gelecek 1 mayıs’a sendikayla

emekçiler çaresizlikten canlarına kıyıyor. bunu engelleyecek çare kendi ellerinde ve o çareyi örgütlemek, kendisine solcu, devrimci diyenlerin sorumluluğu.

jin news’ün haberine göre istanbul’da taksim’e çıkmak isterken gözaltına alınanların sayısı 220. izmir’den trabzon’a, mersin’den eskişehir’e, türkiye’nin dört bir yanında yüzlerce kişi 1 mayıs’ı kutlamak için yasakları deldi. pandemiyi bahane ederek bugünü kutlamak isteyenleri eve kapatabileceğini, günü emekçi dövme bayramı’na çevirebileceğini sananlar yanıldı.

bu topraklarda 1 mayıs’ın çok zor, çor ağır, çok fazla bedel ödenerek yazılmış bir tarihi var. 1977’de taksim’de katledilen 34 canımızdan mehmet akif dalcı’ya, 1996 kadıköy kutlamasında öldürülen hasan albayrak, dursun odabaş, yalçın levent’ten (adlarını internette bulmak bile o kadar zor ki) yine kolluğun saldırılarıyla sakat kalanlara kadar çok can yandı bu kutlama için.

bugün de yasağı tanımayan onlarcasının öldüresiyle şiddet gördüğüne şahit olduk. ama dost da, düşman da şunu bir kere daha gördü: 1911 yılında, selanik’te atılan tohum kök saldı, o kök çiçekleri kopararak ortadan kaldırılamayacak kadar güçlü. günlerin bugün getirdiği… diye başlayan o marş, bu topraklarda yazılmış, zamanla ufak değişiklikler yapılmış hatta yeni bir kıta eklenmiş olan marşımız bu ülkenin sokaklarından eksik olmayacak.

ama kaybettiğimiz sadece canlar değil. 1 mayıs bilindiği gibi, chicago’da, 1886’da, sekiz saatlik iş günü için verilen mücadelenin başladığı gün olduğu için emek bayramı olarak seçildi. bugün sadece türkiye’de değil, dünyanın pek çok yerinde bu talebin gerisindeyiz. çükü globalleşme, sermayenin emeğin ucuz olduğu yerlere taşınmasını sağladı. bu yetmezmiş gibi, özellikle savaş ve çatışmaların sebep olduğu göçler, emekçileri, kendi yurdundan çok daha kötü koşullarda ve genellikle kayıtdışı olarak çalışmak zorunda bıraktı. sekiz saatlik iş günü, çoğunluk için mümkün değil.

bugün bu, bizim için 1 mayıs’ı layıkıyla kutlamaktan daha önemli bir sorun.

yeni zamanlarda emekçinin bir üretim aracı olarak görüldüğünü düşünüyorum ve bunu sık sık yazdım. ancak özellikle türkiye’de, pandemiyle birlikte, emekçilerin üretim araçlarından dahi daha az özene layık görüldüğüne şahit oluyoruz. emekçilerin hastalanması, ölmesi makinelerin bozulması kadar dert edilmiyor çünkü ölenin, çalışamayacak duruma gelenin yerini alacak binlerce kişi var. ölümüne çalışmak konusunda 19. yüzyıla benzeyen koşullar var.

bu topraklarda bununla ilgili neler yapılacağı, bugün bizim için 1 mayıs’ı layıkıyla kutlamaktan daha önemli bir sorun.

emekçiler çaresizlikten canlarına kıyıyor. bunu engelleyecek çare kendi ellerinde ve o çareyi örgütlemek, kendisine solcu, devrimci diyenlerin sorumluluğu.

burada bir parantez açmak istiyorum. türkiye’de, sendikal mücadelenin sıçrama noktası 15-16 haziran 1970 tarihinde gerçekleşti. 1961 anayasası, 1960’lı yıllarda ülkede sanayileşmenin artışı ve dünyadaki emekten yana dalgayla birleşince, sendikal hareket de canlanmaya başlamıştı. 1970 yılında chp ve ap’nin gündeme getirdiği grev ve lokavt kanunundaki düzenleme işçi sınıfından büyük tepki gördü ve iki gün boyunca çeşitli fabrikalardan çıkan işçiler türkiye tarihinin en önemli eylemlerinden birini gerçekleştirdi, yasa iptal oldu. eylemlere 75 bin işçinin katıldığı söyleniyor. o dönemde kaleme alınan, solun tarihine yön vermiş, benim de önemli bulduğum bazı metinlerde bu direnişin ve sınıfın gücünün hesaba katılmamış olması dikkate değer bence. 

12 mart darbesinden sonra ülkede sol hareketler güçlenirken sendikal mücadelede ikinci bir sıçrama yaptı ve yaygınlaştı. 12 eylül darbesi gerçekleştiğinde 60 bine yakın işçi grevdeydi, grevleri -o zamanki yasaya göre en fazla 90 gün- ertelenen 130 bin işçi de onlara katılmak üzereydi. darbenin en önemli amaçlarından biri, işçilerin sendikal mücadelesine dur demekti.

parantezi kapatıp günümüze gelelim. türkiye’de sendikal hareket bir daha o güce ulaşmadı. bunun çok çeşitli sebepleri var. baskılar kadar, sendikal harekete yön veren -o zamanki- tkp’nin, sosyalist sistemin dağılmasıyla, likide olması da çok etkili bence. sınıfa yönelik en büyük saldırılardan biriyle karşı karşıyayken güçlü bir sendikal hareket eksikliğini çok fazla hissediyoruz.

bugünün sınıf mücadelesi, zaman zaman sendikaları da aşarak, grev yapmayı imkânsız hale getiren sendikalar yasasını çöpe atarak, emekçilerin farklı kimlikleriyle de ezildiklerini görerek, o ezilme hallerinden kaynaklanan talepleri mücadelenin parçası yaparak ilerliyor.

ne getireceği belli olmayan yarına hazırlanmak için elimizdeki en büyük güçlerden biri o ilerleyiş. bu 1 mayıs, sendikal mücadeleye hak ettiği itibarı verdiğimiz gün olsun. çünkü içki satışının yasaklanması da önemli tabii ve gelecek güzel günlerde güzel kafaların da rolü olacak ama iğneden vince, aşıdan rakıya her şeyi üreten emek, güçlü, güçsüz, hünerli ellerimiz ve aklımız, geçim derdimiz o geleceği şekillendirecek en önemli güçlerden biri.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi