“Gözlerimizi yıkamalı” ve o çocukları görmeliyiz.

14 Yaşında bir çocuğun haberi düştü bir kez daha önümüze. İşkence edilmiş görüntüleri buzlanmıştı ve o çocuk, polislerin kendisini zorla bir araca bindirdiğini, boğmaya çalıştıklarını, dipçikle dövdüklerini söylüyordu. Yer yerinden oynamadı.

Mardin Kızıltepeliydi Uğur Kaymaz ve 12 yaşındaydı. Vücudundan 13 kurşun çıkarıldı. Yaşından daha çoktu kurşunlar.

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları günüydü. 21 Kasım’da hayattan vahşice koparılmıştı Uğur. Ondan habersiz kutlandı hakları.

Uğur ve babası evlerinin kapısının önünde öldürüldüler. 8 kurşun babasına, 13 kurşun kendisine isabet etmişti. Ayağında terlik vardı Uğur’un. 12 yaşında bir çocuğa “terörist” demek için, yanına boyu kadar Kalaşnikof marka silah bırakanlar katilleriydi. Katiller polisti.

“Eylem hazırlığındaki terörist” diyerek verilen haberlerden kimse utanmadı.

90’lı yılların yargısız infaz haberleri için “Polisin, askerin elini soğutmayın” diyen Demirel’in sözüne sadakat yemini etmiş müesses nizamın kalemşorları için devlet ezberi bakiydi.

CEYLAN 12 YAŞINDAYDI

Ceylan Önkol 12 yaşındaydı. 2009 yılının Eylül ayında bir gün, hayvanları otlatmak için dışarı çıkmıştı.

Bir havan topu tam yanına düştü. Paramparça oldu Ceylan. Çevrede bulunan bir karakoldan ateşlenmişti havan topu ve tam 6 saat boyunca kimse yaklaştırılmamıştı Ceylan’ın yanına. 6 saatin sonunda, annesi kızının parçalarını eteğine toplamıştı ve yardıma koşan köylüler Ceylan’ın kalan parçalarını meşe yaprağına sarıp taşımışlardı.

Çok zaman geçmeden paramparça edilen bedeninin sorumlusu olarak Ceylan’ın kendisi ve ailesi gösterilmişti. “Devletten tazminat alabilmek için kendini mağdur gibi gösterdiğini iddia etmişti askeri yetkililer.”

Mahkeme, yaşananları “hizmet kusuru” olarak gördü ve tek bir kişi bile yargılanmadı.

Ceylan da Liceliydi.

Geriye kocaman gözleriyle bakan bir fotoğrafı kaldı. Kim bilir belki de çekilen tek fotoğrafı oydu.

Ülkenin “kusurlu” çocuklarına hak görülen ölümler, resmi üniformalara temiz kâğıdı sunan haberler eşliğinde rafa kaldırıldı elbette.

“Öldüğü yerde yatıyorum, taşları öpüyorum, toprağa ve ağaçlara dokunuyorum. O’nu orada hissediyorum” diyen annesinin sözleri ise asılı kalmış duruyor hala eteklerinin arasında.

14 Yaşında bir çocuğun haberi düştü bir kez daha önümüze. İşkence edilmiş görüntüleri buzlanmıştı ve o çocuk, polislerin kendisini zorla bir araca bindirdiğini, boğmaya çalıştıklarını, ayaklarını kelepçelediklerini, zorla İstiklal marşı, Mehmetçik şiiri okutmaya çalıştıklarını, Kürtlere küfretmesini istediklerini, silahın dipçiğiyle vurduklarını ve yol kenarında bir çukura attıklarını anlatıyordu. Yer yerinden oynamadı.

Olayın duyulmasıyla, seçim hassasiyetine düşen zorunluluktan gözaltına alınan polislerden biri "göstericilerin attığı taş isabet etmiş olabilir" dedi.

Bir diğeri “çocuk olduğunu anlayınca bıraktık” dedi.

Bir diğeri “bir şey yapmadık, tek hatamız bırakmış olmak” diyerek, başlarına hiçbir şey gelmeyecek olmanın resmi huzuruyla ve ellerinin soğutulmayacağını bildikleri güvenle çekildiler bir süreliğine kenara.

‘COĞRAFYANIN KADERİ’ HAVUCU

Ateşin düştüğü yeri yaktığı bir coğrafyada olduğumuzu kabullendirmek isteyişlerinin bir yoludur işte bu. Adaletsizliği meşrulaştırmak için algılarımıza “coğrafyanın kaderi” havucunu yedirmeye çalışanların en çok istediği şey budur. Haktan, hukuktan, adaletten yoksun bırakıp, yaptıkları, ürettikleri her kötülüğe kabul isteyen, kabuller üreten bir anlayışın sonucu.

Öldürülen çocukların hikayeleri anlık soğuk bir esinti gibi geçiyorsa üzerimizden bundandır.

Bir çocuğun öldürülmesine, işkence görmesine, açlığa, yoksulluğa mecbur bırakılmasına sıradanlaşmış sözler, cümleler düşürmek artık ağırımıza gitmiyorsa, var işte bir nedeni.

Herkes kendi nedenlerinde meçhul kalıyorsa bundandır.

Ruhumuzun, algılarımızın, bilincimizin öteki yakasına düşen, öteki yakasına terk edilen, gözden ve gönülden ırak tutulan “öteki” çocuklar dünyasının kötü kahramanlarıyız belki de hepimiz, kim bilir?

Hissedene ne büyük yüktür bu oysa.

“Yağmura gitmeli, gözlerimizi yıkamalı ve dünyayı başka gözlerle görmeliyiz” diyen Şair Sohrab Sepehri’nin sözleri bu yüzden anlamlı belki de.

Peki ya sizce?


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi

Rabe

31 Ocak 2024 Çarşamba 00:01