Kapının dışında bekleyen demokrasi

Cumhuriyetin kurucuları, kendi iradelerinin egemenliği altında yaratmaya çalıştıkları ulusun iradesini, halk egemenliği gibi göstererek siyasi, toplumsal ve kültürel bir inşaya giriştiler

Demokratik düşüncenin eylem noktası hiç kuşkusuz cumhuriyettir. Cumhuriyet, demokrasiye geçiş yönünde önemli bir evre. Cumhuriyetin de demokrasinin de ortak eylem noktası halk egemenliği düşüncesidir. Çünkü iktidar erki, yasallığını tanrısal bir iradede veya gelenekte aradığı sürece ne cumhuriyetten ne de demokrasiden söz edilebilir. Amerikan bağımsızlık eylemi ve Fransız Devrimi ile birlikte iktidar, siyasal modernliğin sonucu olarak bir araçla insan iradesine bağlandı. Bu araç, Rousseau’da sosyal sözleşme, Locke’da güven, Hobbes’da antlaşmadır.

Ülkemizde de cumhuriyet, halk egemenliği düşüncesine dayanılarak kuruldu ve Fransız Devrimi’nin getirdiği cumhuriyet düşüncesinden etkilenildi. Ancak, 1950 yılına kadarki süreçte uygulanan meclis hükümeti sisteminde, iktidar seçimle de elde edilse halkın egemenliğine dayalı olarak çalışmamış, halka rağmen ve halkın iradesini baskı altında tutan bir rejim var olmuştur. 1950’den sonraki çok partili dönemde ise, halk iradesinin çevrenin merkezdeki siyasi alana taşınması sonucunu doğuran tercihleri askeri darbeler, darbe girişimleri ve militarist bürokratik vesayet rejimi yoluyla yok sayılmış, halkın egemenliği hakiki bir cumhuriyetteki "siyasal düzene özerklik kazandırma" işlevini yerine getirememiştir

Cumhuriyetin kurucuları, kendi iradelerinin egemenliği altında yaratmaya çalıştıkları ulusun iradesini, halk egemenliği gibi göstererek siyasi, toplumsal ve kültürel bir inşaya giriştiler. Bu inşada cumhuriyetin ikinci niteliği olan eşit yurttaş, tekçi ve ötekileştirici hatta yok edici politikalarla gerçekleşemedi.

2002’de İslami referanslarla çevreden merkeze gelen siyasi iktidar eski cumhuriyetin alışılagelmiş dışlayıcı sert refleksleriyle karşılaştı ve 2002-2010 yılları arasındaki dönemi AB çıtasına tutunarak mücadele ve gerilimlerle geçirdi. Devlete teslim olmamak, ona yeni bir işlev kazandırmak ve devlet tarafından mağdur edilen tüm kesimleri özgürleştirmek ve hukuk güvenliği kazandırmak yani cumhuriyete demokratik bir nitelik kazandırmak iradesiyle iktidara gelen AKP iktidarı 2011-2013 yılları arasındaki dönemde değiştirmeye niyet ettiği devletle giderek özdeşleşme ve onun içine çekilme eğilimine girdi.

Son dört yılda yaşananlar ise siyasi iktidarın eski rejimin zihniyet ve uygulamalarına döndüğünü göstermekte. Kuşkusuz zorla iktidarı ele geçirmeye yönelik 15 Temmuz Darbe Girişimi iktidarda bir travma yarattı. Ancak bu kaostan çıkışın yolu bir taraftan darbe girişimcilerini ve azmettiricilerini yargılamak, siyasi suç ithamı altında bulunup örgütsel ve eylemsel bağlantı konusunda delil bulunmayan başta gazeteciler, siyasetçiler olmak üzere akademisyen ve iş adamları hakkındaki yargılama sürecini tutuksuz olarak sürdürmek diğer taraftan siyasi ve medya alanında bastırılmış özgürlüklerin kullanımını ve hukuk güvenliğini sağlama yönünde adımlar atmaktır.

Oysa AKP iktidarı cumhuriyetin dayanağı olan milli iradeyi belli bir oy üzerinden tek kişide tecessüm etmiş otoriter iradenin bir aracı, hukuk dışı bir inşanın dayanağı haline getirme süreci içine girmiş durumda. Yine eski rejimde olduğu gibi ötekileştirici, kutuplaştırıcı dil, söylem ve uygulamalarla inkar edilmiş ve eşit olmayan yurttaşlar yaratılmaya devam edilmekte.

Fransız toplumbilimci Alain Touraine’in belirttiği gibi "Cumhuriyetçi düşünce siyasal düzene demokratik yapısını değil, özerkliğini kazandırır. " Bu nedenle cumhuriyet ya da halk egemenliği, demokrasinin yeterli bir tanımı olamaz. Nitekim İngiltere parlamenter monarşiye, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve İspanya gibi ülkeler anayasal monarşiye dayalı demokrasilerdir. Hükümdar birliği temsil eden bir semboldür. Kuşkusuz bu ülkelerde de egemenlik millete aittir.

Cumhuriyetin diğer ülkelerde olduğu gibi bir kültürü vardır. Cumhuriyet kültürü birliği arar ve önemser. Özgürlüğü ise yurttaşlıkla özdeşleştirir. Kuşkusuz bu eşit yurttaşlık anlamında önemlidir. Demokratik kültür ise çeşitliliği savunur. İnsan hakları ile yurttaşın ödev ve sorumluluklarını karşı kutuplara koyar. Diğer bir deyişle demokratik kültür, cumhuriyetin yurttaşına birey boyutunu getirir. Peki ülkemiz açısından, Cumhuriyet eşit yurttaşı var edebilmiş midir? Tekçi (monist ) bir ideolojiye dayalı olarak kurulan Cumhuriyet, ideolojisine uygun olarak var ettiği bir bölüm insanın dışında büyük bir çoğunluğun yurttaşlığını kabul etmeyerek inkar etmiştir. Bu inkar İslami referansı olan, eski rejimin mağduru olduğunu iddia eden AKP iktidarı tarafından devam ettirilmekte. Oysa hakiki bir cumhuriyete, demokrasi özgürlükleri, çoğulculuğu, çeşitliliği ve katılımcılığı katarak, yurttaşın birey-yurttaş olarak var olmasına imkan sağlar.

Touraine, demokratik yönetim biçimini şu şekilde tanımlamakta: "En çok sayıda bireye en geniş özgürlüğü veren, olası en geniş çeşitliliği tanıyan ve koruyan siyasal yaşam biçimi. " Cumhuriyetin, birey-yurttaşın ve dolayısıyla demokrasinin öznesinin ve özellikle demokratik kültürün ortaya çıkmasına zemin olabilecek imkan ve ortamı sağlamada başarısız olduğu açık. Bunu değiştirmeye gelenlerin de aynı yola girmeleri kısır bir döngüde döndüğümüzü göstermekte. Bu durumun toplumda, siyaset ve bürokraside ve kurumlarda kök salmış bir demokratik kültür bulunmamasıyla ilgili olduğu anlaşılıyor.

Türkiye, kimi zaman Türk etnik kimliğine kimi zaman Müslüman aidiyetine referans olarak ağırlık veren Türk-İslam sentezi ideolojisinden arınmadıkça özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü gerçekleştirme şansı bulunmamakta.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi