Nurhayat Altun: Türkiye soluyla yol arkadaşlığımız devam ediyor

Kasım 2016’da Dersim Belediyesi Eşbaşkanıyken tutuklanan ve hâlâ hapiste tutulan Nurhayat Altun’a göre muhalefet toplumdaki kutuplaşmayı göremedi, sorunların temeline inemedi.

Kürtler açısından 31 Mart, merkezi iktidarın kayyım politikasına yönelik tepkinin bir kez daha görünür olmasına vesile sağlayacak. İki dönemdir Kürtlerin seçme ve seçilme hakkının açıkça askıya alınması anlamına gelen kayyım politikasının bölgede yarattığı ekonomik, toplumsal enkaz ortadayken, çok sayıda DEM Partili belediye eş başkanı neredeyse sırf halk tarafından seçildiği için hapiste tutulmaya devam ediliyor.

Halk tarafından seçildiği için hapiste tutulan isimlerden biri de Dersim Belediyesi eski eş başkanı Nurhayat Altun.

Hapishane söyleşilerine Kasım 2016’da tutuklanan ve hâlen Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutulan Nurhayat Altun’la devam ediyoruz…

Sizinle en son Ekim 2021’de, pandemi koşullarında yaptığımız söyleşide hapishane koşullarının pandemi gerekçesiyle çok ağırlaştığını aktarmıştınız. Aradan geçen iki buçuk yılda koşullarınızda görece bir iyileşme oldu mu?

Cezaevindeyiz. Cezaevleri baskıcı, otoriter rejimlerin insanları kendi anlayışlarına göre terbiye etmeye çalıştığı yerlerdir. İçerisi ve dışarısı aslında aynı duvarla birbirinden ayrılıyor. Ama cezaevlerinde geliştirilen politikalar dışarıdakilerden biraz daha açık ve çıplaktır ve daha meşru gösteriliyor. Ama özünde içerideki ve dışarıdaki insanlara uygulanan politikalar aynı. Pandemi dönemi için de bu yorumum geçerlidir. Dışarıda insanlar evlerin duvarları arasına, bizler de hücrelerimize hapsedildik. Bugün itibariyle kimi cezaevlerinde bazı sosyal etkinlikler, tutsakların kendi aralarındaki temasları sağlansa da, her gün bir yenisi açılan yeni tip cezaevleri yapısal olarak bireyi tecrit etme hedefine dayanıyor.

Pandemideki izalasyon politikaları hapiste kalıcılaştırıldı. Mahkemelerin hapsetme kararları cezaevinde tek tek hücrelere tıkma politikalarıyla pratikleştiriliyor. Yine mahkemelerin verdiği ceza süreleri idarelere verilen inisiyatiflerle yıllarca uzatılabiliyor. Yani 20 yıl hapis yatmış kişi idarenin oluşturduğu kurula çıkarılarak yeniden bir sorgulama ve cezalandırma sürecine tabi tutuluyor. Siyasi tutsakların hapishaneden çıkışını engellemek için oluşturulan bu kurulların yanısıra disiplin cezaları ve infaz yakmaları sudan gerekçelerle veriliyor. Çok sayıda hasta tutsak adeta ölüme terk ediliyor. Cezaevinde yaşamını yitiren çok sayıda hasta tutsak oldu. Tutsaklar bu politikalara karşı direniyor. Şu an (10 Mart itibariyle) cezaevlerinde dönüşümlü açlık grevi sürüyor. Başta tecrit olmak üzere hasta tutsakların durumuna ve cezaevi koşullarına dikkat çekmek için üç aydır süren açlık grevi, dışarıdaki “Hapishane”den pek karşılık bulmuyor. Doğrusu şu soruyu sormak istiyorum: Acaba aramızdaki tek bir duvar, kader ortaklığımızı görmeyi engelliyor mu?

Hapishane koşullarında ortaya çıkan yüksek tansiyon sorunu yaşadığınızı söylemiştiniz en son. Şu anda sağlığınız nasıl?

