey, yolu hapishaneden geçenlerin sayıca artması ve kapsamının genişlemesi oldu. Hiç gelişme yok diyemem; mesela hasta tutsaklar için yürütülen kampanyalar, kadın örgütlerinin iyi dayanışma etkinlikleri oldu, oluyor. Son zamanlarda ivme kazanan İmralı tecridine ve genel olarak tecrit sorununa dikkat çeken eylemlilikler, sorunu gündemleştiren nitelikli çalışmalar da var. Ama yeterlidir, sonuç alıcıdır demek için erken. Siyasi tutsaklar ve hapishaneler sorununu ele alış, bir toplumsal yapının politik yeterlilik düzeyini ve gelişim dinamiğini belirler. Memleketteki siyasi mahpus sayısı dokuz ile on bin arasında gidip geliyor; 2016’da 12 bine dayanmıştı. Siyaseten olağanüstü bir haldir bu. Yüzeysel, genel geçer tepkilerin ve dayanışmanın ötesine ulaşmayı gerektirir. Genel olarak muhalefet ve iktidarın otoriterliği karşısında demokrasi iddiası taşıyanlar bakımından bölünmüş bir durum da var. “Şununla dayanışırım, bununla dayanışmam” gibi ucube bir hal yaşanıyor. İçerden bakınca böyle görünüyor. Dışardakiler nasıl görüyor ya da görüyor mu, oraya girmeyeceğim. Ama kesin olan şu: Arada bir “duyarlılık ve dayanışma gösterilecekler listesi” hazırlayıp ilk 5’e 10’a girenleri sayınca görev tamamlanmış olmuyor. Hapishaneler ve politik özgürlükler bağlamını doğru kurarak yürütülecek yaygın kitle ve kamuoyu faaliyetlerine ihtiyaç var.
SİYASETİN EN ÖNEMLİ SORUNU SEÇİM ODAKLI HALE GELMESİ
Türkiye’de siyaset Mayıs 2023’teki seçimlerden sonra bu sefer de 31 Mart 2024 seçimlerine odaklanmış durumda. Sonrası dört yıllık seçimsizlik dönemi. Sizce 1 Nisan itibariyle Türkiye’yi ne bekliyor?
Zaten siyasetin en önemli sorunu sadece seçim, sandık odaklı hale gelmesi. Dinamik kaybı gittikçe artıyor. Demokratik bir toplumsal sistem için gerekli olan neredeyse bütün kurumsal yapılar, kriterler aşındırıldı ya da tasfiye edildi. Meclis’in, yasama kurumunun hali ortada; noter şubesinden hallice. Yerel yönetimler kayyım darbesinin ardından çok önemli yetkilerini, bütçe hakkını yitirdi. Bırakın halkın katılımıyla kararlar alınmasını, seçilmiş yerel yöneticiler saraydan tasdik edilmeden birçok kararı alamıyor, uygulayamıyor. Artık seçimler de demokratik bir mekanizma olarak önemli oranda işlevini yitirdi. İktidar her kurumsal yapıyla oynadığı gibi seçimlerle ve sonuçlarıyla oynuyor. Demokratik seçim de aktif, fiili bir siyasi müdahalenin ve mücadelenin konusu. Ayrıca seçimlerde kazanmak için oylama anında ya da kampanya zamanında değil, iki seçim arasında çalışmanız gerekiyor. Yani toplumsal taban hareketinin, örgütlenmesinin geliştirilerek bunun seçim sonuçlarına etki etmesinden bahsediyorum. Siyaset zaten böyle yapılır. Ama ne yazık ki son dönemde politik muhalefet güçlerinde bu yönde bir daralma, perspektifte çarpılma hali ortaya çıktı. 31 Mart sonrası dönem seçim baskısı, beklentisi içine düşmeden kitle hareketinin özgürce gelişebilmesi için bir manivela olabilir. Zaten manzara açık değil mi? Ya mücadele edeceksiniz ya da teslim olacaksınız. Bu kadar katılaşmış, bütün demokratik nefes borularını kapatmış, gücünü tahkim etmiş bir iktidar size başka bir seçenek bırakmaz.
YENİ BİR ÇÖZÜM VE BARIŞ İRADESİNİN GELİŞTİRİLMESİ İÇİN KENDİMİZİ SAKINMAYIZ
Selahattin Demirtaş geçtiğimiz günlerde İstanbul seçimleri bağlamında basınla paylaştığı beyanatta, “DEM Parti iktidar partisi dahil ana muhalefet ve diğer tüm partilerle görüşebiliyorsa görüşmeli, ilkeler çerçevesinde ve demokrasinin gelişimi için uzlaşabiliyorsa uzlaşmalıdır" demişti. Demirtaş’ın bu yaklaşımına dair sizin değerlendirmeniz ne yönde? Sizce AKP ve DEM Parti’nin ilkeler çerçevesinde ve “demokrasinin gelişimi için” uzlaşması, yani yeni bir çözüm süreci söz konusu mu?
DEM Parti’nin, önceki adıyla HDP’nin kuruluş zemini çözüm ve müzakeredır. Zaten bu deneyime, fonksiyona, güncel ve tarihsel rol bilincine sahip bir parti olarak DEM’in bu varlık zemininden farklı bir pozisyonu olamaz. Demokratik gelişme ve memleketin, yurttaşların faydası için sorumluluk üstlenen ve bunun tek taraflı bedelini ödeyen bizleriz. Bugün Selahattin Demirtaş, ben, Gültan Kışanak, Sabahat Tuncel ve Ayla Akat gibi siyasetçiler çözüm sürecindeki rolümüzden dolayı yargılanıyoruz. Buna rağmen yeni bir çözüm ve barış iradesinin geliştirilmesi için hiçbirimiz kendimizi sakınmayız. Yeni bir sürecin önündeki asıl engel, siyasi iktidar ve çeperinde oluşturulan şovenist, ırkçı ve savaş odaklı kamplaşmadır.
Bunun kırılması ya da gevşetilmesi için tabandan, toplumsal hareketlilikten yükselen bir basınca, itekleyici bir değişim dinamiğine ihtiyaç var. Hatırlanırsa 2013- 15 arası yoğunlaşan çözüm ve diyalog süreci de barış talebinin toplumsallaşması, sokağa inmesinin bir sonucuydu. Kışkırtılmış şovenizmin etkisi altındaki kesimlerde dahi akan kanın durması beklentisi oluşmuştu. Sürece verilen destek %70’i bulmuştu. Bu düzeyin arka planında Kürt siyasi hareketinin ve kısmen demokratik kamuoyunun ciddi kitle hareketleri, barış kampanyaları, yani talebin kendini dayatması vardı. Bugünün avantajı şu; geçmişteki gibi sıfırdan ya da sınırlı deneyimle başlanmaz. Bugün bizim açımızdan yerel seçim çalışmaları ve toplumun siyasete katılım kanallarının açılması, demokratik çözüm iradesinin geliştirilmesi bağlamında önemlidir. Kayyım darbesine son vermek ve kazanılmış mevzilerimizi korumak bakımından da bu demokratik iradenin kitleselleşmesi ve hareketli kılınması ihtiyaçtır. Yani 1 Nisan sonrası için yerel seçim sathını iyi bir başlangıç olarak değerlendirmeliyiz. Politik mücadelenin anlık, taktik basınçlardan sıyrılacağı, yeni kazanımlara basarak yükseleceği süreç ise asıl olarak 1 Nisan sonrasıdır.
İTTİFAKIN MERKEZDEN DEĞİL, TABANDAN YÜKSELMESİNİ SAĞLAMAK GEREKİR
Mayıs seçimleri muhalefette oluşan ittifakların büyük ölçüde dağılmasıyla sonuçlandı. Öyle ki, sol muhalefette bile artık ittifaklara, ortak mücadeleye dair vurgular yapılamıyor. DEM Parti dâhil sol partilerin ittifaklarla ilgili pratikleri tabanda da ciddi bir ayrışmaya neden oluyor. Hatta sol partiler bir araya gelmek istediklerinde tabandan tepkiler geliyor. Sizce Kürt hareketiyle Türkiye sol, sosyalist güçleri arasındaki ilişki nasıl olmalı, nasıl kurgulanmalı?
