Nurcan Kaya
İktidarla, korkuyla, umut kırıcılarla mücadele
"Zor günlerden geçiyoruz" cümlesini kim bilir kaç kere kurmuşuzdur şu ahir ömrümüzde. Zorun daha da zoru ile sınandığımız zamanlar oluyor ama bu ülkede hep zor günlerden geçiyoruz. Umudu korumanın, direnme azmi bulmanın ve korkmamanın epey güç olduğu günler.
Şu son birkaç yılda barışa, daha iyi bir yaşama dair, biraz huzura, biraz güvenli geleceğe dair yeşermiş olan umudumuzu önemli oranda yitirmemize sebep olan şeyler yaşadık.
Kendimizi bir anda, insanların öldüğü, işkence gördüğü, bedenlerinin teşhir edildiği, şehirlerin bombalanıp yok edildiği bir atmosferde bulduk.
Seçilmiş siyasetçiler hapsedildi. Belediyeler resmen gasp edildi. Kayyımlar eliyle ya da KHK’larla yüz bini aşkın insan haksız yere ve hukuk usullerine uyulmadan işinden aşından oldu.
Evrensel hukuka her daim direnmiş olan savcılar ve yargıçlar, pozitif hukuka, asgari usul kurallarına uymaya çalışma ya da uyuyormuş gibi görünme ihtiyacı dahi duymuyorlar artık.
Basın kuruluşları, dernekler kapatıldı. Daha bu sabah yeni bir KHK ile üç basın kuruluşunun kapatıldığı haberine uyandık.
Bir sosyal medya paylaşımı, yazılan bir yazı, bir toplantı, her şey yıllarca süren tutukluluk ya da hapse bahane olabiliyor.
Çocuklar dindar ve milliyetçi gençler yetiştiren bir eğitim sisteminin esirleri haline geldiler.
Tarih, kültürel miras ile doğa rant ve kısa vadeli kazanç uğruna acımasızca yok edildi, ediliyor. Hasankeyf’in sular altında kalacak olması yetmezmiş gibi, bir de patlayıcılarla yıkıldığını gördük. Sur büyük oranda yok edildi. Ormanların yakıldığına, insanların kendi çabalarıyla yangına müdahale etmelerine engel olunduğuna tanıklık ettik.
Giydiğimiz, yediğimiz, içtiğimiz, nasıl yaşadığımız, hele kadınsak dert oldu. Sokakta, otobüste sırf giyindiklerimiz için pervasız saldırıların hedefi haline geldik.
İş cinayetlerine ilişkin haber almadığımız tek gün yok.
İktidar, yerel yönetimler, gözü dönmüş insanlar/şirketler/müteahhitler, güvenlik güçleri karşısında hiçbir önemi olmayan garip canlılar olarak yaşamaya çalışıyoruz. Sesimiz kısık. Alacak nefesimiz bile yok gibi geliyor bazen. Umudu korumakta zorlanmakta haklıyız. Tamam.
Ama bütün bunlara karşı bir şey yapmazsak her şeyin daha da kötüye gideceğini biliyoruz, değil mi? Ara sıra, iktidarın böyle devam edemeyeceğine, kendi sonunu hazırladığına dair analizler okuyunca sizin de yüreğinize su serpiliyor, içinizde bir umut kıpırdıyor, eminim. Evet, herkes gibi bir gün elbet gidecekler ama demokratik olmayan bir iktidarın demokratik yollarla gidişini birkaç yıl içinde görmek de mümkün, 5-10, hatta daha uzun yıllar sonra da. Üstelik öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, "bu iktidardan kurtulalım, ne olursa olsun" diyecek durumda da değiliz. Ülkenin daha sonra kimler tarafından, nasıl yönetileceği de büyük bir sorun. Başka devletlerin Türkiye üzerindeki tesiri, bölgedeki gelişmeler vs. ülkeyi ve hayatımızı çok etkileyebilir ama hem bu iktidarın demokratik yollarla gidişi hem de sonrasında demokratik bir rejimin inşa edilmesi için esasen çaba göstermesi gereken bizleriz. Ve o çabayı göstermeye başladığımız, üzerimizdeki ölü toprağını atmaya başladığımız anda, umudumuzun biraz olsun yeşerdiği durumlarda hem iktidar hem içimizdeki birileri devreye giriyor.
İktidar ne zaman ki muhalefette önemli bir hareketlilik ya da demokratik yollarla hak arama, muhalefet etme, direnme pratiklerinin yaygınlaştığını görse, muhalefeti marjinalleştirmek ve konu Kürtlerse onları şiddet içeren bir kulvarda mücadele etmeye yönlendirmek için elinden geleni yapıyor. Böylelikle muhalif gruplar arasında gelişebilecek yakınlaşmayı da bu grupların mücadelesinin daha büyük kitleleri etkilemesi olasılığını da büyük oranda engellemiş oluyor. CHP’nin adalet yürüyüşü ve mitingine ilişkin eleştiriler, HDP’nin vicdan ve adalet nöbetinin marjinalize edilmesi, iki tarafın bir araya gelmesini engellemek için verilen mesajlar en güncel örnekler. (Bu yazının konusu CHP olmadığı için CHP’nin Kürt fobisi nedeniyle HDP ile bir araya gelmekten kaçınması konusunu atlıyorum. Baskın Oran’ın bu haftaki yazısı bu konuda, okumanızı tavsiye ederim.)