Cezaevleri hastalık üreten alanlardır. Sağlığımla ilgili herhangi bir değişiklik yok. İlk tutuklandığımda ne zaman çıkacağım belli değildi. Kendime o zaman “buradan dinç çıkacağım” diye söz vermiştim. Onun için kendime iyi bakmaya çalışıyorum. Şimdilik tansiyon sorunum dışında ciddi bir sorunum yok.

MUHALEFET TOPLUMDAKİ KUTUPLAŞTIRMAYI GÖREMEDİ, SORUNLARIN TEMELİNE İNEMEDİ

Mayıs 2023 seçimleri muhalefet açısından sarsıcı etkiler yarattı. Mayıs seçim sonuçlarının topluma, muhalefete ve iktidara dair sizde yarattığı duygu, his neydi?

2023 Mayıs seçimleri; evet bende ülkemiz adına hayıflanma, öfke, kahırlanma gibi değişik duygular yarattı. “Evdeki tencere kaynamayınca iktidarlar devrilir” denir ama ülkemizde yıllardır tencere kaynamıyor. İşsizlik ve yoksulluk toplumun olağan bir haliymiş gibi ele alınıyor. Bu vaziyetin doğal olduğunu kabul etmeyenler farklı seçeneklerin peşinden giderek ülkeden göç ediyor. Doğayı rant alanına dönüştüren ölüm şirketleri korunurken madenlerde insanlarımız hayatlarını kaybediyor. Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri artarken İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen iktidar kadının yaşam hakkını ortadan kaldırdı. 6 Şubat 2023 depreminde binlerce insanımız göçük altında kaldı. Bütün bunlar aslında iktidarın sonunu getirmeliydi. Meseleye buradan bakan herkes, doğaya, insana, topluma bunca zulmü yaşatan iktidarın gideceğine inanıyordu. Ama muhalefet, iktidarın 20 yılda ülkeyi sürüklediği kaosu tersine çeviremedi, gündemini toplumun ihtiyaçlarına göre oluşturmayıp iktidarın gündeminin peşinden sürüklendi.

Muhalefetin seçim odaklı, göstermelik ittifaklarının temsil ettiği toplumsal kesimlerin kutuplaştırıldığı görülmedi ve sorunların temeline inilmedi. Kimse kutuplaşmayı ortadan kaldıracak çabayı üstlenmedi. Elbette Kürt demokratik hareketi de tüm bu sorunları görüyor olmasına rağmen pratikte alternatif bir politika geliştiremedi. Genel olarak muhalefetin zaafları, yalpalayan iktidarın devamına yol açtı. Bizim açımızdan da bu temel özeleştiri konusudur. Beni üzen, hayıflanmama yol açan, tüm bu süreçlerdir. Tabii zindanda oluşum, pratik olarak yapacaklarımın sınırlılığı beni zorladı.

KÜRTLER SADECE OY POTANSİYELİ OLARAK GÖRÜLMEYE “EDİ BES E” DİYORLAR

Şu anda Türkiye siyasetinin ana gündemi yerel seçimler ve bu seçimlerin köprüden önce son çıkış olduğu, iktidarın frenlenmemesi, İstanbul başta olmak üzere kritik büyük şehirleri kazanması halinde önümüzdeki dört yıllık seçimsizlik döneminin çok daha yoğun baskılarla geçeceği söyleniyor. Bir kere DEM Parti’nin 2019’dan farklı olarak İstanbul, Ankara başta olmak üzere CHP’nin elindeki belediyelerde aday çıkarma kararını nasıl buluyorsunuz?