Cevap sorunuzun içinde aslında. Mesele, tabanı ittifakların içine katamamak. Hatta asıl olarak bir ittifakın merkezden değil, tabandan yükselmesini sağlamak gerekir. Yani taban dediğimiz temel politik toplumsal gerçeklik, bir sürece sonradan dahil edilecek nesne değildir. Aksine bütün politik süreçlerin öznesidir ve kurumsal siyasetin işi bu öznenin işini kolaylaştırmak, gerektiğinde öncülük yapmaktır. Emekçi sol ve sosyalist yapılar bu doğruyu unutup önemsizleştirdiği zaman ya başarısız oluyor, ya da ciddi hatalar yapıyor. Evet son ittifak deneyimi belli düzeyde bir ayrışma ve politik komplikasyonlara yol açtı. Bunun nedeni de yapma, uygulama niteliğinin, fikriyatın gerisinde kalmasıydı. Büyük anlamlar taşıyan kavramları yan yana getiriyor ama işin öznelerini miting meydanlarında dahi bir araya getiremiyorsanız, ya fikre ikna olma ve buna bağlı olarak uygulamada sorun vardır ya da ittifak gerçek anlamda olmamıştır. Temeldeki bu sorunlar çözülmediği için emek, özgürlük eksenli ittifak girişimleri seçim ittifakının ötesine geçemiyor. Hatta yine aynı sorunlardan dolayı seçim taktiğinde dahi ortaklaşma sağlanamıyor. Her şeyden önce bu yollardan bir daha geçmemek lazım. Samimi, ilkeli bir mücadele yoldaşlığı, tarihsel, toplumsal kazanımları dar ve hesaplı seçim kazanımlarına feda etmeyen bir tarza ihtiyaç var. Halklarımızın seçim masaları etrafındaki ittifak görüntülerine eleştirel yaklaşımı meşrudur. Masada gördüğü her temsiliyeti mücadele meydanlarında, devrimci, demokratik eylem birliği alanlarında görmek isteme hakkı vardır. Türkiye sol-sosyalist hareketinin Kürtlere ”biz sizlerin kazanımlarınızdan çok kahrınıza ortağız” mesajını pratik olarak vermesi gerekir. Zira çok önemli tarihsel, stratejik ittifak fırsatları vekillik, temsiliyet vb, seviyesine indirgenip zarar görüyor.
İTTİFAK SÜREÇLERİNDEKİ SORUNLAR SOL-SOSYALİST ÇİZGİYE KARŞI BİR ÖFKE VE KARALAMA KAMPANYASINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Diğer yandan ittifak süreçlerinde yaşanan sorunlar genel olarak sol-sosyalist çizgiye karşı bir öfke ve karalama kampanyasına da dönüştürüldü. 7 buçuk yıldır sadece Kürt siyasi hareketiyle birleşik bir mücadelenin öznesi olduğum için hapsedilmiş biri olarak bazen çok üzülüyor ve hayrete kapılıyorum. Yaratılan algı savaşlarının bir kısmını iktidar güdümlü manipülasyon kampanyalarının üçüncü yol gibi büyük ve güçlü bir paradigmanın surlarına bile ulaşma şansı yokken, nasıl etki alanı bulduğuna kızıyorum. Tabii yine de iğneyi kendimize batırmalı, önce kendi hata ve yetmezliklerimizin hesabını vermeliyiz. Ama sol-sosyalist hareket önce HDP, sonra DEM’in ana politik damarlarının başında gelir. Düzen siyasetinin iktidarı da, muhalefeti de bu hakikatten hiç hoşlanmıyor. DEM bugün salt Kürt partisine, bölge, Kürdistan hareketine dönüşsün; 2014-15’te başlayan tasfiye harekatı tamamlandı diye bayram ederler. DEM içerisindeki Kürt ve Türk sosyalistleri, bizim gibi Türkiye sosyalist hareketi bileşenleri, düşman sevindirmeyelim diye direniyor. Türkiyeli sosyalistlerin, emekçi solun asli misyonu Kürt halkının kahrına, mücadelesine ortak olmaktır; demokratik halk hareketini koşulsuz birlikte yürütmektir. İttifaklar ruhunu buradan almıyorsa ya arızi ya da başarısız olur. Muradımız, biz başarılı olalım.
SEÇİM TAKTİKLERİ VE İTTİFAK POLİTİKASI DEMOKRATİK SİYASET YOLUNDA AŞINMALARA NEDEN OLDU
DEM Parti’nin hem bölgede hem de İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde belirlediği yerel seçim stratejisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce de DEM Parti İstanbul’da aday çıkartmalı mıydı?
En doğru ve beklenen seçim stratejisi buydu. Beklentilere yanıt verdiği için tabanımızda memnuniyet ve motivasyon çıtasının yükseldiğini görüyorum. Her şeyden önce DEM Parti’nin temel varlık paradigması olan Üçüncü Yol’un kendini koruması, tahkim etmesi açısından hayatidir. Seçim taktikleri ve ittifak politikası, demokratik siyasetin yolunda çeşitli aşınmalara, kararsızlıklara, baskılanmalara neden oldu. Ama bütün deneyimlerle sabittir ki, DEM kitlesi bir siyasi liderlik, kararlılık ve özgüven gördüğünde hızla toparlanıp özgüç bilinciyle hareket eder. Son seçim süreçlerinde öncelikle iktidardan ama aynı zamanda muhalefetten gelen kötü muamele, iyi niyetin hakkını vermeme yaklaşımları karşısında kendini ve itibarını savunma refleksi 31 Mart seçim sonuçlarına damgasını vuracaktır. Demokrasi adına muhalefete yol açma çabalarının karşılıksız, hesapsız biçimde faşizme kaybettirme politikasının geldiği nokta burasıdır. Bu zamana kadar DEM Parti toplumun saray iktidarından kurtuluş talep ve beklentilerine yeteri kadar cevap olmuş, sorumluluk üslenmiştir.
KİMSE KÜRTLERE ÖDEV VERME HAKKINA SAHİP DEĞİL
Muhalefetin bizlere karşı anlayış krizi çözülmeden ve sorumluluk borcu ödenmeden kimse DEM Parti’ye ve Kürtlere ödev verme, ders verme hakkına sahip değildir. 31 Mart yerel seçimlerinde ana hedef bölgede kayyımla gasp edilen belediyeleri geri almak ve üçüncü kez irade hırsızlarına, haramilerine yenilgiyi yaşatmaktır. Bugüne kadar yenilen pehlivanlar gibi güreşe doymadılar ama halk iradesinden güçlü olmadıklarını her koşulda anlatmak, öğretmek gerekir. Kayyımcılar karşısında kazanmak bizler için mevzi kazanmaktan çok daha fazlasıdır. Bu bir onur mücadelesidir. Onuru ve Kürt kentlerinde oyu olmayanların mücadelemizin ruhunu anlaması mümkün değil. Onun için ya halk iradesi yerine kayyım atıyorlar ya da bugün yaptıkları gibi sahte seçmen taşıyorlar.
İSTANBUL’DA KESİNLİKLE ADAY ÇIKARILMALIYDI
Bölgede bu kez kayyım darbesi kılık değiştirdi; halk hakikatine müdahaleye sandıklardan, taşıdıkları geçici asker-polis oylarıyla başlıyorlar. Yani işimiz yine zor olacak. Buna rağmen kazanma iradesi de yine güçlüdür. Batıda İstanbul ve Ankara adaylarımız belirleyici rol oynayacak. Ankara’da Gültan Kışanak’ın adaylığını özellikle anmak ve özgün bir yere koymak isterim. Ankara’daki seçim dengelerini etkilemekten çok Türkiye’nin makro siyaset dengelerini, gündemini etkileyecek önemdedir. Hem bir Kürt siyasi rehine olarak, hem kadın özgürlük mücadelesinin etkin aktörlerinden biri olarak, hem de toplumsal barış ve demokrasi mücadelesinin sembol ismi olması hasebiyle Gültan Kışanak’ın adaylığı değerlidir. Kışanak’ın adaylığının başta Kürtler ve kadınlar olmak üzere geniş bir toplumsal alanda heyecan ve motivasyon yarattığını da görüyoruz. İstanbul konusunda ise kısa ve net şunu söyleyeyim; kesinlikle aday çıkarılmalıydı ve güçlü adaylar olmalıydı. Adaylar ilan edildikten sonra gönlümüzden geçenin olduğunu da gördük zaten. Gültan Başkan’ın zaten başarılı olması için canla başla çalışıyoruz; Meral Danış Beştaş’a, Murat Çepni’ye ve tüm belediye eş başkan adaylarımıza yüksek başarılar diliyorum.
TARİHTE ÜÇ YILDA ÜÇ İSİM DEĞİŞTİRMEK ZORUNDA KALAN BİR PARTİ VAR MIDIR?
HDP ve devamı olan DEM Parti’nin 1 Kasım 2015 seçimlerinden beri istikrarlı bir oy kaybı yaşadığı görülüyor. Her ne kadar iktidarın baskıları ve uygulamaları temel sebep olarak görünse de, Mayıs 203 seçimlerinden sonra HDP de bir özeleştiri vererek sorumluluğu üzerine aldı. Sizce bunun böyle devam etmemesinin yolu nedir?
Son süreçte parti yönetiminin taban iradesine uygun olarak olumlu ve sorumlu bir gelişim kaydettiğini sevinerek görüyoruz. Hatalar, yetmezlikler her zaman olabiliyor. Ama gidişatta ağır basan pozitif gelişmedir. Bence herkes bunun toparlayıcı ve olumlu anlamda sürpriz sonuçlarını görecek. Tabanımız ve Türkiye halklarının emekten, demokrasiden yana dinamikleri iyiye ve kendine ait olana sarılır. Üzerimizdeki baskılar, saldırılar hâlâ ciddi bir faktör. Son 7-8 yıl siyasi soykırım operasyonlarından kadro, yönetim ve gönüllü sürekliliğini sağlayamadığımız gibi, partinin isminde bile süreklilik sağlayamadık. Üç yılda üç isim değiştirmek zorunda kalan bir parti var mı tarihte? Tabii halkımız bu tarihsel haksızlıkları da gördü ve bugün daha içten görerek partisini, iradesini hak ettiği yere taşıyacaktır. 31 Mart seçimlerinde her insanımızın oyu, desteği, sahiplenmesi çok hayatidir. Bizi dağıtıp güçten düşürmeyi, çiğnenecek basamak yerine koymayı ve bitirip siyaset dışı bırakmayı hayal edenlere esaslı bir cevap olacaktır. Seçimlerden en yüksek oy oranıyla çıkmalıyız ki yeni bir politik denge kurabilelim. DEM Parti’yi ve genel siyaseti egemen kadrolarla dizayn etmek isteyenlere hakikatin gücünü gösterebilelim. 1 Nisan’dan sonraki iktidar kuşatmasına ve çıkış yolu arayışlarına böyle cevap olabiliriz.
GEÇMİŞTEKİ HATALARIN ÖZELEŞTİRİSİ VERİLDİ, BEDELİ ÖDENDİ
Partinizin Kasım 2015’ten beri yaptığı en büyük hata neydi sizce?
Geçmişteki hatalar üzerinde artık durmak istemiyorum. Özeleştirisi verildi, bedeli ödendi ve sonuçta geride kaldı. Yapılabilecek hatalardan söz edebilirim sadece. Galiba bugün için yapılabilecek en büyük hata önümüze bakmamak olur. Yolunu bilmek, kendini bilmek ve sağa sola bakmadan hedefine odaklanmak en doğrusudur.
2021’de yaptığımız söyleşinin son sorusunu tekrar soralım. Şu anda bir mitingde, kürsüde olsanız, sizi dinleyen halka neler söylerdiniz?
Mitinglerde konuşan bütün kadınların benim sesim olduğunu hayal ediyorum sadece. O mitinglerin, kürsülerin hakkı verildikçe bundan güzel bir canlandırma olamaz gibime geliyor. Bir gün olur da çıkarsam, bu sorunuza belki miting kürsüsünde cevap veririm.
Nurhayat Altun: Türkiye soluyla yol arkadaşlığımız devam ediyor
Leyla Güven: Can Atalay için gösterilen tepki bizim için gösterilmedi
Mukaddes Kubilay: Kayyım sisteminde kadının adı tamamen silinmiş
Çiğdem Mater: Astrologlar gelecek günlerden umutlu, ben değilim