Ali Duran Topuz

Ali Duran Topuz

İşçi kıyımlarının teolojisi ve kâr dininin iktidarı

Bu sistem kömürü ekonomiye kazandırma sistemi değil, işçiyi kömüre çevirme sistemi. Eski “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış kitle” sloganı ile mevcut “kader planı” nutukları söz konusu sistemin kötülüklerini gizleyen örtülerden ibaret.

Türkiye Cumhuriyeti emek tarihinde işçi hep “ucuz” olsun istendi; işçi bir de madenci olunca canı, tıpkı ücreti gibi “ucuz” tutulmak istendi. Başarıldı da bu, işte dün en acı örneklerinden birine daha şahit olduk. “İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz” ideolojik teranesindeki “sınıfsız”lık, imtiyazsızlıkla katmerlenmiş bir yoksulluğu örtüleme lafıdır. Boş laf değil, aşırı dolu bir laf, bugünkü “fıtrat” ve “kader” laflarına bağlanan bir laf.

Soma’da duyduğumuz fıtrat ve Bartın’da duyduğumuz “kader planı” örtüyü sadece ideolojik olmaktan çıkarıp teolojik hale getiriyor; daha karartıcı bir örtü.

Tabii işler sadece ideolojik yahut teolojik nutuklarla yürümüyor, zor da var işin içinde: Aynı tarih boyunca, bütün önemli duraklarda zor hep işçi aleyhine devreye sokuldu: Hem sisteme sindirilmiş, yargıda, medyada, akademide işler halinde olan görünmez zor hem de açık, coplu, sopalı, gazlı, kurşunlu zor. Patronlar değil işçiler ağlasın diye harekete geçen 12 Eylül generallerinden son on yıl içinde yönetimde olan “sivil”lere kadar aynı zorun işbaşında olduğuna şahitlik ettik.

“CEHHENNEM DELİĞİ”

1940’ta çıkarılan “mükellef yasası” ile zorunlu olarak maden ocaklarına sokulan işçiler, o yasa çıktıktan sonra da aynı kadere mahkum kaldı. Tanrının planı olan kader değil, işveren efendilerin planı olan kader. Mükellef yasasına karşı isyan ve itirazları dile getiren bir halk şarkısı, maden ocağını “cehennem deliği” olarak tanımlar:

“Mükellef ilan oldu gelin dediler
Cehennem deliğine girin dediler”

(Prof. Dr. Ahmet Makal, Erol Çanta ve Murat Kara “mükellef” adlı zulüm uygulamasını araştırarak emek arşivine önemli katkı sağladılar.)

SOMA’DAN BUGÜNE DEĞİŞENLER DEĞİŞMEYENLER

Maden ocağı o gün bugündür “cehennem deliği”dir; zebanisi devlet ve patronlar olan bir kara ateş dolu delik. Soma’daki madenci katliamından sonra izlediğimiz hakikati karartma pratikleri bugün de yürürlükte anlaşılan; üstelik aradan geçen zamanda tahkim edilen yeni yasal ve idari imkanlarla.

Dün Bartın’a ulaşmak isteyen herkes yollarda durduruldu, GBT yapıldı. Beğenilmeyenler Bartın’a sokulmadı. Madende yakınları katledilenler, onların mesai arkadaşları, Bartın Amasra halkı, gazetecilere, avukatlara konuşmamaları için uyarıldı. Böylece, Soma’da, bütün engellere rağmen patronların, üst düzey kamu yetkililerinin yargılanmasını sağlayan hukuki mücadelenin önü daha baştan alınmak isteniyor anlaşılan. Kaza, kader sözleri de bu sebeple dolaşıma sokuluyor.

Oysa teolojik kader fikri, hukuki sorumluluk fikrini ortadan kaldıramaz, söyleyenler de iyi biliyor. Hukuk tersine çevrilmişse, tersliği gösterecek medyanın ağzı bağlanmışsa, idari uygulamalarla siyaset yapma hakkı yok edilmişse, eski ideolojik örtüler de yeni teolojik örtüler de işe yarar diye umuluyor.

Gizlenmek istenen şey, bu katliamların ilk sorumlularının siyaseten egemen olanlar olduğudur, elbette beraberinden gizlenmek istenen şey büyük sermayenin çıkarları, yani kâr mekanizmasıdır.

Can işlerinde elden çıkan her sistemik cinayete ‘kaza’ denilmesinin sebebi var: Aynı düzene devam arzusu. Mükellef türküsündeki gibi, dün de madencilere ‘Cehennem deliğine gir’ dediler alçak ve yüksek makamlar. O yüzden ne istifa gelir, ne özür gelir, ne yargı tutumunu değiştirir. İtiraz edenlerin, protesto edenlerin mücrimleştirilmesi de doğaldır, işçiyi çar naçar en ağır şartlara mecbur eden güç, düzenden rahatsız olanın kafasına inmeyecek de nereye inecek?

EN İYİSİ BUNLAR İSE KAPATIN GİTSİN

Hem Soma’da, hem Bartın’da, facianın meydana geldiği ocakların “bütün tedbirlerin alındığı, iyi durumdaki ocaklar” olduğu iddiaları dolaşıma sokulmuştu. En iyisi buysa çözüm daha da kolay: Kapatın gitsin. Sadece can pahasına devamı mümkün olan bir faaliyet ile karşı karşıyayız demektir. Öyleyse devamında ne fayda var? Ya resmen “İşçinin canı, benim kârımdan önemsiz” diye ilan edersiniz ya da o faaliyeti bitirirsiniz. Yapmıyorlar çünkü kâr candan önemli, patron işçiden önemli. Kâr ekonomisi can ekonomisinden önemli. Öyle olduğu için de “cezasızlık mekanizması” emek mücadelesinde de ön saflarda tutuluyor.

Savcılar, polisler, jandarmalar, katliam mahallini çevirip delil toplamaya koyulacağına, Amasra’yı tecrit edip, işçilerin yakınlarını susturup, mücadele azmini ve hakikati öğrenme arzusunu baskılamaya çalışıyorlar. Hedef basit: 41 işçinin canına mal olan faciada, bazı başka işçileri mahkum edip konuyu kapatmak ve kanlı ekonominin salimen devamını temin etmek. Bu sistem kömürü ekonomiye kazandırma sistemi değil, işçiyi kömüre çevirme sistemi. Muhalefet, iktidar piş ağzıma düş rüyasından kurtulup siyasete başlayacaksa, Bartın faciası zaten onu çalışmaya davet ediyor. Yokluğu, yoksulluğu, ölüme mahkumiyeti siyasal mücadele için sebep saymıyorsa “kader planı”nı yönetenleri hep arkadan izlemekten kurtuluş şansı bulamaz zaten. Konu dini değil, bir noktadan sonra hukuki bile değil siyasal; yokluğa, yoksulluğa ve ölüme mahkum olanın durumunu değiştirmeye dönük hamleleri, planları, mücadeleleri olmayan, gidişatı değiştirme imkanına nasıl kavuşabilir? En fazla kâr dininin iktidarına yardımcı oyunculuk yapabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Duran Topuz Arşivi