Ali Duran Topuz
Gelin canlar hiç olalım!
Nevşehir’deki “resmi” Hacı Bektaş gösterisi devletin Alevi politikasında yürürlüğe konulan bir değişikliği göstere göstere tekraren ilan etti. Köklü bir değişiklik bu, kökten.
Önce “gösterilenlere” kısaca bir bakalım: Bir Hacı Bektaş-ı Veli çiziminin önünde devletin yetkili ve etkili makbul erkekleri Cumhurbaşkanı Yardımcısı, İçişleri Bakanı, Turizm ve Kültür Bakanı uzun uzun konuştu, “Alevi dedeleri, cemevi başkanları, üyeler ve vatandaşlar” da katıldı. Peki “devlet erkekleri”nin varlığından ne anlamalıyız?
BİR TANITIMCI, BİR VALİ, BİR TURİZMCİ
Cevdet Yılmaz, iktidar partisinin “tanıtım ve medya, dış ilişkiler ve ekonomi işleri”nden sorumluydu cumhurbaşkanı yardımcısı olmadan önce, yani Alevilikle, Bektaşilikle filan herhangi bir ilgisi yok, bilgisi de yok.
Ali Yerlikaya, İçişleri Bakanı, Şırnak, Ağrı, Gaziantep ve İstanbul valiliklerinde bulunmuş, kariyer duraklarına bakarsak devletin en ciddi işlerinin emanet edildiği mülki amir stokundan biri olduğunu kör olsak görürüz Demek ki bir “inanç buluşması”ndan çok “içişleri” etkinliğiyle karşı karşıyayız, bir güvenlik etkinliği, bir asayiş etkinliği, bir nizam-intizam verme etkinliği.
Ama en önemlisi, Kültür ve Turizm Bakanı, çünkü geçen yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hüseyin Gazi Cemevi’ndeki “Muharrem iftarı” gövde gösterisinden sonra ilan edilen “cemevleri başkanlığı” Turizm Bakanlığı’nın bir şubesi, adı da “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı.” Yani yeni politika, bir yandan eskinin “folklorize etme” fikrine saygısını sunarak şekilleniyor, bir yandan da ona “turistik”leştirmeyi ekleyerek tüy dikiyor. Üç ismin de inançla doğrudan bir ilgisi yok, Alevilikle özel bir ilgisi yok, Hacı Bektaş konusunda bir hususiyet sahibi değiller. Biri “medya, tanıtım” uzmanı, biri zabıta güçlerinin amiri, biri tur rehberliği ve elbette turizm işletmeciliği yapmış bir isim.
HÜNKÂR’IN BOŞLUKTA KALAN ELİ
Bir de Hacı Bektaş-ı Veli temsili çizimi vardı bize “gösterilen.” Affınıza sığınarak, şahsileştireceğim anlatımı: Ani ve sert bir darbe yemiş gibi baktım uzun uzun, baktıkça kendimi soyuluyor gibi hissettim, giysilerden, deriden, manadan. Çizimde, göğüs hizasında havada bir el var. Niye havada? Çünkü orada bir ceylan olması lazım ya, dizinin üstündeki elin altında da bir aslan olması lazım ya. Aslansız ve ceylansız bir Hacı Bektaş temsili de olabilir elbette pekala, niye olmasın? Ama o zaman aslanlı ve ceylanlı temsil niye esas alınır?
Çizersiniz bir şeyler, olur biter, bu kadar yaygın, bilinen bir temsili seçmek niye? Ama o zaman “yeni politika”nın ruhunu görmemiz zorlaşırdı: Aslanı çalıyorlar açıkça, ceylanı ve demek ki Hünkâr’ı. Soyulma hissim bundandı. Hasılı, bir eksiklikler vardı, bir de fazlalıklar ki Ayhan Yalçınkaya hoca bunları sıcağına sıcağına kaleme aldığı yazısıyla imdada yetişti. Heyhat temsilin omzunun arkasından çıkan yeşilimsi tüy mü ot mu belli olmayan detayı o da çözememişti; Turizm Bakanlığı’nın diktiği tüydür belki de, kim bilir. Yazı sadece Hünkar’ın nasıl Hünkâr olmaktan çıkarıldığını gösteren derin, aydınlatıcı ikonografik çözümlemesiyle değil, devletin yeni politikasının teşhisiyle de önemli, oradan el alarak devam edeceğim.
