Ayşegül Kars Kaynar
Filistinli canlılar, Filistinli ölüler
8 Aralık’ta ABD, Gazze'de derhal insani ateşkes ilan edilmesini ve tüm rehinelerin koşulsuz olarak serbest bırakılmasını talep eden karar tasarısını veto ederken ABD’nin daimi BM yardımcı temsilcisi Robert A. Wood, vetonun gerekçesini söyle açıklıyordu: Tasarı, 7 Ekim'de İsrail'e yönelik Hamas’ın korkunç terör saldırısını kınayan bir dil kullanmamaktadır.
Bu, ABD’nin benzer bir gerekçeyi öne sürerek yaptığı ikinci veto. 18 Ekim’de Güvenlik Konseyi önüne gelen karar tasarısı da hayati yardımların ulaştırılması için çatışmalara “insani bir ara” verilmesi çağrısında bulunuyordu. Konsey’in 15 üyesinden 12’si lehte oy kullanırken, ABD tasarıyı veto etmişti. ABD’nin BM temsilcisi Linda Thomas Greenfield gerekçe olarak tasarıda, saldırıları ilk olarak Hamas’ın başlattığından, Gazze’deki mevcut durumun sorumlusunun Hamas olduğundan ve İsrail'in meşru müdafaa hakkını kullandığından bahsedilmemiş olmasını göstermişti.
Görünüşte ABD, metnin değindiği ilkeler ve temel konusu olan insani krize itiraz etmeyip; metnin değinmeyerek dışarıda bıraktığı bir konu (Hamas’ın suçlanması ve Israil’in hakları) üzerinden tasarıyı reddettiğini belirtiyor. Ancak Gazzeli Filistinlilerin ölümlerinin “insani kriz” olarak değerlendirilmesine ve bu çerçeve içine çekilmesine engel olarak tam da Filistinlilerin haklarına dair ilkesel bir tavır alıyor. Bu tavır da insani ilkelerin Filistinliler için uygulanabilirliğini reddetmektir. Daha net bir ifadeyle, ABD için bir Filistinli, uluslararası insancıl hukukun getirdiği hakları kullanmaya hakkı olmayan bir canlıdır.
8 Aralık itibariyle Filistinlilerin durumu, tam da Ürdün’ün BM temsilcisinin öngördüğü bir hale büründü ve Amerikan vetolarıyla sessizliğe gömülen uluslararası toplum, Gazzeli Filistinlileri insanlıktan çıkarmış oldu.
Halbuki ateşkes ilan etmemek ve Gazze nüfusuna insani yardım ulaştırmamak İsrail’in müdafaasına ve güvenliğine yarayacak nitelikte de değildir. Ateşkese hayır demenin tek bir sonucu var: Daha fazla ölüm. Daha fazla can kaybı istemek; öldürülen İsraillilerin onurunu, öldürülen Filistinlilerin kurtaracağını düşünmek, intikamcılıktır; ama aynı zamanda İsrail’e yeni bir zımni hak bahşetmektir: Sınırsız öldürme hakkı.
ÖLÜLER, CANLILARDAN ÖNCE GELİR
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku uyarınca savaş esnasında uyulması gereken kurallar nüfusun ikiye ayrılması üzerine kuruludur: Savaşanlar (silahlılar) ve savaşmayanlar (silahsızlar). Savaşmayanlara sivil denir ve bu kategoriye savaşamayan savaş esirleri, yaralı ve hasta düşerek savaş dışı kalan askerler de dahil edilir.
Görüyoruz ki mevzu bahis Israil’in şiddeti olduğunda Filistinliler için uluslararası hukukun kabul gören asker, sivil, kadın, çocuk, yaralı, esir, hasta ayrımları da geçerliliğini yitirmiş durumda. İsrail, öldürebildiği herkesi öldürebilir. Kurşun ve mermilerden; asker ve bombalardan kaçarak hayatta kalanlara akabinde “sivil” denilecektir. Amerikan vetosu yumuşatılarak ilan edilen ilk ateşkeste bu hayatta kalan sivillerin canlı tutulması için uluslararası toplum bin bir türlü çaba harcar. İşte ancak ölen öldükten sonra bu siviller kısa bir süreliğine “insan” muamelesi görürler. Zira Filistin topraklarında sivili yaşatmak, evrensel insan haklarının namusunu kurtarmanın elde kalan tek yoludur.
Ayşegül Kars Kaynar: 1980 yılında Ankara’da doğdu. 2014 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi bölümünden doktora derecesini aldı. 2015 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin düzenlediği Genç Sosyal Bilimciler Ödülleri’nde doktora tezi kategorisinde ödül ve 2017 yılında Halit Çelenk Hukuk Ödülleri’nde mansiyon kazandı. New School for Social Research ve Hamburg Üniversitesi’nde araştırmacı olarak bulundu ve ardından Humboldt Üniversitesi’nde çalıştı. Çağdaş Türkiye siyaseti, hukuk devleti ve asker-sivil ilişkileri üzerine yayınları bulunmaktadır.