Demokratik Kürt hareketinin mücadelesi kısa vadeli kazanımların, seçim odaklı zaferlerin peşinden koşarak yürütülmez. İktidar da birikir, demokratik mücadele de. Demokratik mücadele, demokratik zihniyeti geliştirerek toplumu iktidara karşı örgütler. Seçim zamanları bu birikimlerin karşılıklı olarak birbirlerini sınamasıdır. Bu anlamda “iktidarın frenlenmesi”, seçimsizlik dönemi” dediğimiz dönemler ne kurtuluşu ifade eder, ne de yok oluşu. Dolayısıyla demokratik mücadeleye süreklilik ve derinlik anlayışıyla bakıyorum. Bizim gibi on yıllardır her tür şiddetle karşı karşıya olanlar açısından baskı da, buna karşı mücadele de belli bir dönemle sınırlı değil. Demokratik siyaset geleneğimizde farklılıkların birlikteliği anlayışıyla ittifak, toplumla sözleşme, birlikte yol alma, tüm toplumsal kesimlerle beraber demokratik inşayı geliştirme anlayışı ve hedefi vardır.

Deneyimlerimize bakıldığında farklı toplumsal kesimlerle çok sayıda ortaklaşmaya gittiğimiz görülür. Tabanımızın onayladığı, birlikte yürümek istediği ve işaret ettiği doğrultuyu mümkün olduğunca benimseyip dikkate almışızdır. Bunun sonuçlarını da pratikte gördük. Cumhurbaşkanlığı seçiminde koşulsuz olarak Kılıçdaroğlu’nu destekledik. Desteğimizin yarattığı sonuçlar biliniyor. Bu anlamda tabanımız uygun gördüğünde tabii ki her türlü ittifakı yaparız. Fakat tabanımıza rağmen politika geliştirmeyi de doğru bulmam. Bu yönüyle DEM’in seçimlere kendi adaylarıyla girme kararını ben de doğru buluyorum. Öta yandan Kürt halkının varlığı sadece ve sadece seçim zamanında, oy ihtiyacı olduğunda hatırlanır. Birilerinin yine Kürtleri, başarısızlıklarını yükleyecekleri bir günah keçisi olarak görmeleri ahlaki değildir. Kürtler iradelerinin, özgür duruşlarının reddedilerek sadece sayısal bir oy potansiyeli olarak görülmeye “êdî bese!” diyorlar. Bunu anlamak o kadar zor olmamalı.

HDP’NİN 2019 İLE 2024 STRATEJİLERİ ARASINDA ZITLIK YOK

HDP 2019’daki yerel seçimlerde AKP’ye kaybettirmek adına Türkiye’nin batısında CHP’li adayları desteklemişti. Partinizin 2019 ile 2024 seçimlerindeki zıt kararlarını karşılaştırdığınızda kendinizi hangi stratejiye daha yakın görüyorsunuz?

Seçimler demokrasinin temel gereklerinden biridir. Her demokratik hareket kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda stratejik ve taktik planlamalar oluşturur. Bu planları hayata geçirmenin çeşitli yol ve yöntemleri vardır. 2019 ile 2024 seçimleri arasında yaşananlar, yapılıp denenenler vardır. Toplumsal olarak yaşanan dönüşümler vardır. Tüm bunlar elbette stratejimizi izleyeceğimiz yol ve yöntemleri farklılaştırır. Biz toplumun yararına her tür ortaklaşmayı temel değerlerimizi koruyarak yaparız. Bugün de parti tabanımız öz iradesi ve değerleriyle kendini ortaya koymak istemiştir. Parti olarak bunu pratikleştirmek de bize düşer. Bu anlamda zıt bir politika söz konusu değildir. Partimizin bu kararını doğru buluyorum.

İKTİDAR DEĞİŞİMLERİ HER ZAMAN TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜKLERİ GARANTİLEMEZ

Mayıs 2023 seçimlerinden sonra muhalefetteki parçalanmışlık malum. İçeriden Türkiye’deki genel manzaraya baktığınızda 31 Mart yerel seçimleri ve sonrasına dair ne görüyorsunuz?

Seçim öncesi ne ekersen seçim sonrasında onu biçersin. Bu süreçler bir bütündür. Bu anlamda seçim endeksli düşünen biri değilim. Uzun soluklu bir mücadele geleneğinden geliyorum. Seçim kazanılsa da, kaybedilse de demokratik, özgür yaşamı oluşturamadığımız müddetçe bu mücadele hattı devam edecektir. Siyaset tarihine baktığımızda iktidar değişimleri her zaman toplumsal özgürlükleri garantilemez. Bakışım bu anlamda bütünlüklüdür. Benim inancım da “yol bir, sürek bin birdir.”

