Celal Başlangıç
İmamoğlu AKP’li seçmenin de evine girdi!
AKP, İstanbul adayı Binali Yıldırım’ı CHP adayı Ekrem İmamoğlu ile aynı ekrana çıkartma mecburiyetinde kaldı. Çünkü İstanbul’u kaybediyordu.
Binali Yıldırım’a son çare olarak bir "intihar saldırısı", hatta bir huruç, bir yarma harekâtı yaptırtmak zorunda kaldılar.
İstanbul’u kaybetme korkusu Erdoğan’ın 17 yıllık "iktidar kibri"ni yalamasına yol açtı.
Çünkü Erdoğan 2002’de iktidara geldiğinden bu yana geçen 17 yıllık süreçte Türkiye’nin güdük demokrasisinde bir nefes borusu olan seçimden önce parti başkanlarının aynı ekranı paylaşma geleneğini bile ortadan kaldırmıştı.
Oysa 1983’te, yani 12 Eylül generallerinin iktidarda olduğu süreçte bile darbe sonrası yapılacak ilk seçimler için parti genel başkanları TRT’de aynı ekranı paylaşabilmişti.
Darbeci generallerin açıktan açığa desteklediği MDP’nin Genel Başkanı Turgut Sunalp, askerlerce muhalefet görevi verilen Halkçı Parti’nin Genel Başkanı Necdet Calp ile rejimin gönülsüzce seçime soktuğu ANAP’ın Genel Başkanı Turgut Özal seçimler öncesi bir arada tartıştılar.
Açıkça söylemek gerekirse 12 Eylül darbesinin gölgesinde, günümüzden 36 yıl önce yapılan bu televizyon tartışması bile, önceki gece yapılan İmamoğlu-Yıldırım münazarasından daha heyecan vericiydi.
Hiç değilse Halkçı Parti lideri Necdet Calp, Boğaz Köprüsü’nü satmak isteyen Turgut Özal’a karşı elini "sattırmam" diye masaya vurmuş, yüzde 30 oy almıştı. Turgut Özal‘ın o programda yıldızı parlamış, generallerin iktidar adayı Turgut Sunalp o toplantı sonrası tarihe gömülmüştü.
1991, 1995, 2002 seçimlerinde de liderlerin televizyon ekranlarında bu tür buluşmaları çeşitli kanallarda gerçekleşmişti.
Erdoğan 2002’de iktidara geldikten sonra bugüne kadar geçen 17 yılda bu tür bir ekran paylaşımı bir daha gerçekleşmedi. Muhalefetin ortak televizyon programı çağrıları sürekli Erdoğan’ın ve AKP sözcülerin kibirli söylemleriyle reddedildi.
Türkiye’de 17 yıllık AKP iktidarı sürecinde beş genel, dört yerel seçim, üç referandum, iki cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleştirildi. Tek bir seçimde bile AKP’nin kibri liderlerin aynı programda ekran paylaşmasına izin vermedi.
İşte bu "iktidar kibri", AKP’yi İstanbul’u kaybetme korkusu sarınca kırıldı.
"Ya tutarsa" diye artık neredeyse kaybedecekleri seçimin kaderini değiştirmek için Yıldırım’ı İmamoğlu’nun önüne attılar.
Aslında bu CHP’ye kurulan bir tuzaktı. Bu AKP’nin son şansıydı. Bu yüzden CHP’nin reddetmeyeceği bir teklife dönüştürdüler. Hiçbir TV’ye ait olmayan stüdyoda, AKP muhalifi olduğuna dair yüksek bir algı olan televizyoncuyu moderatör olarak önerdiler.
Oluşan baskı, siyasal ortamın gerginliği, toplumsal kutuplaşma Türkiye’yi bu tür bir tartışmayı sağlıklı biçimde yapabilme atmosferinden hayli uzaklaştırmıştı.
Bu yüzden de önceki gece yapılan program, seçilen formatın da kısırlığı nedeniyle tartışmasız, heyecansız, derinlikten yoksun ve renksiz oldu.
Aslında program başladığında İmamoğlu daha gergin, Yıldırım daha sakin görünüyordu. Ancak özellikle 20. dakikadan sonra roller değişti. Artık karşımızda daha gergin bir Yıldırım, daha sakin bir İmamoğlu vardı.
Programın ilerleyen bölümlerinde kurallara uymayan, rakibinin sözünü kesen, hatta rakibine soru sormaya kalkan, moderatörün soru sormasına fırsat vermeden konuşmaya başlayan bir Yıldırım figürü çıktı ortaya.
İmamoğlu konusuna daha hâkim, daha hazırlıklı bir aday görüntüsü verdi.
Yıldırım ise kendi söylediğine bile inanmakta zorlanan, bıkkın ve yorgun aday olarak göründü ekranlarda.
