Hangi merkez, hangi merkezin sağı?

Eninde sonunda içine itildiğimiz bu cehennem çukurundan birlikte kurtulacaksak, 'çıkışlar orta kapıdan olacak' diyorum.

Toplumun ortalaması, ortayı mı demeli, anladığımız biçimiyle "yurdum insanı", hani küçümsemeden konuşarak ama yöntem bakımından "kalın doğrama" yurttaş. "Vasatın tasallutu" diyoruz ya, çoğunluk milliyetçidir, islâmcıdır, devletçidir. Vasatisi vasattır, buna göre. Aynı genellemeyi farklı biçimde yapalım: Yurdunu sever, Müslümandır, devletine bağlıdır. Aynı olmadı galiba. Hatta oldukça belki bütünüyle "apolitik" oldu. Yanlış mı? Veya hangisi daha doğru? İkisi de mi? Söz konusu iki genellemenin ikisinin birden aynı zamanda doğru olması olası mı? Yoksa birbirleriyle çelişen iki genelleme mi bu?

Soruları sürdürerek, ekleyelim: Soran kim? Soran toplumbilimciyse, soran kamuoyu araştırmacıysa, soran seçim kampanyası yöneticisiyse ayrı. Yanıt, kabataslak genelleme, buradaki gibi tek tümcelik özet olacaksa başka; kitap, tez, rapor olacaksa ayrı herhalde. Konu ülkemizse, sorgulamanın içine bir de devleti almak gerek. Öyle ya, devletin kurulması ile ulusun (yeniden) oluşturulması atbaşı gitmemiş bizim burada. Oysa "devlet" denilen, toplumun kendi ve aşağıdan yukarı yarattığı bir hizmet aygıtından da ibaret olabilir yahut olmalıydı. Öyle mi?

Çünkü bizde, bize yandaşları ve karşıtları tarafından da sürekli denilene göre devletin bir "aklı" var. Yani devlet de bir birey gibi. Aklı varsa, duyguları, eğilimleri, yaradılışı, kimliği vb. de olmalı. Buna kim, ne zaman karar vermiş, ona "iyi sıhhatte olsunlar" karışır. Sorulması, sorgulanması teklif dahi edilemez. AKP ve Erdoğan yönetime geldiklerinde, iyi tarafından bakarsak bunu yapmaya, düzeltmeye çalıştı. Sonuçtaysa kimliği, yönelimi, yapıyı, dengeyi, denetimi bozdu, yok etti. Başka deyişle eldeki hayratı da kendi ergenlik hülyalarına kurban etti, tümüyle kendine yonttu.

Buna karşılık "yönetim" yerine "iktidar" dersek dahi akıl yürütmemiz değişir. İktidarın içinde kudret var, güç var. Yönetim ise çok daha teknik kalıyor. Örnekse oturduğunuz apartmanda yönetici iktidara gelmez. Belirli bir dönem için, apartman sakinlerince, işleri yürütmek üzere seçilir. Fakat kentsel dönüşüme girip, yıkılıp yeniden yapılacaksa bina, yönetici "mühür bende, dilediğimi yaparım" diyemez. Yeniden yapılacak apartmanın görünümünde, niteliğinde, büyüklüğünde aslına bağlı kalmak gibi bir yükümlülük olmaz. Ancak "işlevin" aynı kalması için uzlaşıya varılması gerekir. "Mimari" de bunların hepsini içerir. Yöneticinin, mimarlık iddiası olamaz –kendi, meslekten mimar olsa bile.

Eninde sonunda içine itildiğimiz bu cehennem çukurundan birlikte kurtulacaksak, "çıkışlar orta kapıdan olacak" diyorum. Kendini kabaca merkez sağda tanımlayan birini düşünelim. Diyelim namaz yok, oruç yok, milliyetçilik yok, devlet tapıncı yok. Özgürlükçülük var, yerinden yönetim var, laiklik var. Şarap, domuz eti vb. takıntılar da olmasın; çoğunlukçuluk yerine çoğulculuk da olsun. Hatta HDP’ye oy vermek, "Seloculuk" da eklensin. Büyük olasılıkla bir "acil durum" önceliklendirmesinden, "köprüyü geçene dek ayıya dayı deme" zorunluluğundan, zorunlu yol arkadaşlığından söz ediyoruz. Ancak ne yol bitiyor, ne geçilecek köprü ufukta beliriyor.

Girişteki vasata dönelim. Sanırım yerkürenin her köşesinde o "vasatın" (seçebiliyorsa eğer) seçtiği yöneticisinden beklentileri aynı veya en azından benzer. Varsa çocuklarının kendinden iyi bir eğitim alarak gelecekte toplundan kendinden daha iyi bir yer edinmesi. Eğitim ve fırsat eşitliği. Sağlık, ulaştırma, adalet gibi temel hizmetlerin, altyapının düzgün sağlanması ve düzenli bakımı. Kendi yaşantısına karışılmaması. Sözünün işitilmesi ve önce sözünü dilediğince söyleyebilmek. Girişimcilikte bürokrasiye toslamamak. Can güvenliği, sokaklarda huzur, sınırların korunması, ulusal çıkarların savunulması. İnsan gibi yaşamak, "adam" yerine konulmak. Böylece uzatılabilir, hepimizin bildikleri.

Buraya dek genelgeçer, sıradan doğrularda veya verilerde uzlaştıysak, ülkemizde bu imgesel gerçek cumhuriyetçi merkez sağcıya "demokratik" muhalefet, "altılı masa" hangi çözüm önerilerini sunuyor? İYİP’e dönse milliyetçilik, CHP’ye yönelse devletçilik, DEVA’ya baksa islâmcılık karşısına çıkacak. Kitle partilerinde radikal önermelere de, her seçmenin kaygılarını giderecek mükemmel, birebir örtüşen, eldiven gibi oturan çözümlere de yer olamayacağı belirtilebilir. Buna karşılık, üstünde durduğumuz verili düzlemde "vasatın talepleri, vasati beklentiler dahi ‘radikal’ mi kaçıyor yani?" diye de herhalde sorulabilir.

Akşener Garo Paylan’a Ermeni Soykırımı, Kılıçdaroğlu Ege adaları için Kuvayı Milliye, Babacan laiklik tartışmalarında "kazanılmış haklar" çıkışları yaptıklarında bir büyük boşlukta bozulmuyor mu büyü? Yahut geçenlerde CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Doğu Masası sorumlusu Oğuz Kaan Salıcı Mardin’de Ahmet Türk’e nezaket ziyaretinde bulunduğunda "asla siyaset konuşulmadığı" vurgusu yapmak gereksinimi duyduğunda? Levent Gültekin’in "içeriden" ve içten İsmailağa cemaati yazısını hangi duvara asmalı?

Camia, camileri de, cemaatleri de, cemevlerini de cem’an barındırmaz mı? Başörtülü vali, subay sevinci ne yanda, anayasa ve hukuk devleti ne yanda? Her ulusal güvenlik dosyasında dönüp "paşam biz bunları böyle bilmiyorduk, sen haklısın, dediğin gibi olsun" denilecekse? Faiz sebep, enflasyon neticeyse, vergi de sebep olacak ki "oralarda" bu aralar akaryakıtta, enerjide vergi indirimi benimseniyor mu enflasyonla mücadele adına? Tüm bunların ve ötesinin, sağı ne tarafa, solu hangi tarafa düşüyor bizim yerli ve milli kafa yapılarında?

Sağcılar ahmak olur. Kareli ceket, badem bıyık. SSCB ne de güzeldi, ay o günler. Marx gibi düşünür var mu sağda? Reagan-Thatcher her şeyi mahvetti, ah Stalin’in Brejnev’in yolundan gidileydi. Ha Boris Johnson, ha Donald Trump –arada ofisine bisikletle giden, âlemci, bilmemkaç kere evlenip ayrılmış, LGBT-Q haklarında, kürtaj yasağı vb. tartışmalarda nerede durduğu belli Oxford mezunu Johnson bu. Öyleyse Daniel Ortega da Che Guevara’nın günümüzdeki dışavurumu mu? Soğuk Savaş bitti, Amerikan emperyalizmi bitmedi; dün Irak’ta ABD postalına karşı olduğumuz gibi, bugün de Ukrayna’da…

Uzatılabilir de, uzatmayalım. Konumuza geri dönelim: Belki başlık yanlış. Belki doğru soru "hangi sağın merkezi" olmalı. Yahut "bu sağın merkezi var mı, olur mu?" diye de sorulabilir. Geçen Çarşamba günkü yine buradaki yazımla, bugünkünün alternatif başlığı "Kavgam I-II" de olabilirdi. Öner Günçavdı’nın Cumartesi günkü MedyascopeTV yazısı da cumhuriyetin özet iktisadi tarihi niteliğinde, öneririm.

Ancak aynı geçmişin bir de "kafa yapıları mücadelesinin tarihi" alt anlatısı var. Umudum ilk kez oy kullanacak gençlerde ve onların sandığa gitmesinde olsa da şimdilik "yine sen kazanırsın ey çözümsüzlük" diyerek sözümü bağlamak zorundayım korkarım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydın Selcen Arşivi