Celal Başlangıç
İktidarın faşistine, yargının vicdansızına kaldık!
Bolu Dağ Komando Tugayı 1993’ün Ekim’inde Diyarbakır ve Muş kırsalında operasyon yürütüyordu.
Tugayın komutanı General Yavuz Ertürk’tü.
Kulp’un Alaca köyü Muş’un Kayalısu köyünden gözaltına alınan 11 kişiden bir daha haber alınamadı.
Aileleri savcılığa başvurmuştu ama hiçbir sonuç çıkmadı.
1994 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu köylülerin avukatları.
Dava 2001’de sonuçlandı.
AİHM verdiği kararda 11 kayıp kişinin ölümünde sorumlu olduğu ve etkili bir soruşturma yürütmediği için Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum etmişti.
Hatta o tarihte Türkiye için savunma yapan Yargıç Feyyaz Gölcüklü, Türkiye’de kolluk güçlerinin yasadışı olarak köylüleri gözaltına aldığını kabul etmişti.
5 Kasım 2004’te gözaltında kaybedilen 11 köylüye ait toplu mezar bulundu. Adli Tıp, bulunan kemiklerin gözaltına alınan köylüler olduğuna ilişkin rapor verdi.
Aileler yıllarca bir dava açabilmek için çabaladılar.
TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu aynı yıl olayı araştırarak Tuğgeneral Yavuz Ertürk komutasındaki operasyon sırasında 11 köylünün katledildiğinin anlaşıldığı yönünde bir karar verdi.
Zaten köylüler yakınlarının gözaltındaki süreçlerine de tanık olmuştu.
Gerek AİHM gerekse de yargılama dosyalarına giren anlatımları kuşkuya yer bırakmayacak kadar netti.
Kayıp kişilerden biri olan Mehmet Salih Akdeniz’in eşi Pembe "Eşime gözaltındayken yemek götürdüm, eşim bana ‘Bize artık yemek getirme. Bizi öldürecekler’ dedi" diye aktarmıştı tanıklığını.
Yine kayıp 11 kişiden Turan Demir’in annesi Zekiye ifadesinde "Ben Turan’a üç dört gün yemek götürdüm. Buradan kaçıp gitmemi söyledi. Elleri kelepçeliydi" diye ifade vermişti mahkemede.
Sonunda Ekim 2013’te Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı iddianameyi yazabildi.
Savcı, Bolu İkinci Komando Tugayı Komutanı emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün birden fazla kişiyi aynı sebeple öldürmek, halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik, cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturmak suçlarından 11 kez müebbet ve 25 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını istiyordu.
Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava iki duruşma sonra Ankara’ya sürgün edildi.
İşte dün Ankara’da bu davanın 18. ve karar duruşması vardı.
Mahkeme heyeti yeterli delil olmadığı için emekli General Ertürk’ün beraatına karar verdi; zaman aşımına uğradığı gerekçesiyle de davayı düşürdü.
Yargılanan bir general olunca mahkeme heyeti AİHM kararını, Yargıç Gölcüklü’nün itirafını, Meclis Araştırma Komisyonu’nun raporunu, toplu mezarda bulunan 11 köylünün kemiklerini, bu konudaki Adli Tıp raporunu, tanıkların anlatımlarını "yeterli delil" saymamıştı.
Dün bir dava daha vardı Diyarbakır’da; bu kez de sanık bir polisti.
Newroz kutlamaları sırasında alana girmek isterken üzerinin yarı çıplak olmasına rağmen "canlı bomba şüphelisi" görülerek polisin açtığı ateş sonucu vurularak öldürülen Kemal Kurkut adlı gencin davası…
Bütün deliller, tanık anlatımları, birçok kameranın çektiği görüntüler, hatta olay anının fotoğrafları… Her şey vardı mahkeme dosyasında.
Hatta dosyaya yeni giren görüntüden gelen seste, bir polis memuru "Adamı vurmaya gerek yok ki" diye net bir şekilde konuşmaktadır.
Ancak bütün bunlara rağmen mahkeme "olası kastla insan öldürme" suçundan hakkında müebbet hapis istenen sanık polis memuru Yakup Şenocak hakkında tutuklama taleplerini reddetti.
Suç zanlısı asker ya da polis olunca "şanlı, şerefli ve bağımsız Türk yargısı"nın eli ne tutuklamaya ne de ceza vermeye başlıyor.
Geçtiğimiz günlerde başka yargılamalar da vardı elbette.
Örneğin önceki gün İstanbul’da Kanun Hükmündeki Kararname ile kapatılan Hayatın Sesi Televizyonu yöneticilerinin yargılanması vardı.
Televizyoncular Mustafa Kara, İsmail Gökhan Bayram ve Gökhan Çetin 3’er yıl 9’ar ay hapis cezasına çarptırıldılar.
Suçları ne biliyor musunuz; hem IŞİD, hem TAK, hem de PKK propagandası yapmak. Yani birbirine düşman örgütlerin hepsinin birden propagandasını yaptıkları iddiasıyla televizyoncuları hapis cezasına çarptırmak sadece mantık sınırlarının dışına çıkmakla değil, hayatı çok fazla zorlamakla açıklanabilir ancak.
Ama olsun, polis ya da asker değilsen, hele muhalif, sosyalist ve Kürt’sen ne mantığa, ne hayatın doğal akışına ne de vicdana ihtiyaç var; "Yatsın da aklı başına gelsin" giyotinini işleten bir yargı mantığı egemen.
Bunun en dehşetli örneğini geçen gün 3. Havalimanı inşaatındaki yaşam koşullarının iyileşmesini isteyen işçilerden 24'ünün tutuklanmasında yaşadık.
Çok fazla bir şey istemiyorlardı. Tahtakurusuz yataklar, yenilebilecek yemekler, düzenli bir servis, zamanında ödenen maaşlar. Patronların kendilerine uyguladığı zulmün, firavunların piramitlerini yapan köleler gibi çalıştırılmanın son bulmasını istiyorlardı.
"Sen misin hakkını arayan" giyotini de vardı "şanlı, şerefli ve bağımsız Türk yargısı"nın.
"Hakkını arayanın kellesi vurula" dedi. Çünkü o mahkemelerdekiler Saray iktidarının kendi kellelerini vurmasından çok korkuyorlar.
Ne güzel söylemişti Yaşar Kemal usta:
"Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık!"
Aynen öyle be usta. Tam da dediğin gibiyiz; iktidarın faşistine, yargının vicdansızına kaldık!