kalabalık olma zamanı gelmedi mi?

adlarını ailelerinden ve arkadaşlarından başka kimsenin duymadığı ama bir araya geldiklerinde hem hayatı yaratan hem de akışı durdurabilen bu insanlara temsili destek çok işlevli değil.

ramazan gözel, 21 yaşında, tutuklanan havaalanı işçilerinden biri. ifadesinde, "doğrudur, sloganları attım," diyor: "iskele olmadığı için merdivenle çalışmaktayız, zemin de kaygan, kuzenim üç metreden düştü, kalçasından çıkıntı oldu, 15 gün rapor aldı ve bu ücretinden kesildi. ben havale geçirdim, başka bir ölümlü kaza olduğu için ambulans gelmedi. işveren de araç göndermedi, revirde öyle bekledim."

bunlar havaalanına özgü de değil. türkiye’nin dört bir yanında hızla yükselen binalar korkunç koşullarda, işçileri birer üretim aracı olarak gören acımasız zihniyetle dikiliveriyor.

havalimanı işçilerini tutuklayan hakim her kimse çok önemli bir şey gerçekleştirdi bence. bizlerin bin bildiri, yüz bin twit, beş yüz bin facebook paylaşımıyla anlatamayacağımız şeyi, bir çırpıda 36 bin işçi ve onların ailelerine, yakınlarına gösterdi. adalet denen mekanizmanın, işçi ve patron arasındaki bir meselede haklının değil patronun yanında durduğu gerçeği bu kadar çarpıcı anlatılamazdı. tutuklanan işçilerden birinin babası, nazım alpman’a telefonla bağlanıp, akp’li olduğunu, bütün ailesinin akp’ye oy verdiğini hatta delege olduğunu, çocuğunun bir suç işlemediğini ve hürriyetine kavuşması gerektiğini söyledi. anlatılanlar korkunç; patronlar işçileri sorgulamak için gözaltına bile gerek duymamış, işyerinde sorgu odası kurulmuş ve işkence yapılmış! işyerlerinde hep baskı vardır, duygusal şiddet en şık plazada bile iş ortamının parçası. ayrıca sadece inşaatta değil örneğin tekstilde de çavuşlar, ustabaşları zaman zaman emekçilere karşı fiziksel şiddete başvurur. ama yine de iş mekânıyla işkence mekânının bu kadar iç içe geçmesi herhalde sık rastlanır bir durum değil.

malum, 1980 darbesi yapıldığında, türkiye’nin dört bir yanında binlerce işçi grevdeydi. 12 eylül, sol örgütlere karşı, işkence başta olmak üzere her türden hukukdışı yöntemi kullanarak ağır darbeler vurdu. aynı zamanda bütün grevleri yasakladı, sendikaları kapattı. geriye dönüp baktığımızda başta grevler olmak üzere sınıf mücadelesini bastırmanın, darbenin en önemli hedeflerinden biri olduğunu görüyoruz. sonraki yıllarda da işçi hareketinin canlandığı hatta şahlandığı dönemler oldu. bugün de, inşaat işçilerinin direnişiyle birlikte bir kısmı daha önce başlamış çeşitli işçi direnişleri gündemimize geldi.

bu direnişler en başta emekçilerin eseri. ama, tek bir hamleyle hatta tek bir açıklamayla büyük bir değişiklik yapmayı uman yüksek siyaset aklının dışında, yıllardır iğneyle kuyu kazarcasına, görünürlüğü olmayan, belki tam da bu sebeple sürdürülebilen ve etkisi derin olan sendikal faaliyetleri mücadelelerinin merkezine alan arkadaşlarımızın da çok büyük emeği var. onlara ayrıca, uzun zamandır itibarını kaybetmeye yüz tutmuş olan sendikacılığa, hak ettiği onuru ve itibarı tekrar kazandırdıkları için de teşekkür borçluyuz. iş yasaları greve çıkmayı çok zorlaştırdı. bilenler vardır ama hatırlatayım, bir sendikanın bir işyerinde toplu sözleşme imzalaması için sadece o işyerinde değil, işkolunda da yetki sahibi olması yani belli bir üye sayısına ulaşması gerekiyor. iktidar, işverenleri memnun etmek üzere, birçok sendikanın işkolu yetkisini kaybetmesine yol açacak şekilde işkolu değişiklikleri yaptı. örneğin devrimci sağlık-iş sendikası neredeyse bir gecede üyelerinin çoğunu kaybetti. bütün bu sebeplerle bugün grevler değil direnişler görüyoruz.

yandaş basının yazdıklarını okuyup inanan çoktur ama insanlar içten içe yazılanların doğru olmadığını hissediyor ve yakınlarından, komşularından duydukları şeylere daha fazla inanıyor. bugün direnişte olan binlerce işçi, bire bir tanıklıklarında devlet baskısının sadece belli bir politik görüşü tercih etmiş olanlara değil, hakkını arayan herkese yöneldiğini çok açık biçimde gösterdi. kimsenin çabasını küçümsemek aklımdan geçmez ama bu noktada, hukuksuzluğu teşhir eden görüş beyanlarının, basınla paylaşılan açıklamaların -hiç umulmadık birinden gelip de şaşırtıcı olmadıkça- bunun ötesine taşıyabileceği bir şey yok. o açıklamaların ulaşabileceklerini çok aşan bir kesim olup bitenden, siyasal baskıyla emek, siyasal baskıyla kötü çalışma koşulları ve yoksulluk arasındaki ilişkiden haberdar. ama bence artık bu baskıyla baş etmenin mümkün olduğunu, haklı bir mücadelenin kazanılabileceğini göstermek daha önemli. 

özellikle havaalanı direnişine destek vermek için türkiye’nin dört bir yanında onlarca eylem yapılıyor. inşaat-iş’in ankara temsilciliği, inşaatı yapan iga’nın ortağı malum cengiz holding’in önüne bir kocaman bir tahtakurusu resmi bırakmış mesela. tutukluların götürüldüğü metris cezaevi’nin önünde basın açıklaması yapıldı, yine sendikanın gözaltındaki yöneticileri açlık grevine başladı. bu arada, iga icra kurulu başkanı ve genel müdürü kadri samsunlu "sorunların çözümü için mesai harcandığı" yönünde bir açıklama yaptı. patron temsilcisinin sorunların varlığını kabul etmesi bile çok önemli bir adım tabii. bunun ötesine geçmek için ne yapılabilir? bilmiyorum ve böyle bir şeyin ancak kolektif bir aklın ürünü olabileceğini ve sahayı tanıyanların önerileriyle ilerleyebileceğini düşünüyorum. ama adlarını ailelerinden ve arkadaşlarından başka kimsenin duymadığı, ünsüz, sessiz, isimsiz olup, bir araya geldiklerinde hem hayatı yaratan hem de akışı durdurabilen bu insanlara temsili destek bu noktadan sonra çok işlevli değil bence.

"korkuyorlar" ifadesini belki gereğinden biraz daha sık kullanıyoruz, genellikle korktukları için değil, güçlerini göstermek için baskı yapıyorlar. ama havalimanı işçileri şu işin altından kalksın, bu defa kazansın, asıl işte o zaman…

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi