iktidar ve muhalefet

anma mesajlarıyla nam salmış olan, azıcık adı duyulmuş hiçbir “ülkücü”yü ihmal etmeyen ekrem imamoğlu, çocuklar için götürdükleri oyuncaklarla bombalanan bu gençleri es geçti.

cumartesi anneleri, nöbetlerinin 800. haftasında, eylemin geleneksel mekânı olan galatasaray meydanı’na gitmek istedikleri için itilip kakılırken ankara’da chp kurultayı gerçekleşiyordu.

kurultay konuşmasında cumartesi anneleri’ni selamlayan kılıçdaroğlu, birkaç gün önce suruç katliamının yıldönümünde, ölenleri de anmıştı. ama anma mesajlarıyla nam salmış olan, azıcık adı duyulmuş hiçbir "ülkücü"yü ihmal etmeyen ekrem imamoğlu, çocuklar için götürdükleri oyuncaklarla bombalanan bu gençleri es geçti.

türkiye’nin karanlık çok dönemi vardır, 5 haziran 2015’le 1 ocak 2017 arası da bunlardan biri. 2015 seçiminden iki gün önce diyarbakır’da hdp’nin mitinginde patlayan bombayla 1 ocak 2017’de, yılbaşı gecesi reina’da patlayan son bomba arasında ölenler, sakat kalanlar, acı çekenler, travmayı atlatamayanlar, yakınlarını kaybedenler var. bu bombalamalar nasıl başladı, neden engellenmedi, sonra neden birden bire kesildi? türkiye tarihindeki birçok karanlık nokta gibi bunlar -ve ceylanpınar olayı- da bir gün aydınlanacak. ama şunu biliyoruz, 10 ekim’le ilgili savcılık soruşturması ışid üzerinden yürürken "kokteyl örgüt" ifadesini kullanıp dillere dolayan, hafızalara yerleştiren dönemin başbakanı ahmet davutoğlu’ydu. ışid’den "öfkeli çocuklar" olarak bahseden de, suruç’tan hemen sonra "elimizde canlı bomba listesi var ama eylem yapmadan yakalayamayız"  diyen de oydu. ışid’in türkiye’de, elini kolunu sallayarak denecek kadar rahat hareket ettiği zaman uzak bir geçmiş değil.

ama bunun kadar önemli olan bir başka şey var. sabahattin ali’den tkp’li 15’lere, cumartesi anneleri’nin evlatlarından suruç’ta, ankara garı’nda can verenlere kadar uzanan pervasızlık ve cezasızlık dalgası bize şunu açıkça gösteriyor:  türkiye cumhuriyeti tarihi boyunca değişmeyen şeylerden biri,  "solcu"nun eza görebilir ve canına kastedilebilir bir insan anlamına gelmesi! 

ama davutoğlu, örneğin kürtlerin gönlünü almak için, partisinin batman il kongresinde, "bana ‘prime minister’ dendiğinde rahatsız olmayanlar, ‘serok vezir’ dendiğinde niye rahatsız oluyor? bu toprakların has dili olan kürtçe seslenildiğinde niye rahatsız oluyorlar?" derken (ve tabii onların da öldürülmeleri, tecavüze uğramaları, eziyet görmeleri konusundaki kolaylıklara değinmezken) suruç’un adını bile anmıyor.

bunu sebebi bence çok açık; kürt hareketi, her alanda gözardı edilemeyecek,  gözden çıkartılamayacak, vazgeçilemeyecek bir güç. aynı davutoğlu, tabii ki pınar gültekin’le ilgili de paylaşım yaptı. nedenini anlatmama gerek yok. 

hakkını yemeyeyim, ali babacan da, hem pınar gültekin’i anmış hem de "basının susturulduğu ve sansürlendiği ülkemizde gazeteciler ve basın bayramı’nı en içten özgürlük dilekleriyle" kutlamış. yani ancak desteğine ihtiyaç duyulanlar gündeme girebiliyor! 

bugün kurultayını yapan chp’nin genel başkanlığını sürdüren kılıçdaroğlu, bu güçlerle işbirliği içinde iktidarı almayı hedefliyor, deva ve gelecek partisi ile yakınlıklarını vurguluyor ki zaten kendi siyaseti de onlarınkinden çok farklı değil.

bu mümkün mü? bence mümkün. bugünkü iktidarın birçok temel politikası sürecek şekilde bir "nöbet değişimi" –bile- çok kolay değil ama pekala mümkün. bu az şey midir? bence hayır. büyükşehir belediyelerinin el değiştirmesi de az bir şey değildi ve daha önemlisi sadece iktidarı yıpratmadı, bu illerde birçok uygulama da değişti. 

böyle bir değişiklik türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılamaya yeter mi? asla. üstelik geçtiğimiz sekiz yılda iktidara karşı politize olmuş birçok insanın köşesine çekilmesine yol açmak gibi olumsuz etkileri de olur. 

bugünküne çok benzer şeyler yapacak başka bir iktidar blokundan farklı, halkın ihtiyaçlarına dayanan bir program izleyecek, farklı bir çözüm olabilir mi? devrimciliğin hayalsiz olmayacağına inanmakla birlikte gerçekçi olmanın tek biçiminin imkânsızı –en azından yakın vadede imkânsız olanı- istemekten ibaret olmadığına inanıyorum. bu tür bir programı hayata geçirebilecek bir güçler birliğinin oluşması ihtimali, 2014 ortalarında, gezi’nin sönümlenmesiyle birlikte ortadan kalktı bence. o sönümlenme olmasaydı, hdp’nin 2015’teki seçim başarısı çok başka kapılar açabilirdi. tarihi geriye sarmak mümkün değil, bunun bir anlamı da aynı koşulları bugün oluşturmaya çalışmanın manasızlığı. o yüzden ancak bulunduğumuz noktadan devam edebiliriz.

ilhan cihaner kurultay’da çok önemli bir konuşma yaptı, tarihe imzasını attı ama genel başkan olması bir mucize olurdu. mucize beklemenin siyasette yeri yok! 

ve bugüne kadar, bilinçlerdeki de dahil olmak üzere bütün değişimleri taban hareketleriyle gerçekleştirdik, bütün kazanımları kitlesel mücadelelerle elde ettik. 

iktidarın yerine geçecek ittifakın kurulacağı masada kimler olur bilmek güç ama sosyalistlerin bulunacağını hiç sanmıyorum, feministlerin böyle bir temsiliyeti ve örgütlülüğü dahi yok. ama taleplerimiz, o masada yer alabilir. 

iktidarın el değiştirmesi süreci bir biçimde meclisten ve seçimlerden geçecek. tabandaki, alandaki gücümüz, masalara, ittifaklara falan bulaşmadan, meclis ve seçimi etkileyecek bir etmen haline gelebilir. 

istanbul sözleşmesini, hukukun üstünlüğünü, sendikalaşma hakkını, kıdem tazminatını, -en azından yakın tarihteki- katliamların hakkıyla soruşturulmasını savunmayana ve kürtlerle masaya oturmayana oy yok!

bunlar ilk aklıma gelenler, ortak bir akılla çok daha yetkin bir söz kurulabilir. 

sokakta, demokratik kitle örgütlerinde, sosyal medyada, bulunduğumuz, aklımıza gelen gelmeyen her yerde! biz diyelim, sonra onlar düşünsün.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi