Kolombiya’da ve Latin Amerika’da yeni bir dönem başladı

Önce Şili'de, sonra ise Kolombiya'daki ilerici gelişmeler ve Covid-19 salgını sonrası dönemini solun belirlemesi bize Latin Amerika'da da yeni bir dönemin başladığını gösteriyor.

Kolombiya’da bir ilk yaşandı ve solcu aday Gustavo Petro devlet başkanlığına seçildi. Petro’nun seçilmesi, bir yanıyla Latin Amerika’da yeniden esmeye başlayan sol rüzgârın bir devamı gibi görünebilir. Ancak bugüne kadar hiçbir solcu adayın başkanlığa geçmesine izin verilmeyen Kolombiya'da Petro'nun bu başarısı yine de izaha muhtaçtır.

1950’de yapılacak seçimleri kazanmasına kesin gözüyle bakılan Gaitan, 9 Nisan 1948'de katledilmişti. Bu suikast, Kolombiya tarihinin en karmaşık dönemlerinden birisi olan "La Violencia"yı başlattı. Liberaller ve Muhafazakârlar arasındaki bu iç savaş, 10 yıl sürdü ve ancak iki partinin ortak adayı Camargo'nun 1958'de başkan seçilmesiyle son buldu.

Jorge Gaitan’ın işçi sınıfından, sosyal reformdan ve toprak reformundan yana söylemlerle kitleleri peşinden sürükleyen karizmatik kişiliği yok edilmiş, onunla birlikte sosyal değişim umudu da toprağa gömülmüştü. İzleyen on yıllarda yapılan seçimlere halkın katılımı yüzde 25-30 düzeyinde kaldı. La Violencia döneminde radikalleşen gençlerin kurduğu gerilla hareketleri (FARC, ELN, M-19) Kolombiya'nın 60’lı, 70'Ii ve 80’li yıllarını belirledi.

Kolombiya tarihinin geniş çehresine baktığımızda, bir yanda nispeten burjuva demokratik bir anayasayı, seküler bir toplumu, ilerici bir halkı görürüz. Ama diğer yanda büyük çiftlik sahibi bir oligarşiyi ve onun ABD tarafından da desteklenen kanun tanımaz terörcü iktidarını görürüz. Paramiliter çeteler, Kolombiya devletinin kanun tanımazlığının bir nişanesidir. Kolombiya'da, sendika kurmak, toplu sözleşme ve grev yapmak anayasal haktır. Diğer yandan 1986'dan bu yana 2500 sendikacı katledilmiştir ve yüzde 98'inin katilleri cezasız kalmıştır. Kısacası, patronlar da paramiliter çeteler besleyerek sendikacıları katlettirme "hakkına" fiiliyatta sahiptir. O yüzden Kolombiya, "bir gerilla grubu kurmanın sendika kurmaktan daha kolay olduğu bir ülke" olarak anılır.

1980'lerde FARC, ateşkes ilan etmeyi ve yasal bir parti kurarak siyasete dâhil olmayı kabul etti. Kurduğu 'Yurtseverler Birliği" (UP) Partisi 1985 seçimlerinde Kongre'de 8, Senato'da ise 6 sandalye kazandı. Ancak bu başarıları cezasız kalmadı. UP’nin toplam 3 bin üyesi paramiliter çeteler tarafından katledildi. Buna UP’nin Genel Başkanı Jaime Pardo ve 1990 seçimlerindeki başkan adayı Bernardo Ossa da dâhildir. Böylece FARC, 1990’dan itibaren silah bırakma tartışmalarından uzaklaşarak, 2000 yılında doruğuna varacak olan gücünü inşa etmek üzere tümüyle kırsal bölgelere çekildi. 2000’den itibaren ABD’nin ‘Plan Kolombiya’sıyla birlikte FARC'ın gücü adım adım kırıldı.