Yıldırım sürekli gözlerini kırpıştıran, rakibinden bakışlarını kaçıran, tebessüm mü ettiği bıyıklarını mı yediği anlaşılmayan bir portre olarak yansıdı.
İmamoğlu konuşmasının ilk anından itibaren görsellerle, belgelerle Yıldırım’a göre daha aktif bir aday görüntüsündeydi. Yıldırım ise ancak programın 39. dakikasında bir görsel malzeme tuttu kameralara. Meğer o da İstanbul’la değil, İzmir’le ilgiliymiş.
Zaman kullanımı açısından da İmamoğlu, Yıldırım’a göre daha başarılıydı. Üç dakikalık süreyi İmamoğlu rakibine göre çok daha iyi kullandı. Yıldırım ise kendini ifade etmekte zorlanıyordu ve derdini üç dakika içinde anlatamayacak kadar yavaştı.
Yıldırım sıkıştığı iki noktada rakibini "FETÖ" ile vurmaya kalkıştı. Ancak bu "FETÖ" suçlaması Yıldırım’ın başına patladı. Çünkü "FETÖ" tartışması başladığı anda sosyal medya "Yıldırım’ın FETÖ arşivi"yle yıkıldı.
Cemaatin İzmir’de düzenlediği Türkçe Olimpiyatları’nda Yıldırım’ın Gülen’e övgüler düzen konuşması, Gülen’in kardeşinin cenazesinde saf tutuşu ortalığa saçıldı.
Yıldırım programda "Teknoloji bizim işimiz" dediği anda sosyal medya bu sözünü de anında tekzip etti. Programda Yıldırım’ın gençlere bedava internet vaat ederken megabit ile gigabiti karıştırması, bilgisayarın faresini lahmacun hamuru gibi yoğurmasına ilişkin görüntüler alay konusu oldu.
Programda tartışma konusu olan Sayıştay raporu ise tam bir kırılma noktasıydı.
Stüdyoda üç kişi vardı. İkisi İstanbul’u yönetmeye adaydı, üçüncüsü ise programın moderatörü. İşin ilginci üç kişiden ikisi bu raporu okumamıştı. Moderatör İsmail Küçükkaya’nın hele böyle bir programı üstlendiği için mutlaka okuması gerekiyordu Sayıştay’ın İstanbul raporunu. Ama okumamıştı. Daha da ilginci programda daha önce yalanladığı Sayıştay raporunu daha sonra okumadığını Yıldırım kendi ağzıyla itiraf etti. Raporu çıkartıp masaya koyan İmamoğlu’nun ise Sayıştay’ın İstanbul raporunu okuyan tek kişi olduğu anlaşıldı.
İmamoğlu çok temkinliydi, önüne gelen topları bile son seçime kadar AKP’yi desteklemiş seçmenden oy beklediği için boş kaleye atmadı.
Performans olarak İmamoğlu düşük bir profil çizdi ama Yıldırım’la karşı karşıya olduğu için çok daha fazla parlak bir görüntü verdi.
Sonuç olarak önceki gece gerçekleştirilen televizyon programında İmamoğlu bir şey kaybetmedi.
Binali Yıldırım beklenen huruç harekâtını yapamadığı için hiçbir şey kazanmadı hatta biraz daha kaybetti.
Bu program için "kırılma noktası olacak, çok ciddi bir ışık verecektir diye düşünüyorum" diyen Erdoğan’ın son umudu da beklediği gibi gerçekleşmedi.
"Demokrasi şöleni" denilerek program öncesinde yükseltilen beklentiler de karşılanmadı. Zaten olmayan demokrasinin ne şöleni olacak ki, olsa olsa bu saatten sonra demokrasinin ruhuna Fatiha töreni olur ancak.
Çünkü önceki akşam gerçekleştirilen yayın, 17 yıllık AKP iktidarının Türkiye’yi demokratik tartışma kültüründen ne kadar uzaklaştırdığının çok açık bir göstergesiydi.
Bu tartışma Türkiye demokrasisi açısından da ibret vericiydi.
Bir liderin eteğine tutunarak hiçbir yeteneği, hiçbir birikimi olmayan bir kişinin Türkiye Cumhuriyeti’nin hangi yüksek mevkilerine kadar yükselebileceğinin ibret verici bir kanıtıydı.
Sonuçlara bakarak şunu söylemek gerekir ki, gecenin en kârlı çıkanı CHP adayı İmamoğlu oldu.
Çünkü birçok televizyonda yayınlanan programı seçmenler en çok FOX TV’de izledi. İkincilik ve üçüncülük tahtına ise Kanal 7 ve Beyaz TV oturdu.
Yani, İmamoğlu özellikle Kanal 7 ve Beyaz TV gibi başka koşullarda hiçbir biçimde giremeyeceği AKP’li seçmenin evinde başköşeye yerleşti.