İktidarın akıllıca yaptığı bir diğer de şey yaşanan bunca gelişme nedeniyle uzun süre şaşkınlık ve korku içinde eli kolu bağlı oturan insanlar nihayet şoku üzerinden atıp, korku duvarını aşacak gibi olduğunda yeni bir korku iklimi yaratacak tedbirler almak. Bunun son örneği Büyükada’da insan hakları savunucularının gözaltına alınıp tutuklanması oldu. Kuşkusuz ki bu absürt tutuklamayı gerçekleştirmek için pek çok sebebi vardı iktidarın ama bunlardan en önemlisi insan hakları mücadelesi veren kişilere, kurumlara göz dağı vermek, korkutmak ve yıldırmaktı. Ve korkarım ki iktidar şu an için bunu bir ölçüde başarmış görünüyor.
İnsan hakları savunucularının tutuklanmalarından sonra herkesin başına her an her şey gelebilir duygusu hâkim oldu. Çok duydum. Projelerini durdurmayı düşünen, başlamak üzere olan önemli projelerini geri çeken, hatta kendini kapatmayı düşünen STK’lar; mümkün mertebe insan hakları savunusu yapmamaya çalışan kurumlar; savunu işlerini ya da ‘Türkiye’yi kızdıracak konuları ya da etkinlikleri’ içeren projeleri desteklememeyi tercih eden fon kuruluşları; "bir bahara kadar bekleyelim" diyen kurumlar; "şunu yazmayım, biraz geri çekileyim" diyen insanlar… Hala bir şeyler yapmaya çalışan kişileri ya da kurumları (iyi niyetle de olsa) mütemadiyen uyaran, bir şey yapmamaya ikna etmeye çalışan dostlar…
Korkmak, kendini korumak istemek en insani duygulardandır. Tehlikenin olduğu yerde tedbirli davranmak ve kendini korumak da aklın gereğidir. Kör gözüm parmağına hallerini yok saymak kimse için akıllıca bir davranış olmaz, kimseye faydası da olmaz ayrıca. Tamam. Ama iktidarın amacına ulaşmasına izin vermenin, korku nedeniyle yapılabilecek çokça şeyi yapmaktan vazgeçmenin de kimseye faydası yok, olmayacak da.
İktidarın muhalif grupların ve insanların zayıflıklarını akıllıca kendi lehine manipüle etmesi şaşırtıcı değil elbet. Buna en az iktidar kadar akıllıca yöntemler ve pratiklerle karşı koymak muhalefetin, demokratik çevrelerin ve insan hakları savunucularının boynunun borcu olsun. Ama derdimiz bundan ibaret değil. Çevremizde, demokratik yollarla verilecek mücadelenin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, muhalefet partilerindeki hareketliliğin hiçbir faydası olmayacağını söyleyen, onların faaliyetlerini de sivil toplumun çalışmalarını da bireylerin naçizane uğraşlarını da değersiz bulan, küçümseyici yorumlar yapan çokça insan var ve bu kişiler insan hakları ve demokratikleşme mücadelesine iktidar kadar olmasa da epey olumsuz etkide bulunuyorlar. CHP’nin adalet temalı eylemlerini hayli önemsiz gören bu kişiler, HDP’nin bu eylemlere katılmasının kötü bir fikir olduğunu söylerken, HDP’nin düzenlediği vicdan ve adalet nöbetlerini ve demokratik pek çok eylemini anlamsız bulabiliyor, bu çabaları itibarsızlaştıran yorumlar yapabiliyorlar. Yani bu insanlara HDP’nin ne başka gruplarla teması ne de kendi başına yaptığı eylemler anlamlı geliyor. Sivil toplum kuruluşlarının, aktivistlerin, hak savunucularının çabalarını da önemsiz görüyorlar. Çünkü özü itibariyle çatışmalı süreçle veya sempati duydukları franksiyonlarla var olmuş ve kendi varlıkları/değerleri çatışmanın, mevcut ahvalin devamına bağlı olan kişiler bunlar. Bugün onları alıp demokratik bir ülkeye bıraksanız ne iş yapacaklarını, nasıl yaşayacaklarını, hayattan nasıl zevk alacaklarını bilemeyecekler muhtemelen. Ayrıca kendi eksikliklerini gizlemek için de başkalarının gayretlerini küçümsemekte beis görmüyorlar. Eleştiri yapılmasından bahsetmiyorum. İçinde bulunduğumuz grupları da diğerlerini de eleştire eleştire ilerleyebiliriz ama yapıcı eleştiri ile yıkıcı yorumlar yapmak ve umut kırıcısı olmak arasında büyük bir fark var. Bulundukları örgütlere, oluşumlara ve demokratik hak mücadelesine yarardan çok zararı var bahsettiğim insanların. Ve maalesef yalnızca iktidarla değil, bu umut kırıcılarla da bir şekilde mücadele etmek zorundayız.
Umarım insanlar, biz, hepimiz, yaratılan bu korku iklimini kısa sürede aşabiliriz. Umuda da inada da sarılarak, içimizdeki umut kırıcılarına da direnerek daha iyi bir hayat için yapılabilecek ne varsa yapacak, söylenebilecek ne söz varsa söyleyebilecek duruma geliriz. Biz endişe ve yılgınlık içinde beklerken bu cümleleri kuramayacağımız günler de gelebilir zira.