Süreyya Karacabey
Her şey düzeltilmeyi bekliyor
Sonbahar dağınıklığı diye bir şey var. Nesnelere de bulaşıyor bu dağınıklık. Yazın balkona yayılmış sandalyeler, hızla girilip çıkılan odalar, “bir şey alıp kaçacağım” denilen çekmeceler; hepsi düzeltilmeyi bekliyor.
Yaz boyu balkonda oturan çiçekler, evin içine alınca yerini yadırgıyor Çiçek kaprisi diye bir şey var, içeri girince sokağa bakmak istiyor hepsi. Odanın en güzel yeri için kavga etmek gerekiyor her defasında, her defasında onların kazandığı bir kavga bu çünkü güneşe bizden daha çok ihtiyaç duyuyorlar. Dedikleri yapılmazsa da boyunlarını büküp yola bakan koltuğu burnunuzdan getiriyorlar.
Nesnelerle sadece araçsal bir ilişki kurmak bana ayıp geldiği için onlara bir isim vermeye çok eskiden başlamıştım. Kişisel yazgımızın eşlik edicileri, yolculuğumuzda hep yanımızda olanlar. Bizimle beraber eskimeleri hüzünlü, kendi başlarına hareket edemeyişleri iç burkucu. Çok eski bir nesne, birden çok hikâyeye tanıklık etmiştir, bu yüzden eski nesneler biraz rahatsız eder beni. Kimse kullandığı havanın kendinden akıllı olmasını istemez, sanırım benimkiler öyle. Sonbahar dağınıklığı onlarla yeniden bir ilişki başlatıyor. Varlıkları yeniden teyid edilip, yerleri değiştirilirken bir karşılık vermiyorlar size. Benim karşılık veremeyen her şeyle dokunaklı bir bağım var.
Sokaklar ve mekânlar da değişecek yakında, açıkta duran şeyleri ya içeri alacaklar ya da korunaklı bir şeyin altına yerleştirecekler. Şimdi dağınık, yerler yapraklarla dolu, kediler ve köpekler için konulan mama kutuları evlerin önünde, ağaçların altında. Onlar da dağınık biçimde dolaşıyorlar ortada. Dolaşmalarına izin verilen bir sokaktaysalar. Kovalanınca da gidiyorlar. Sürekli bir endişe halinde olmalılar. Yaklaşan birinin kendilerine nasıl davranacağı konusunda bir fikirleri yok. Uzanan el, mama da verebilir, bir şey de fırlatabilir. Kovalanırken ya da canları yakılırken karşılık veremiyor onlar da. Benim karşılık veremeyen herkesle tuhaf bir bağım var.
Asıl Ortadoğu çok dağılmış durumda. Sadece sonbahar dağınıklığı mı emin değilim. Kendini hayvanlardan, nesnelerden ve diğer canlılardan ayıran insan, savaşın ortasında aniden bir nesneye dönüşüyor. Kim neye kuvvet uyguladığında özneleşirken, kuvvet uyguladığı şey nesne oluyor. Bu yüzden herkes bir başka şeye, kişiye, topluma kuvvet uygulayarak özneleştiğini düşünüyor belki de. Varım demenin en korkunç biçimi. Bütün tartışmalarımızda kendimizi özne ilan edebilmek için başkasını nesneleştirmemiz bundan. Ama doğuştan yalancı olduğumuz için, bunu kabul etmeyeceğiz hiçbir zaman. Zaten bütün mesele dağınıklığı toplamak, kendi iç çekmecelerimizi toplamamışsak, dışarıya daha fazla kuvvet uyguluyoruz, özneleşmek sandığımız şeyi gerçekleştirmek için.
Cumhuriyet de dağılmış durumda, sonbahar dağınıklığı ona temellük etmiş olmalı, bir sonbaharda kurulduğu için belki. Siyasal olan cumhuriyetin rejim olanını toparlaması gerekiyor ama rejim olan siyasal olana kuvvet uyguluyor doğduğundan beri. Respublica'daki res diyordu birisi, somut şey, nesne anlamına gelir. Kelimenin karşıtı ise spes, yani bu dünyaya ait olmayacak kadar kusursuz olandır. “Res publica'nın res'i bu dünyaya ait olma, insanlar arası ilişkiler kadar şeyler/nesnelerle kurulan ilişkilere de yer verme, ideal olmaktan ziyade kusurlu olmadır. ”Ve bundandır sürekli tamamlanması ve düzeltilmesi gereken bir şey olması" diyordu. (merak ederseniz şu linkte bulabilirsiniz tamamını)
Düzeltilmesi gereken bir dağınıklık. Rejimi kurarken bütün cam kenarlarına koltuklarınızı yerleştirmişsiniz. Çok ayıp. Kuvvet uyguladıklarınızı nesneleştirmişsiniz. Çok ayıp. Teorik imkânların hiçbirini kullanmak aklınıza gelmemiş, siyasal olanı karanlık yere koyup, sistemi güneşli salona aldıkça özneleştiğinizi sanmışsınız. Bu dağınıklığı toplamak lazım ama epey bir yer değiştirme işi var. Meclisteki koltuklar hangi sırada duruyor, kürsüler, mikrofonlar, el kaldırdığınız köşeler temizlendi mi? Yoksa hepsi aynı mı kalacak. Kışa böyle mi gireceksiniz?
Gerçekten her yer çok dağılmış durumda. Bütün nesnelere ve nesne muamelesi yapanlara yardım isteyen gözlerle bakıyorum. Karşılık versinler istiyorum. Kusurlu olanı düzeltmemiz, evi yeniden yerleştirmemiz ve her şeyi yeniden isimlendirmemiz gerekiyor. Sonra bir bomba düşüyor, çocuk hastanesine. Sonra başka bir bomba düşüyor başka bir köye. O gürültünün içinde hiçbiri karşılık veremiyor. Benim karşılık veremeyen her şeyle kahredici bir bağım var. Yapraklarla savrulup gitsin zalim öznelliğiniz.
Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.