Cumhuriyetin kuruluş döneminde yürürlüğe konulan dışlayıcı politikalar, Aleviliği folklorize etme, Sünnileştirme olmasa da seküler nüfusa katma fikrine dayalıydı; asimilasyon fikrin içeriğindeki beklentilerden biriydi tabii ve fakat asimile etmek için, Kızılbaş toplumunun kendini inanç, ibadet ve örgütlenme bakımlarından yeniden üretme imkanlarının ortadan kaldırılması dışında aşırı bir çaba gerekmiyordu. “Tarikatları bitiriyoruz” şiarıyla yürütülen politikaların, Sünniliği ve sünni tarikatları nasıl dönüştürdüğünü bir kenara alırsak, “laikleşme”ye dair karar ve uygulamalar esasen Alevi toplumunu günden güne tahrip etmekle sonuçlanıyordu.
Alevilerin eşit yurttaşlık talepleri 60’lı yılların başında ortaya konulduğunda işin esası değişmeden ikili bir tutum geliştirildi: Bir yandan resmiyette üstlenilmeyen paramiliter usuller devreye sokuldu, öte yandan temel taleplere somut cevap vermeden bir yığın hoş ama boş laflar, törenler, gösteriler, açıklamalar filanla iş yürütüldü. Sırası gelen devlet yetkilisi Nevşehir’e koşarak güzel güzel laflar etti.
AK Parti’nin ilk dönemlerinde bu politikalarda fazla bir değişiklik olmadı, fakat son üç dört yıldır artık yeni bir aşamaya geçtiğimiz aşikar ediliyor. Zamana yayılmış bir asimilasyon fikrinden artık vaz geçildi, çünkü çoğu boyutu lafta kalsa bile sekülarizm artık devletin hedeflerinden biri değil, tam aksine şimdi Ayhan Yalçınkaya hocanın deyimiyle, “Burada söz konusu olan zorla kültürleme ya da zorla din sahibi kılmadır!”
Resmi Hacıbektaş gösterisine iktidar medyasının ilgisi yoğundu. Sabah gazetesi devlet erkeklerinin laflarını uzun uzun yazdı mesela. Ama haberde tuhaflıkları az değildi; mesela dört kere “Ali” adı geçiyordu, biri Hz. Ali, üçü Ali Yerlikaya. Bunu kendisine yazdığımda Ayhan hoca cevaben şöyle yazdı: "Demek ki ha o Ali ha bu Ali." “Ali çoktur Şahı Merdan bulunmaz” diyeceğim ama hedefleri zaten bir Şah-ı Merdan bırakmamak.
Zor nerede peki? E işte girişte anlatmaya çalıştığım devletluların varlığında: Turizm Bakanlığı'nın küçültücü (alevibektasi.gov.tr diye bir internet adresi var artık) başkanlık çalışmalarında. İçişleri Bakanlığının zabıta gücüne dayalı operasyonel yetkilerinde (ki bir önceki dahiliye vekilinin Alevilik meselesini sürekli ilgi alanında tutması boşuna değildi.) Cumhurbaşkanlığı yardımcılığının tanıtım-medya becerilerinde.
ERDOĞAN, KARIŞTIRDI MI?
Elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen seneki Hüseyin Gazi Dergahı ziyaretinde de aynı zor iş başındaydı mesela: Güya Erdoğan misafir gelmişti ama “ev sahipleri”nden katılacaklar GBT ile belirlenmişti. Orada da “sembolik soyma” işlemi vardı, dergahtaki yazı ve resimler kaldırılmış, yerine camilerde gördüğümüz kaligrafi ile peygamber ve dört halife adı yazılı levhalar asılmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan elbette Hacı Bektaş-ı Veli’nin ebediyete intikalinin 752’inci yılının anlam ve önemini de konuşacaktı, konuşmasında Pir Sultan Abdal’ın dizesini Hacı Bektaş’a mal etti: “Gelin canlar bir olalım.” Hayır, hata yaptı filan demeye çalışmıyorum, ne dediğini her zaman gayet iyi bilen bir siyasetçidir, ha o demiş ha bu. Kime dediği daha önemli ama: Görevlendirdiği üç cana diyor elbette bunu. Alevilere söylenen ise “Gelin canlar hiç olalım.”