RIZALIK KARŞILIKLIDIR VE CEMAL CEMALE VERİLİR

Ekim 2021’deki söyleşimizde Alevilik üzerine okumalar yaptığınızı söylemiştiniz. Kobani Davası duruşmasında Gültan Kışanak Alevilikteki “musahiplik” anlayışına atfen şu anekdotu aktarmıştı: “2015’te Aydın’daki seçim sürecinde yaşlı bir amca toplantı yaptığımız köy kahvehanesine gelerek, -Alevi yörük bir amcaydı, ‘Kızım duydum ki sen de Aleviymişsin musahipliğin var mı, yoksa musahip olalım, Kürtler ve Türkler dünya ahiret kardeş olsunlar’ dedi. Çok etkilendim. Alevilikte musahiplik olmak istiyorsan Cem’de sana sorulur, ‘Sen bu musahipliğinle yoldaş olacak mısın, yanlışının önünde duracak mısın, yüreği yandığında senin de yüreğin yanacak mı? Bir tülbentin güneşte kuruyacağı süre kadar küs kalırsın ondan fazla kalamazsın’ der. Amca bana musahiplik teklif etti. Benim için çok önemliydi. Beni ayakta tutan bu manevi değerlerdir, her birine verdiğim sözü unutmadım, nefesimin son anına kadar da mücadele edeceğim.” Kışanak’ın aktardığı anekdot çözüm sürecindeydi ve toplumsal-siyasal barış gündemdeydi. Fakat aradan geçen zamanda büyük acılar, travmalar yaşandı. Sizce aradan geçen dokuz yıldan sonra, halklar arasında “musahipliğin” imkânları hâlâ var mı? Toplumsal-siyasal barışın koşulları nasıl sağlanabilir?

Musahip olmanın şartları vardır. Yola girmek ikrardan geçmektir. Birbiriyle dar olmuş, aynı zamanda yar olmuş hak ile haklaşarak helalleşmek gerek. Bunun için de rızalık önemlidir. Rızalık bir onama ve kabul etme erkanıdır. Rızalık tümüyle gönül rızalığına dayanır. Efendi-köle şehrinde rızalık şehri kurulmaz. Rızalık karşılıklıdır ve cemal cemale verilir. Birlikte üretmek ve ürünü paylaşmak yol kardeşliğinin olmazsa olmazıdır. “Güneşin altındaki her şey hiç kimsenin malı değildir, herkesindir de” deriz. Bence bu, tam da toplumsal barışın oluşmasında bulunması gereken şarttır. Toplumdaki karşıtlıklar sunidir, yaratılmıştır. Halklar arasında bir sorun olduğuna inanmıyorum. Toplumsal, siyasal barışın koşulları mücadele edilerek kazanılır. Umudumu hiçbir zaman yitirmedim. İnanmak başarmanın yarısıdır. Ömrümce verdiğim mücadeleye ve ömrümün toplamında oluşan değer ve birikime inanıyorum. Aynı zamanda toplumun eşitlikçi ve barışçı özüne de inanıyorum.

TOPLUM HAKİMİYET ANLAYIŞIYLA İTTİFAK KURULMASINA KARŞI ÇIKAR

Mayıs 2023 seçimlerinden farklı olarak demokratik-sol muhalefet 31 Mart seçimleri öncesinde somut bir ittifak ilişkisi kuramadı. Hatta Dersim’de DEM Parti ile EMEP, SMF arasında belediye başkanlığı konusunda sonradan giderilen bir ihtilaf yaşandı ve neticede “Dersim ittifakı” kurulabildi. Sadece siyasi partiler değil, tabanın da artık ittifak ilişkilerine mesafeli yaklaşmasını neye, hangi sorunlara bağlıyorsunuz?

Toplum paylaşımcıdır. Toplum baskıyla, hakimiyet anlayışıyla ittifak kurulmasına doğal reflekslerle karşı çıkar. Toplum birlikte yaşamı esas alan politikaları üreten kanallara akar ve ayrıştırıcı anlayışı, ittifak da olsa reddeder. İttifaklar sonucu açığa çıkan başarısızlıklara tepki verir. İttifakların başarısız olmasının nedeni toplum perspektifinden bakarak ittifakları oluşturmamak, ben-sen ikilemlerini öne çıkarmak, toplumun çıkarlarından öte parti ve bireylerin hesapçılığıyla yaklaşmaktır.

TÜRKİYE SOL HAREKETLERİNİN DEĞERLERİNİ DE SAHİPLENİYORUZ

Türkiye sol hareketleriyle Kürt hareketi arasındaki dayanışmacı ama zaman zaman gerilimli ilişki her zaman tartışma konusuydu ama bu tartışmalar devam ediyor. Bazı sol partiler Kürt hareketine gösterdikleri dayanışmanın karşılığını göremediklerini söylüyor ve örneğin DEM Parti’yi dominant” olmakla eleştiriyor. Sizce Kürt hareketiyle Türkiye solu arasındaki birlik neden bir türlü sağlanamıyor?

Türkiye sol hareketiyle ilişkimiz başından itibaren değerlendirildiğinde parti olarak sürekli birlikte olduğumuz görülecektir. HDK, DEM en yakın örneklerdir. Türkiye sol hareketinin güçlü bir geçmişi olmasına rağmen bugün yeteri düzeyde güç oluşturamamasının sebebi, kendi içindeki parçalanmışlığıdır. Kürt hareketinin yanında yer alan, birlikte mücadele eden dostlarımızın yanısıra Kürtlerin büyük bedellerle oluşturduğu mücadeleye ve yarattıklarına halen kör olan, Kürtlerle küçük bir dayanışmayı lütuf sayan, toplumsal hakikatten kopuk yaklaşımlar mevcuttur.

Egemen sınıf anlayışıyla yaklaştıklarını göremiyorlar. Halk arasında örgütlülüğünü sağlayamayan grup ve kesimler suçlayıcı pozisyonda olur. Bu da kendilerine kör bakmalarının ifadesidir. Kürt halkının canını ve en değerlilerini ortaya koyarak kazandığı gelişmeyi, toplumsal öncülük düzeyini dominantlıkla ele almak hakikatten kopukluktur, yüzeyselliktir. Eğer gerçekten toplumsal devrim iddiası taşımıyorsa topluma yabancılaşmanın düzeyi görülmeli ve aşılmalıdır. Elbette bunları belirtirken ortak mücadele, birlikte kurtuluş anlayışını da sonuna kadar, hatta dünden daha fazla koruduğumuzu belirtmek isterim. Çünkü biz Türkiye sol hareketinin oluşturduğu değerleri de sahipleniyoruz.

Mayıs 2023 seçimlerinden sonra söyleşi yaptığımız SOL Parti MYK Üyesi Alper Taş şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Yeniden bir seçim sath-ı mailine girdik ve ne yazık ki seçimler sol-sosyalist hareketlerin iyi ve sağlıklı değerlendiremediği süreçler oluyor. Deyim yerindeyse seçimler sol-sosyalist hareketlerin havasını bozuyor. Çünkü temel tartışmalar erteleniyor ve yerine ‘ne yapacağız, nasıl bir ittifak kuracağız, parlamenter siyaset mi, değil mi’ kaygıları beliriyor. Aslında mücadelemiz açısından asli olmayan bu süreçler asli süreçlere dönüşüyor ve seçimler birbirini kovaladıkça biz de bu süreçlerde savrulup duruyoruz.” 31 Mart seçimlerinden sonra dört yıllık bir seçimsizlik dönemi geliyor. Sizce bu dört yılda Kürt hareketi ve sol nasıl bir pozisyon alacak, almalı?

Bizim mücadele geçmişimiz seçim endeksli değil. Mücadelenin devamı esastır. Biz toplumsal eşitlik ve özgürlüğü sağlama iddiasıyla yola çıkmış hakikat yolcularıyız. Seçim zamanlarında ne savrulan, ne de toplanan bir pozisyonda oluruz. Elbette çıkaracağımız dersler, sorgulanmaya tabi tuttuğumuz yönler oluyor. Bu da bizi daha fazla güçlendiren bir tarzı açığa çıkarıyor.

TÜRKİYE SOLUYLA YOL ARKADAŞLIĞIMIZ DEVAM EDİYOR

Ekim 2021’deki söyleşimizde, hapishanedeki arkadaşlarınızla görüşüp görüşemediğinize dair sorumuza şöyle yanıt vermiştiniz: En çok zorlandığımız şey birbirimizi görememek. Bizi yalnızlaştırarak tüketmek istiyorlar. Bu sistemi aşacak pratikler üretmeye, bunlardan etkilenmemeye çalışıyoruz. Yan yana yürüyemesek de duvardan duvara birbirimize sesleniyoruz. Etrafımıza ördükleri duvarları yıkıyoruz.” Bu değerlendirmenizi dışarıda, Türkiye solu ile Kürt hareketi ve genel olarak demokrasi güçleri için de kullanmak mümkün mü? Muhalefetin etrafına örülen duvarların yıkılabileceğine inanıyor musunuz?

Tabii ki inanıyorum. Türkiye soluyla birlikte mücadele, yol arkadaşlığı, yol yürüyüşümüz devam ediyor. İktidarların bölerek, parçalayarak küçük küçük hücrelere hapsedip aralarına duvarlar ördüğü toplumsallığımızı özgürleştirmek adına büyük mücadeleler verdik. İçerdeki duvarları da dışarıdaki duvarları da yıkmanın yollarını bulduk, buluyoruz. Herkes kendi cephesinden mücadele veriyor. Değerli dostlarımızla bu zor süreçleri karşıladık, altından kalkmayı da başardık. Ortak mücadeleyi, ortak anlayışı önemsiyorum. Duvarlar yapaydır. Toplumsal doğaya aykırı olan her şey mücadele edildiğinde yıkılmaya mahkumdur.

Türkiye’de yükselen milliyetçi, hatta ırkçı dalga Kürt milliyetçiliğini de tetikliyor. Sizce bu gidişat nereye, neye evrilir?

Milliyetçilik, cinsiyetçilik, ırkçılık toplumları ayrıştırarak sömürmek ve sömürü düzenini süreklileştirmek için oluşturulan politik yaklaşımlardır. Milliyetçiliğe karşı milliyetçilik bitimsiz çatışmayı ortaya çıkarır. Hegemonik güçler 19. yüzyıldan itibaren bu argümanlarla halkları karşı karşıya getirmiştir. Savaşlara, kıyımlara yol açmış ve iktidarlarını bu şekilde devam ettirmişlerdir. Toplumların bu politikaların farkında olması gerekir. Aksi halde sürekli çatışma ve birbirini yok etme yaklaşımı kaçınılmaz olur. Son yıllarda Türkiye’de yükseltilen milliyetçilik, ırkçılık ve cinsiyetçilik Türk ve Kürt halkının ortak yaşam, ortak vatan geçmişine ve idealine yönelik büyük bir tehdittir. Halklarımızın bu iktidar odaklı müdahalelere karşı uyanık olmaları ve öz savunmalarını, öz reflekslerini göstermeleri gerekir. Kürtler de faşizmin yönelimlerine karşı özsavunma bilinçlerini süreklileştirmeli ve milliyetçiliğe prim vermemelidir.

Son olarak; şu anda hukuki durumunuz nedir? Ne tür suçlamalarla, davalarla karşı karşıyasınız? Hapisten ne zaman çıkabileceğinizi öngörebiliyor musunuz?

Benim bütün dosyalarımı tek bir iddianamede birleştirerek ceza verdiler. Şu an eşbaşkanlıkla ilgili devam ediyor Bir sorun çıkmazsa 15 Mayıs 2024’te tahliye olacağım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Aktan Arşivi