1990'da M-19 gerilla hareketi Kolombiya devleti ile barış yaparak silahlarını teslim etti. Bu grubun lideri Olan Carlos Pizarro, devlet başkanı adayı oldu. Popülaritesi onun başkan seçilme ihtimalini doğuruyordu. Seçim çalışmalarını yürütürken uçağına bomba konularak katledildi. Bugün seçilen Gustavo Petro o yıllarda M-19’un genç bir üyesiydi. Bir anlamda Petro'nun seçilmesi, bundan tam 32 yıl önce zor yoluyla engellenmiş bir gelişmenin Kolombiya egemen sınıflarınca tanınması anlamına geliyordu. Tabi ki aradan geçen 32 yıllık dönemde M-19’dan geriye kalanlar kurumsal devlet siyaseti içinde epeyce evrim geçirip daha da "ehlileşmiş" oldular (yeri gelmişken, basında kullanılan genel nitelemenin aksine, 1980’lerde dahi M-19'un "Marksist" olarak nitelenmesi pek mümkün değildi, kendine has radikal sol, milliyetçi Bolivarcı bir hareketti.)

2011'de FARC’ın devletle yaptığı anlaşma kapsamında 6,803 savaşçısının silah bırakması Kolombiya tarihinde yeni bir dönemi başlattı. Yasallaşan FARC bu süreçte bir politik toplumsal destek üretemedi. Kırlarda gözlerden ırak geçirdikleri on yıllar, onları kentli sınıflara epeyce yabancılaştırmıştı. M-19’dan geriye kalanlar ise bu yılları sosyal demokrat parti faaliyetleriyle geçirdiler ve kentli sınıflar içinde epeyce kök saldılar. Ne var ki FARC’ın silah bırakmasaydı, Kolombiya devletinin Petro'nun başkanlığına izin vermesi çok zor olurdu. Muhtemelen akıbeti Gaitan, Ossa ve Pizarro'ya benzerdi. Böylece Kolombiya devletinin de nihayetinde, legalleşmeye karar verdiği anlaşılıyor (böylece 2017'de açılan ama Donald Trump-lvan Duque ikilisince önü kesilen dönem, Petro'nun başkanlığı altında devam edecek).

Gustavo Petro'dan ekonomik bir devrim beklenemez. Nitekim şirketleri kamulaştırmayacağına dair noter önünde yemin ederek Başkanlığa geldi. Petro, The Economist'e verdiği mülakatta (28.05.2022) uygulayacağı modeli "sosyal-demokrat piyasa ekonomisi" olarak tanımlamış. "özel mülkiyete ve serbest girişime saygı duyacağını", buna sağlıklı bir doz "sosyal sorumluluk" katacağını belirtmiş.

Ancak Petro'dan beklenebilecek anlamlı adımlar da yok değil. Petro'nun (toprak reformu başta gelmek üzere) FARC’ın devletle yaptığı barış anlaşmasını uygulaması, eski FARC savaşçılarına ve toplumsal muhalefet liderlerine yönelik katliamları engellemesi (300 eski FARC'lı ve 2 bin sosyal lider katledildi), paramiliter çeteleri dağıtması, ELN ile barış anlaşması imzalaması, Kolombiva taşrasında oligarkların ve onların paramiliter çetelerinin hâkimiyetini kırması beklenebilir. Böylece Petro, Kolombiya'yı anayasal bir devlet haline getirebilir. Ancak çıkarlarına dokunacağı oligarkların, paramiliter terörünü tırmandırması da mümkündür.

Petro'nun zamanı oldukça kısadır, zira Kolombiya anayasası sadece tek bir sefer aday olmaya imkân tanıyor. Solun iktidarının sürdürülebilmesi ise pandemiden bu yana hızla gelişen toplumsal mücadelenin yükselişine bağlıdır.

Sonuçta, önce Şili'de, sonra ise Kolombiya'daki ilerici gelişmeler ve Covid-19 salgını sonrası dönemini solun belirlemesi bize Latin Amerika'da da yeni bir dönemin başladığını gösteriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi