Alp Altınörs
İdlib çok şeyi değiştiriyor
İdlib’de bölgesel bir savaş yaşanıyor. Dar bir alanda büyük güçler çarpışıyor. Aynı zamanda savaş teknolojisine dair de önemli gelişmeler yaşanıyor.
TSK’nın bir anda 30 SİHA’yı İdlib hava sahasına sokarak elde ettiği göreli üstünlük yeni bir durumdu, örneğin. SİHA’ların uçağa göre oldukça ucuz olması, buna rağmen, savaş uçağının taşıyabildiği birçok silahı taşıyabilmesi dikkat çekti. Pantsir gibi hava savunma sistemleri oldukça pahalı ve maliyetliyken, SİHA’ların ucuz olması, TSK’nın 27 Şubat’taki kitlesel kayıplarından sonra 48 saat kadar İdlib’de üstünlüğü elde tutmasını sağlayabildi. Herhalde SİHA’lara dayanan bu hava savaşı konsepti, bundan sonra hava savunma sistemlerini de dönüştürecektir.
Ne var ki, SİHA’lara dayalı bu üstünlük ancak 48 saat sürebildi. Bu süre zarfında 80’e yakın Suriye askerinin (içlerinde general ve albay rütbesinde subaylar da olmak üzere) öldürüldüğü Suriye kaynaklarınca da belirtiliyor.
1 Mart sabahından itibaren gelişmeler ters yöne doğru döndü. Suriye ordusu sabah saatlerinden itibaren hava sahasını "bütün uçan cisimlere" kapattı. (Bu, o ana kadar kapatamadığının da zımnen kabulüydü) Bu yasağı, 2 SU-24 uçağını yitirmek pahasına da olsa uyguladı. Keza Rusya Federasyonu ‘Suriye'deki Tarafları Uzlaştırma Merkezi'; "Suriye yönetiminin İdlib üzerindeki hava sahasını kapattıktan sonra Rusya'nın Türk savaş uçaklarının bölgedeki uçuşlarının güvenliğini garanti edemeyeceği" açıklamasını yaptı.
Suriye Savunma Bakanlığının açıklamasına göre, 1 Mart günü, bir gün içerisinde 6 SİHA düşürüldü. (3’ü ANKA SİHA olmak üzere) Aynı günün akşam saatlerinden itibaren Suriye ordusu M4-M5 otoyolları kesişiminde yer alan Serakib’e yöneldi. Sabahın ilk ışıkları şehre vurduğunda, artık Serakib merkezinde El Kaide bayrakları indirilmiş, Suriye bayrakları asılmıştı. 2 Mart saat 17.00 itibariyle Rus askeri polisi de şehre girdi. Böylece, 5 Mart’taki Putin-Erdoğan görüşmesine kadar bu stratejik noktanın Suriye ordusunda kalacağı aşağı yukarı netleşti. Muhtemelen hava sahasıyla ilgili durum 5 Mart’a kadar değişmeyecek. Öyle ise HTŞ tarafından ele geçirilen Nayrab ve Afes’in de Suriye ordusuna geçmesini bekleyebiliriz. Bu üç ilçeyi alabildiği durumda Suriye ordusu M5 otoyolunu açabilir, ancak M4 otoyolunun açılması için Güney İdlib’de bir dizi ilerleme daha kat etmesi gerekecektir, özellikle de Cisr es-Şuğr bölgesinde.
İdlib bölgesinde 5 Mart görüşmesinde varılacak sonuç, demek ki, AKP iktidarının istediği noktada olamayacaktır. Yani Suriye ordusu, TSK gözlem noktalarının gerisine çekilmeyecektir. Ancak Suriye ordusu da muhtemelen İdlib merkezi almayı bir süre ertelemek durumunda kalabilir. Böylece, Soçi Anlaşmasında da öngörüldüğü üzere, M4 ve M5 karayollarının açıldığı, El Kaide üyesi HTŞ’nin etkisizleştirildiği, İdlib bölgesinden Suriye ve Rusya ordularına saldırıların durdurulduğu bir zeminde uzlaşılabilir. Ki, bu, kısa vadede İdlib’i cihadistlerin elinde bıraksa da Halep-Şam yolunun açılmasıyla birlikte "İdlib sorununu" Suriye devleti için daha az sancılı bir sorun haline getirmiş olacaktır. Eğer Erdoğan Suriye ordusunun Türk gözlem noktalarının arkasına gerilemesinde ısrar ederse, Moskova’dan bir anlaşma çıkmayacaktır. Nitekim Kremlin Sözcüsü Dimitriy Peskov da Putin ve Erdoğan’ın "Soçi Anlaşmasının nasıl uygulanacağını görüşeceklerini" belirterek bunun altını çizmiş oldu.
Bu tablonun ışığında, Suriye sınırı ötesindeki 3 ‘harekâtı’ da Erdoğan bizzat ilan etmiş olmasına rağmen, ‘Bahar Kalkanını’ ilanının neden Hulusi Akar’a bırakıldığını da kestirebiliriz. Olası bir başarısızlığın faturasının Akar’a kesileceğini öngörmek mümkün.
Son günlerin en önemli gelişmelerinden bir diğeri, Libya adına Tobruk’taki Temsilciler Meclisinin temsilcilerinin (Trablus’un değil) Şam’ı ziyaret ederek, Suriye ile karşılıklı işbirliği anlaşması imzalaması oldu. Şam’da 2012’de kapatılan Libya Büyükelçiliğinin yerine Tobruk (Haftar) tarafını temsil eden bir Büyükelçilik açılacak. Ayrıca, Suriye’den Libya’ya sevk edilen ÖSO, HTŞ vd. unsurlar yakalanmaları durumunda doğrudan Şam’a iade edilecek. Bu birlikteliği zorlayan gücün AKP iktidarı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Benzer biçimde, AKP çevrelerinde İsrail’le açık işbirliğini savunanların sayısı da giderek artıyor. Lübnan Hizbullahı’nın ve İran’ın vurulmasında böyle bir arayışın izlerini görebiliriz. Nihayetinde, resmi açıklamalar ne olursa olsun, AKP iktidarının kuzeyden, İsrail’in güneyden Şam yönetimini hedef aldığını görüyoruz. Kısa vadede bu fiili ortaklığın söze dökülmesi de sürpriz olmaz. Umarız muhalefet partileri de ünlü "Kimleer kimlerle beraber" sözlerini sarf etmeyi ihmal etmez.
Ama bütün bu çabalara rağmen, AKP iktidarı ABD’nin aktif desteğini elde edebildi mi? Yine hayır. ABD Savunma Bakanı Mark Esper, İdlib’de Türkiye’ye hava desteği sağlamayacaklarını söyledi. Demek ki, Rus uçağı düşürme döneminde denenen ve işe yaramayan ABD ile Rusya’yı karşı karşıya getirme girişimi, İdlib’de de işe yaramayacak.
İdlib’de yaşananlar ve yaşanacaklar, pek çok şeyi değiştiriyor ve değiştirecek. Bunun iç siyasete yansımalarını da önümüzdeki dönemde göreceğiz. Türkiye’deki bütün ekonomik ve sosyal sorunları militarist bir söylemle bastıran ve erteleyen AKP iktidarı, tekyanlı askeri güç doktrininin sınırlarına vardıkça, içeride de toplumsal muhalefetin beklenmedik bir yükselişiyle karşılaşabilir.