Ali Duran Topuz
Kemal Kılıçdaroğlu’nun eylemi
“Kürtler” videosu daha konuşuluyorken Kemal Kılıçdaroğlu ikinci bir video yayınladı. “Alevi.”
İlk video bütün olumlu içeriğine rağmen seçim stratejileri çerçevesinde kurgulanmış bir konuşma niteliğindeydi fakat “Alevi” videosu sadece bir seçim konuşması değil, bir eylemdi de. Tarihsel bir eylemlilik serisinin final eylemi, Kızılbaş toplulukların tanınma mücadelesinde alınan yolu gösteren bir eşik.
TARİHSEL TANINMA MÜCADELESİ
Türkiye’deki Kızılbaş toplulukların eşit yurttaş olarak tanınma mücadelesi 1963’te “Alevi öğrenciler”in yayınladığı bildiriyle başladı; Mustafa Timisi, Seyfi Oktay gibi Kemal Kılıçdaroğlu’ndan hemen önceki kuşağın temsilcileri başlatmıştı bunu. Peşinden yoğun tartışmalar başladı. Diyanet, “Alevilik ölmüştür” yollu düşmanlık dolu bir açıklamayla sürece dahil oldu. Kızılbaş toplulukların tanınma mücadelesinin o yıllardaki öncü figürlerinden Doğan Kılıç 1966’da “Ehlibeyt Yolu” adlı dergiyi çıkardı.
Tartışmalar sürerken Haziran 1966’da Ortaca saldırısı meydana geldi; bu “eşit yurttaş olarak tanınma mücadelesi”ne verilen gayriresmi bir cevaptı aslında. Devamı ne yazık ki Maraş katliamına kadar süren saldırılarla geldi.
MESELE SADECE “SAĞCILAR”DAN KAYNAKLANMIYOR
Kızılbaş toplulukların ikinci mücadele dönemi 12 Eylül sonrasında, göçler sonrası şehirlere yönelen nüfuslar etrafında başladı. Bu açılma sürecine ve talep yoğunlaşmasına cevap Madımak ile geldi. Tanınma mücadelesi sadece devlet yönetimini elde tutan ve “sistem”in içine işlemiş dışlama emrinin bekçiliğini yapan sağ kanattan gelmiyordu. Alevilerin seçmen olarak yöneldiği ve içinde politika yapmayı arzuladığı CHP’nin lideri Deniz Baykal, bir İstanbul İl Başkanlığı seçiminden sonra şu cümleleri kurabilmişti:
“İstanbul kongresinde bir şey gözünüzden kaçtı. Kongreyi kazanan arkadaşımız Ahmet Güryüz Ketenci, Sünni ve Türk kökenli. Onun başkanlığa seçilmesi, CHP’de etnik, yerel ve mezhebe dayalı politikanın aşılmakta olduğunu gösteriyor...”
Baykal, partide örgütlenen ve çalışan Alevilerin “il başkanı” seçtirememiş olmasıyla övünüyordu, il başkanı Sünni ise bununla övünmek mezhepçilik olmuyordu ona göre, “Alevi” olsa “mezhepçilik”, “etniklik” ve “yerellik” oluyordu.
İKTİDAR PARTİSİ DÖNEMİ
Hal böyleyken, devlet nizamında hâlâ Kızılbaşların eşit yurttaşlar olarak görülmeme emri hakim olsa da, kamusal planda bir ölçüde, toplumsal planda ise geniş ölçüde bir “çözüm” oluşmuştu aslında: Kamu istihdamında engeller azalıyordu. Toplumsal planda ise gizlenme mecburiyeti artık hissedilmiyor, örgütlenmeler iki koldan (yerel oluşumlar-köy dernekleri ve bütün topluma-ülke geneline hitap eden kuruluşlar) sürüyordu.
AK Parti döneminde işler toplumsal planda da tersine dönmeye başladı. Çünkü parti 21 yıllık iktidarı döneminde “partili olmayan, partiye oyun eğmeyen” herkesi iktidardan, kamusal alandan dışlamayı yöntem olarak seçmişti. Bu dönem içindeki “açılımlar” laftan öteye gidemedi çoğu zaman. En son “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” ile eşit yurttaşlık talebine “turistik” ve “kültürel” varlık derekesinde kalan küçültücü bir cevap icat edildi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun meydanlarda “biliyorsunuz kendisi Alevi” denilerek yuhlatılmasında bir beis görülmedi.
Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı gündeme geldiğinde, sadece iktidardan değil, muhalif kesimlerden de “Kemal beyin Aleviliği seçilmesine engel” lafı etrafında beliren dışlayıcı tutum her fırsatta ortaya konuldu. En son “seccade” tartışmasıyla öne çıktığı gibi bu mesele iktidarın elinde fobik bir saldırı kozu olarak hep görünürde tutuldu, açıkça konuşulması tercih edilmediyse de.
ÜÇ KATMANLI BİR EYLEM
Şimdi Kılıçdaroğlu’ndan gelen videoya daha yakından bakabiliriz:
Bu video sadece Kemal beyin kendi şahsına ilişkin bir meseleyi açıkça ortaya koymasından ibaret değil. Çok katmanlı bir eylem aslında:
İlk olarak bu çıkış 1960’larda başlayan eşit yurttaşlık mücadelesinin geldiği noktayı gösteren kritik bir eşik, bir tür final eylemi.
İkinci olarak, inancının kendi cumhurbaşkanlığı aleyhine kullanılması hamlelerine karşı bir meydan okuma. Üstelik, “Alevi’den olmaz diyen sistem”den söz ederek aslında sadece iktidara değil, devletin örgütlenmesindeki hakim kodlara karşı da dile getirilmiş geniş bir meydan okuma bu.
Üçüncü ve en önemlisi de, inanışların siyasal pozisyonlar için sorun olmayacağı bir gelecek tahayyülüne davet çıkarması.
Kılıçdaroğlu bunu yaparken elbette önce altılı masadaki ortaklarına, sonra toplumdaki sağ duyuya güveniyor olmalı, ama buna ek olarak videonun seslendiği “gençler”e ilişkin bir güveninin de bulunduğunu söyleyebiliriz.
KİŞİSEL BİR ÖYKÜ
Son olarak, videonun “Alevi olmayan” kesimlerde bulduğu karşılık ile Kızılbaş toplumda bulduğu karşılık arasında önemli bir (duygusal) farka işaret etmek yaralı olur; bunu kişisel öyküm eşliğinde yapacağım, bunun için özür dilerim.
Ailem İstanbul’a göç ettikten sonra, 1976’da ilk Ramazan geldiğinde bana bir görev verildi, sahur vaktinde kalkıp ışıkları yakacaktım. Çünkü Alevi olduğumuzu gizliyorduk. Hiçbir yerde söylemeyecektik tembihlere göre. Aynı sebeple Kuran kursuna da gönderildim. Tabii Kürt olduğumuzu da saklıyorduk güya ama o saklanmıyor çünkü dil saklanamayacak bir damgadır.
Ramazanlarda oruç tutar gibi yapıyorduk, ama bu işin kolay kısmıydı. Çünkü gizli gizli yemek zor bir iş değil. Daha zoru vardı: Ortaokul yıllarımda Muharrem orucu tutuyordum. Okulumuz (Beylerbeyi Lisesi) tekli öğretimdi; sabah 8 gibi giriyor, akşam 5 civarı çıkıyorduk. Gizli gizli yemek kolay ama gizli gizli yememenin bir yolu yok. Arkadaşların ikramda bulunur geri çevirirsin, yemek vakti gelir saklanacak yer ararsın, arkadaşın yemek ısmarlamanı ister olmaz diyemezsin ama birlikte yememek berbat bir haldir… Tabii, “Aleviler” hakkında duyduğun kötü sözleri hiç saymıyorum bile. Son bir not olsun bu bahiste: Sonradan anladım ki ortaokul-lise din öğretmenim İsmail Hakkı Tabakçı ile adını hatırlayamadığım Kuran kursu hocam aslında meseleyi daha baştan anlamışlardı ve ikisinin de kişisel olarak bana katkıları şükran duymayı hak edecek kadar fazlaydı, yaşıyorlarsa ömürleri uzun olsun. Bu “iyi insanlık” muhtemelen Kemal beyin son açıklamasında güvendiği damara tekabül ediyor.
Kemal beyin çıkışı, bu akla ve ruha saldırı niteliğinde olan “tanınmama” halinin ve tanınmamanın ruhta açtığı derin yaraların sızısına tekabül eder Kızılbaşlar için. O yüzden basit bir seçim çıkışı değil, karşılık bulursa dönüştürücü ve sağaltıcı bir eylem niteliğini taşır.